20 Aralık genel seçimlerinin sonuçlarını ve olası koalisyon seçeneklerini “İspanya’nın yönetilebilirlik sorunu” başlıklı yazımda değerlendirmiştim. Aradan geçen bir haftada, bu sorunun giderek derinleşmekte ve Türkiye’nin 7 Haziran seçimleri ertesinde karşılaştığına benzer bir siyasi kilitlenmenin belirginleşmekte olduğu görülüyor. Sandıktan birinci parti çıkan PP (Partido Popular) dışındaki siyasi partilerin kesinlikle istemedikleri “tekrar seçim” olasılığı her şeye karşın güçleniyor.
La Razón’da Pazar günü yayımlanan bir kamuoyu yoklaması, halkın yüzde 39’unun seçim sonuçlarını “kötü” olarak değerlendirdiğini, “iyi” olarak değerlendirenlerin oranının sadece yüzde 30,2 olduğunu ortaya koyuyor. Katılımcıların yaklaşık yüzde 50’sinin mevcut siyasi belirsizliğin ekonomi üzerindeki olumsuz etkilerinden kaygılandığını dile getirdiği ankette, tekrar seçim olasılığına da yüzde 35,4’e karşı yüzde 50,2 oranında karşı çıkılıyor.
Ne var ki tekrar seçime karşı çıkan çoğunluk belirli bir hükümet modeli üzerinde yoğunlaşmış değil. Yüzde 29 PP, Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) ve Ciutadans’ın (C’s) bir araya geleceği bir hükümeti yeğliyor. İktidar alternatifi PP ile PSOE’nin birlikteliği büyük koalisyon demek. Bu koalisyon ayrıca C’s ’in desteğine gereksinim duymuyor. Ama büyük koalisyon denince halk desteği yüzde 7,4’e düşüyor.
C’s lideri Albert Rivera, 20 Aralık seçimlerinden sonraki açıklamasında iki büyük partiyle de anlaşma yapabileceği mesajını vermiş, buna karşılık, Podemos’un içinde yer aldığı ya da dışarıdan desteklediği hiçbir hükümete destek vermeyeceğini vurgulamıştı. Dolayısıyla bu üç partinin birlikteliğinin ifade ettiği derin bir anlam var. O da özerk topluluklardan oluşan ama bu topluluklara geleceğini belirleme hakkı tanımayan 78 anayasal sisteminin devamından yana olmak.
Sonuç itibariyle, bu hükümet modelini yeğleyen kesimin özellikle Podemos’a karşı olduğunu kabul etmek gerekir. Podemos, konuyla ilgili bir önceki yazımda da belirttiğim gibi, çok-uluslu (plurinacional) İspanya’dan yana bir anayasa değişikliği öngörüyor. Bu, aslında hem Katalan, hem de Bask ayrılıkçıların uzun zamandan beri savundukları model. Çok-ulusluluk, İspanya’yı oluşturan ulusların (anayasanın 2. maddesinde yazdığı gibi milliyetlerin değil) kendi geleceğini belirleme hakkına sahip olduğu konfederal bir sistem öngörüyor. Böyle bir anayasa değişikliği gerçekleşirse, Baskların 2008’de (Ibarretche planı) denediği, Katalan bağımsızlıkçıların da bugün dayatmakta olduğu kendi geleceğini belirleme referandumlarının yapılmasının önündeki anayasal engel ortadan kalkmış olacak.
La Razón’da yayımlanan ankette yüzde 26 oranında tercih edilen ikinci hükümet modeli ise, PSOE’nin, Podemos ve çoğu bağımsızlıkçı bölgesel partilerle kuracağı koalisyon. Podemos, özellikle Katalunya’da önemli miktarda oy aldı. Aslında Pablo Iglesias’ın kontrolündeki Podemos’un çıkardığı milletvekili sayısı 42. Diğer 27 milletvekilliği, Katalan, Valencia ve Galicia bölgelerinde yaptığı seçim ittifakları sonucu elde edilmiş sandalyeler. Podemos’a ayrıca Bask Ülkesi’nde de EH Bildu seçmeni radikal milliyetçilerden 100 bin dolayında oy gelmiş bulunuyor. Dolayısıyla bu modele destek verenler içinde bağımsızlık yanlısı çevresel seçmenlerin çoğunlukta olduğunu ve Podemos’a, 7 Hazirandaki HDP gibi, “İspanyalılaşma iddiasındaki bölgeler partisi” olarak baktığını kabul etmek gerekir.
Bu itibarla, PSOE-Podemos-bölge partileri koalisyon modeline karşı çıkanların oranı (37,6) destek verenlerden çok daha fazla. Modele karşı çıkanların çoğunluğunu da sosyalist seçmen oluşturuyor. Nitekim PSOE’nin 17 aylık Genel Sekreteri Pedro Sánchez’in, PP Genel Başkanı Mariano Rajoy’a “hayır” dedikten sonra, çok-uluslu İspanya önerisinden vazgeçme koşulunu öne sürmeden müzakere masasına oturmayacakları açıklamasını daha yapmadan Noel akşamı Pablo Iglesias’la görüşmesi parti içinden itirazlara yol açmıştı.
