Ana SayfaYazarlarİspanya’nın yönetilebilirlik sorunu

İspanya’nın yönetilebilirlik sorunu

İspanya’da Pazar günü yapılan genel seçimlerinin ilk sonucu kamuoyu yoklamalarının işaret ettiği yönetilebilirlik sorununu keskinleştirmesi oldu. Geçen yazımda hatırlattığım gibi 1977 yılındaki ilk demokratik seçimlerden bu yana iki büyük partinin bileşik kaplar misali ülkenin siyasi yaşamında dönüşümlü olarak iktidarı üstlenmesi ülkenin, başta demokratik bir anayasa yapması olmak üzere, birçok ciddi sorununun üstesinden gelmesini sağlamıştı. Bu defa iki partililiğin (bipartidismo) sona erecek olması bilinen bir gerçekti ama 20 Aralıkta sandalyeler öyle dağıldı ki sandıktan beklenenin üst sınırında oyla çıkan Halkçı Parti PP (Partido Popular) birinci parti olmanın sağladığı avantajdan yararlanacak durumda bulunmuyor.

 

İktidarı ekonomik krizin sayesinde devralan ama buna karşılık oy kaybettirecek kemer sıkma politikaları izlemek zorunda kalan Mariano Rajoy’un partisinin, siyasi rakibi Sosyalist İşçi Partisi PSOE’ye (Partido Socialista Obrero Español) yüzde 7’ye yakın oy ve 33 sandalye fark atmasının bir bakıma küçümsenmeyecek bir başarı olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü asıl başarısızlık, 2011’de siyasi rakibinin eline “sıcak patates” bırakıp bir sonraki seçimlerde bu yangının meyvesini yemeye hazırlanan PSOE’nin yüzde 22 oy ve 90 milletvekili ile tarihinin en kötü sonucunu alması elbette.  

 

Ne var ki PP’nin bu başarısı geçmişte kalan iki partili sistemde geçerliydi. Ana muhalefetteki siyasi rakibini alt etmişti etmesine ama PSOE’yi ekonomik krizi iyi yönetememekle suçlayan seçmen Sol’daki boşluğu geçmişte kalmış Birleşik Sol IU’yu (Izquierda Unida) da kemirerek büyüyen Podemos’la doldurmayı yeğledi.

 

Podemos nasıl bir siyasi parti?

 

Podemos’un geçmişine bakıldığında, AB’nin Rajoy hükümetine ekonomik krizi yönetmesi için uygulattığı kemer sıkma politikalarını protesto eden “Öfkeliler” (Indignados) sosyal hareketinin içinden geldiği görülür. AB’nin politikalarına karşı çıkan bu Sol kesim, iki yıl önce Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerine katılarak seslerini duyurmak amacıyla 30 kadar aydının imzasıyla bir manifesto yayımlamıştı. Öfkeyi siyasi değişime çevirmeyi amaçlayan “Mover ficha: convertir la indignación en cambio político” başlıklı bu manifesto aslında 2009’da kurulmuş Anti-kapitalist Sol (IA/ Izquierda Anticapitalista) isimli siyasi partinin programından esinlenmişti.   

 

Geçen yılın başlarında “Antikapitalistler” adıyla derneğe dönüşerek Podemos’a katılan IA, kendisini “devrimci”, “antikapitalist”“enternasyonalist",“feminist” ve “sosyalist” olarak tanımlıyordu. Şimdi bu özellikleri kendi bünyesinde özümseyen Podemos’u PSOE’den çok Birleşik Sol’un bir alternatifi olarak kabul etmek gerekir. Nitekim PSOE’nin “AB yanlısı” tutumuyla taban tabana zıt görüşlere sahip olan, sosyalistlerin aksine Venezuela’da Chavist yönetime yakın duran Podemos, 20 Aralık seçimlerinde de Birleşik Sol ile işbirliği yapmış ve bu partinin kendi adına çıkardığı 2 milletvekiliyle siyaset arenasından adeta silinmesine yol açmış bulunuyor.

 

Podemos AP’de de Avrupa Üniter Solu/ Kuzey Yeşil Solu (GUE/NGL) grubu içinde yer alıyor. Bu grupta anti liberal, antikapitalist, komünist ve post komünist partiler bir araya geliyor. Podemos’un benzetildiği Yunan iktidar partisi Syriza da bu grupta bulunuyor.  

