Ana SayfaYazarlarİstanbul-Anadolu savaşlarında son perde: AK Parti koalisyonu dağılıyor

İstanbul-Anadolu savaşlarında son perde: AK Parti koalisyonu dağılıyor

 

AK Parti hareketi,  içinde Anadolu burjuvazisini de barındıran ve kendilerini “Türkiye’nin zencileri”  olarak ifade eden  çevre unsurlarının, arkalarına küresel rüzgârları da alarak “devletçi-beyaztürk” merkeze doğru yürüyüşünü temsil eden demokratik devrimci bir koalisyon hareketi olarak doğmuştu. Türkiye’nin  demokrasi güçleri  o zaman bu koalisyonu desteklemişti.

 

Kendi varoluş koşullarını  “beyaztürk” devlet sınıfının  koruyucu kanatları altında bulan, eskinin devletçi büyük burjuvaları da, Özal’la başlayan dışa (küresel süreçlere) açılma sürecinin artık kendileri için daha avantajlı hale geldiğini farkederek, AK Parti’yi iktidara taşıyan bu koalisyonun — önceleri sessiz, ama sonra daha aktif — destekçisi oldu.

 

Sonra sürecin nasıl geliştiğini ve bugün gelinen noktayı hepimiz biliyoruz. Önce küresel dinamiklerle ilişkiler gevşedi; şimdi de, başta büyük burjuvazi olmak üzere, koalisyonun içerdeki destekçileri  huzursuz.

 

Bakın, Ruşen Çakır bugün gelinen noktayı nasıl özetlemiş. Önce şu videoyu sonuna kadar bir izleyin: https://medyascope.tv/2019/05/17/erdogan-ve-buyuk-sermaye-yollar-ayriliyor/?fbclid=IwAR2MFOJXYVfCQTXpoTGDgJ1Vovn9As_FEa3qdgt6zeXSl-Wi5dq58EL0-nQ

 

Peki, TÜSİAD ne demiş de ipler böyle birden kopma noktasına gelmiş[1]?

 

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı Tuncay Özilhan, konuşmasında “demokrasi ve hukukun üstünlüğü” vurgusu yaparak, kısa vâdede sorunların çözümü için “ekonomide liberal piyasa düzeni, uluslararası sistemle kural temelli ittifak” çıpalarının kullanılması gerektiğini söylemiş.

 

Özilhan’ın konuşmasının, TÜSİAD adına “demokrasi, yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, insan hakları, akademik özgürlükler, liyakat ve ifade özgürlüğü” çağrısı yapan  bölümü salondakilerden büyük alkış almış. “Demokrasi işler kılınırsa, hukukun üstünlüğü tesis edilirse ekonomimizin performansı yükselecek” diyen Özilhan,  “Türkiye’nin 2023 hedeflerinden uzaklaştığını, 2002-2007 dönemindeki parlak günlerine bir türlü geri dönemediğini” söyleyerek, “küresel Rekabet Endeksi, işgücü piyasası verimliliği, enflasyon, yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü gibi göstergeler konusunda Türkiye’nin son sıralarda yer aldığını” kaydetmiş.

 

Nasıl bir dünyada yaşıyoruz…

 

Evet, dün,  bütün darbelerin arkasında duran o “ beyaztürk” devletçi burjuvaziyle, onların temsilcisi durumunda olan TÜSİAD’cılarla birlikte saf tutmak — bunun adı “solculuk” da “sağcılık” da olsa — gericilikti!  Ama bugün, Özal’la birlikte dünyaya açılan,  küreselleşme süreciyle bütünleşerek  sırtındaki devletçi kabuğu sıyırıp atan ve bu yeni  kimlikleriyle önceleri  demokrasi mücadelesinde fiilen AK Parti’nin temsil ettiği koalisyonun içinde yer alan İstanbul’un  büyük burjuvalarının, daha sonra,  içine girilen “yerli-milli” içe  kapanmacılığa  karşı duruşu, onları ilerici bir konuma getiriyor.

 

Öyle görünüyor ki artık  roller değişmiştir. Demokratik devrim sürecinin bu yeni aşaması, küresel dinamiklerle birleşen iç unsurların ilerici; içe kapanmacı,  reaksiyonist-restorasyoncu bir devletçiliğe teslim olanların  ise gerici safta yer alacağı bir süreç olacaktır.

 

Çünkü dün, yani 20. yüzyıl koşullarında, bizim de uğruna ölümlere gittiğimiz o “tam bağımsız ve gerçekten demokratik  Türkiye” sloganı (içe kapalılığı  ifade etse de) “milli kurtuluşçuluğu” öne çıkardığı için bir ölçüde “ilerici” yanları olan bir slogandı. Ama bugün,  21. yüzyılın küreselleşme koşullarında, küresel süreçlerden soyutlanma anlamına gelecek “yerli-milli” bir “tam bağımsızlığı” savunmak artık  gericiliktir.  “Gerçekten demokratik bir Türkiye,” bugün ancak küresel demokratik devrim  süreçlerinin içinde yer almakla gerçekleşebilir.

 

Evet; dün, 20. yüzyıl dünyasında, tekelci kapitalizme ve emperyalizme karşı “ulusal bağımsızlık” mücadelesi vermek, sonuçta yerel despotların başa gelmesine yol açsa ve dolayısıyla devletçi, içe kapalı bir yapıyı beslese de, büyük tablodaki anlamı açısından bir yerde ilericilikti. Bugün ise ilericilik, “ulusal bağımsızlığı” savunmak adına çağ dışı bir devletçi düzenin bekçiliğini yapanlara, küresel demokratik devrime karşı ulusal duvarların arkasına gizlenenlere karşı durabilmektir.

 

Evet; dün, sermaye yetersizliğine çare gösterilen devletçiliği — KİT’leri, kamu iktisadi teşebbüslerini — desteklemenin, “devrimci” bir tarihsel dinamiği desteklemek adına belki ilerici bir yanı vardı. Ama bugün ilericiliğin ölçüsü, artık devlet tekelciliğine karşı durmak, serbest piyasayı ve küresel dünyaya açılmayı desteklemektir.

 

Dün, kapitalizmin tekelci (emperyalizm) aşamasında sermaye ihracı sömürgeciliğin ve yeni sömürgeciliğin ayrılmaz parçası olduğu için, o zaman buna karşı  çıkmak ilericilikti. Bugün ise tam tersine, emperyalizme karşı olmak adına ulusal duvarların arkasına gizlenerek küresel sermaye düşmanlığı yapmak (bu,  “yerli-milli” etiketi altında da olsa) gericilik anlamına geliyor.

- Advertisment -