Federal Komite’nin Podemos’a yuvarladığı top
PSOE içinden Sánchez’e karşı sesini en çok yükselten sosyalistlerin kalesi olan Andalucía’da Ciutadans’ın desteğiyle özerk hükümet başkanlığını üstlenen Susana Díaz oldu. Bir ara adı PSOE Genel Sekreterliği için geçmiş olan Bayan Díaz, yeniden Genel Sekreterliğe ve seçimin tekrarı halinde partinin başbakan adaylığına aday olmak istediğini kamuoyuna açıklamış olan Pedro Sánchez’e medya üzerinden yüklendi. Gerekçelerinden ilki, Sánchez’in koalisyon müzakerelerinde parti adına tutum belirleme yetkisinin bulunmadığıydı. Bu yetki PSOE’nin dün toplanan kendisinin de önde gelenlerinden olduğu 250 kişilik Federal Komitesi’ne aitti.
Bayan Díaz’ın medyaya açıkladığı ikinci gerekçesi, Podemos ve diğer bölgesel partilerle müzakere masasına oturulmasının ön şartının bu partinin ulusların kendi geleceğini belirleme hakkına sahip olduğu çok-uluslu İspanya projesinden vazgeçmesiydi. Dünkü Federal Komite toplantısından çıkan karar da bu yönde oldu.
El Mundo’nun kulis bilgilerine dayanarak aktardığı bilgiler, bir grup sosyalist üyenin Pazar günü yaptığı gayri resmi toplantıda Díaz ile Sánchez’in üzerinde mutabık kaldıkları bu karar üzerinde anlaşma oluştuğu yönünde. Genel Sekreterliğe aday olmak isteyen Bayan Díaz’ın, seçimli kongrenin Sánchez’in isteği doğrultusunda ertelenmesi karşılığı, Podemos’ la müzakere koşullarının ağırlaştırılmasını kabul ettirdiği söyleniyor. Ancak kongrenin Mart ayında yapılması yönünde baskılar var. Ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte Sánchez’in parti içindeki konumunun da sağlam olmadığı ortada.
Koalisyon konusuna dönersek, PSOE için Podemos veya herhangi bir bölgesel parti ile masaya oturmanın temel koşulu, bu partilerin anayasaya aykırı olan çok-uluslu İspanya modelini ve bu bağlamda Katalunya’da bağımsızlık referandumu projelerini geri çektiklerini a priori kamuoyu önünde açıklamaları. Peki, bu mümkün mü?
Aslında Podemos ’un PSOE ile birlikte bile bu projesini gerçekleştirmesi, anayasa değişikliği için beşte üç çoğunluk gerektiği için mümkün değil. Ama proje, 17 sandalyeye sahip olan bağımsızlıkçı Katalan partileri ya da 6 sandalyeli Milliyetçi Bask Partisi PNV ile Yurtsever (Abertzale) Sol’un partisi EH Bildu için öncelikli. O bakımdan yanıtlanması gereken iki soru var aslında. Birincisi, Podemos ‘un bir Sol hükümet kurulması için bu konuda geri adım atıp atmayacağı; ikincisi, eğer geri adım atarsa, bölgesel partilerin bu Sol hükümete destek olup olmayacağı.
Bayan Díaz, daha Federal Komite toplanmadan Cadena Ser’e verdiği demeçte, bu soruya Podemos ‘un aldığı oyların yüzde 40’ının bağımsızlık yanlılarından geldiği gerekçesiyle olumsuz yanıt vermişti. Dün sabah Mariano Rajoy’la görüşen Pablo Iglesias’ın medyaya yaptığı açıklamalar da bu görüşü güçlendiriyor. Iglesias gazetecilerin sorularını yanıtlarken, önceliklerinin PP’nin hükümetten uzaklaştırılması olduğunu birçok kez vurguladı ama bu amaca varmak için kendi pozisyonlarından ödün verecekleri izlenimi de yaratmadı. Ayrıca PSOE Genel Sekreteri ile Noel gecesi yaptıkları görüşmenin “hayal kırıklığı” yarattığını da vurguladı.
Tekrar seçime doğru bir adım daha
PP yanlısı ABC gazetesi manşetten verdiği Federal Komite toplantısıyla ilgili haberinde “Sánchez Sosyalist Baronlara meydan okudu ve Podemos ile anlaştık dedi” başlığını kullandı. Ancak aynı eğilimdeki La Razón dâhil diğer gazeteler, PSOE Genel Sekreteri’nin Podemos ile “ne pahasına olursa olsun” bir anlaşma yapmayacağına, İspanya’nın toprak bütünlüğünü tartışmaya açmayacağına ilişkin sözlerini ön plana çıkardı.
Federal Komite’nin üzerinde oybirliğiyle mutabık olduğu bir başka konu, Rajoy ya da bir başka isim başkanlığında bir PP hükümetine güvenoyu verilmemesi. Rajoy dün ayrıca görüştüğü Albert Rivera’yı da C’s’in PP ile bir koalisyon hükümetine girmesi konusunda ikna edemedi. Bu durumda PP’nin C’s’in çekimser kalması yoluyla bir azınlık hükümeti kurma olasılığı da ortadan kalkmış oldu. Sandıktan birinci çıkan PP için en iyi olasılık seçimlerin tekrarında gibi görünüyor.
Hükümet kurma görevini Rajoy’dan devralması beklenen Sánchez’in halkın Sol’dan değişim istediği yönündeki değerlendirmesini hayata geçirmek için Podemos ve bölgesel partilerle Sol koalisyon seçeneğini deneyeceği anlaşılıyor. Ama C’s’in bu seçeneğe destek vermeyeceğine ilişkin açıklaması dikkate alındığında, İspanya’daki siyasi kilitlenmenin, 7 Hazirandan sonra Türkiye’de olduğu gibi, tekrar seçim olasılığını günden güne güçlendiriyor.