 

Bununla birlikte, Podemos’un lideri Pablo İglesias, partinin dışarıdan bir bakışla Sol-Sağ ekseni üzerinden değerlendirilmesine karşı çıkıyor. Oylarını kapitalizmin bir sonucu olarak ortaya çıkan sorunların çözümü için önerdiği “fırsat eşitliği” ve “zenginliğin adil dağıtımı” gibi temalara borçlu olan partinin ideolojik çıkmazlarını nasıl aşabileceği daha bilinmiyor doğal olarak.

 

Ama şurası muhakkak ki Pablo Iglesias’ın seçim sonuçlarının belli olmasından sonra yaptığı açıklamada “sistem değişikliğinin oylandığına” işaret etmesi ve “çok uluslu İspanya” ifadesiyle PSOE’ye değil de, ayrılıkçı bölge partilerine göz kırpması, koalisyon hesaplarında en azından başlangıçta yer almaması gerektiği izlenimi yaratıyor. Dolayısıyla Podemos-PSOE ve bölgesel partiler ittifakı olasılığı pek yüksek değil. Aynı şekilde Temsilciler Meclisi’nin 4. büyük gücü Ciutadans’ın (C’s) da bu cephede yer alması kolay görünmüyor.

 

Ciutadans nasıl bir siyasi parti?

 

Ciutadans ya da İspanyolca adıyla Ciudadanos, Türkçe karşılığıyla Yurttaşlar 2006 yılında Barcelona’da kurulmuş bir siyasi parti. Sivil “Katalunya yurttaşları” platformu kökenli parti kendisini “anayasacı”, “ post-milliyetçi” ve “ilerici” olarak tanımlıyor. Anayasacı terimi partinin bağımsızlıkçılık karşıtı, başka bir deyişle “özerklikçi” karakterini ortaya koyuyor.

 

Partinin Genel Başkanı 1979 doğumlu Albert Rivera, PP’nin Yeni Kuşaklar (Nuevas generaciones) isimli gençlik örgütünden gelen bir isim. 2006, 2010 ve 2012’de Katalan özerk parlamentosu Parlament’e seçilen Rivera Katalunya’nın bağımsızlığına karşı çıkması nedeniyle, bağımsızlık yanlısı Cumhuriyetçi Sol (Esquerra Republicana) yandaşlarının ölüm tehditlerine maruz kalıyor. 2012’de bağımsızlık yanlısı özerk hükümet (Generalitat) Başkanı Artur Mas’a cephe alıyor.  Partisi geçen 27 Eylülde yapılan erken Parlament seçimlerinde de Katalunya’nın birinci partisi oluyor.

 

Son bir yıldır İspanya genelinde örgütlenen C’s’i bir bakıma PP’nin modern yüzü olarak görmek mümkün. Podemos’un son bir yıl içindeki düşüşüne paralel olarak yükselen C’s, bu başarısını İspanya’nın liberal Sağ’ını temsil eden bir parti olmasına ve Podemos gibi sisteme kökten karşı çıkmamasına borçlu. Siyasi eğilimi nedeniyle oylarını daha çok PP seçmeninden alan C’s seçim öncesi yapılan anketlerinin favori partisi haline geliyor.

 

Aslında herkes olası bir PP-C’s ortaklığından bahsediyor ama Rivera PP’ye açık çek vermiyor. Güven oylamasında çekimser kalacağını açıklıyor. Ayrıca yerelde, Andalucía örneğinde olduğu gibi, PSOE ile işbirliğine de gidiyor. Bu nedenle PP’li kurmayların sert eleştirileriyle karşılaşıyor. Ama bu tutumuyla Podemos’un aksine sistemi tıkamayacak, ülkede yönetilebilirlik sorunu yaratmayacak bir siyasi parti olarak ortaya çıkıyor.

 

Sonuç olarak 20 Aralıkta anketlere kıyasla oy kaybı yaşamış olması sadece PP’nin değil, İspanya’nın yönetilebilirlik sorunu yaşamasına da yol açıyor. C’s bugün 40 değil de Podemos kadar milletvekili çıkarabilmiş olsaydı, belki PP ile belirli koşullarda ve bir şekilde anlaşma olanağı bulabilirdi.

 

Büyük koalisyon olur mu?

 

PSOE Yönetim Kurulu dün (21 Aralık) sabah oybirliğiyle Mariano Rajoy’un en çok oy alan partinin lideri olarak hükümet kurma denemesinde bulunması gerektiğini teslim etti ama bu hükümete ret oyu verme kararı aldı. Bu karar, PSOE Genel Sekreteri Pedro Sánchez’in bir hafta önce televizyondan yayımlanan “Yüz yüze” tartışma programında Bárcenas davası olarak bilinen yolsuzluk olayıyla ilgili olarak Mariano Rajoy’a ettiği hakaretleri izleyenler için hiç şaşırtıcı değil elbette.

 

Ne var ki PSOE’nin eli sanıldığı kadar rahat değil. Podemos ile bir hükümet ortaklığına girmesi gibi bir olasılık düşük bir tarafa, mümkün bile değil. Aslında İspanya’nın bütünlüğü, AB ve ekonomi politikalarında PP ile ortak noktaları çok daha fazla. Podemos, yukarıda altını çizdiğim gibi, Katalan ve Bask ayrılıkçıların talep ettiği gibi, “çok uluslu” (plurinacional) bir İspanya’dan yana politika izliyor.  Çok ulusluluk, kendi geleceğini belirleme gibi kolektif bir hakkı içeriyor. Ayrılmayı da içeren bu hakkın anayasada yer almaması, PSOE ile PP’nin bugüne kadar üzerinde mutabık kaldıkları önemli konuların başında geliyor.

 

Bunun bilincinde olan Pablo İglesias, seçim gecesi yaptığı konuşmada, “çok ulusluluğu ve çeşitliliği anlamayan bir siyasi güç, hükümeti PP’ye teslim ediyor demektir” diyerek kestirip attı. Siyasi gözlemcilere göre, bu açıklama “Katalan referandumunu kabul etmeyen Pedro Sánchez başkanlığında bir hükümete destek olmayız” anlamına geliyor. PSOE’nin özellikle özerk yönetimlerdeki kurmayları için böyle bir referandumun kabulü mümkün değil.

 

C’s lideri Albert Rivera en mantıklı çözümün PP’nin bir azınlık hükümeti kurması olduğu kanaatinde. Rivera, seçime giderken de söyledikleri gibi, Ciutadans’ın Rajoy hükümetinin güvenoyu almasına çekimser kalarak destek vereceğini yineledi.  Ama Rivera’nın da belirttiği gibi ortada bir “Meclis aritmetiği” sorunu var bunun aşılmasının en kolay yolu, PSOE’nin de Rajoy hükümetine çekimser oy vermesi. Oysa PSOE merkezinden çıkan karar bu yönde değil.  

 

Anayasacı tutumuyla sivrilen Rivera, eğer PSOE, Podemos ve bağımsızlıkçı partilerle birlikte, Katalanlar için bir bağımsızlık referandumu düzenleme kararı alırsa, buna parti olarak ret oyu kullanacaklarını da vurguladı. Rivera 8 yıldır Parlament’te bu konuda mücadele verdiklerini hatırlatarak buraya orada reddettikleri şeyi kabul etmeye gelmediklerini de sözlerine ekledi.

 

Temsilciler Meclisi’nde geri kalan 28 sandalyeye bakıldığında, 17’sinin Katalan (ERC ve DL) 8’inin Bask (PNV ve EH Bildu) bağımsızlıkçılara, 2’sinin Birleşik Sol, birinin de Kanarya partisine ait olduğu görülüyor. Bu partilerden sonuncusu hariç, diğerlerinin PP hükümetinin kurulmasına karşılıksız çekimser kalması pek kolay görünmüyor. 

 

Sonuç olarak, 20 Aralık seçim sonuçlarının, PSOE’nin PP azınlık hükümetini çekimser kalıp desteklememesi durumunda, Temsilciler Meclisi’ni kilitleme olasılığı çok yüksek. Bu kilidi açmak için geriye anayasanın 99. maddesinin Kral’a, 60 gün içinde hükümet kurulamaması halinde tanıdığı Meclis’i feshederek yeniden seçime gitme şıkkı kalıyor.   

 

 

- Advertisment -