Ana SayfaYazarlarİstanbul Sözleşmesi’ne karşı toplu İslami seferberlik

İstanbul Sözleşmesi’ne karşı toplu İslami seferberlik

 

Müslüman gençler arasında seküler eğilimlerin ve deizmin (Allah’a inanmak fakat kurumsal bir dine tâbi olmamak)  yaygınlaştığına dair tartışmaların yoğunlaştığı sırada kaleme aldığım bir dizi yazıdan birinde şöyle bir soru sormuştum:

“Müslüman kimlikli iktidarın, Müslüman kimlikli ebeveynlerin, Müslüman kimlikli aydınların kendilerine sormaları gereken doğru soru şu bence: Onlara yeten, onları mutlu eden kültürel-manevi ortam neden genç muhafazakârlara yetmiyor?”

 

Bu sorunun cevabı son derece basit aslında: Yetmiyor, çünkü ister inançlı ister inançsız olsun insanların hayat algıları zaman içinde değişiyor, ihtiyaçlar ve bakış açıları farklılaşıyor… Siz bütün bu değişime rağmen hayatı dinin asırlar önce koyduğu kurallarla sınırlı olarak yaşamakta ısrar edebilirsiniz, fakat sizden çok farklı kaynaklardan beslenen, dolayısıyla hayat algıları sizinkinden çok farklı olan  çocuklarınız sizin mutlu olduğunuz hayatın içinde kendilerini mutlu hissetmeyeceklerdir.

 

Modernliğin Hıristiyanlığı etkileyip erittiği görüşünden yola çıkan Batı karşıtı Müslüman kesimler, Müslümanların aynı tuzağa düşmemeleri gerektiğini savunuyorlar ve bu mücadele doğrultusunda en sert tahkimatlardan birini de aile alanında kuruyorlar.

 

 “Kendilerinin” saydıkları bir iktidar tarafından imzalanmış olsa da (2011), İstanbul Sözleşmesi’ne karşı bu kesimlerin yürüttüğü kampanya, genç Müslümanların annelerine babalarına yeten, onları mutlu eden kültürel-manevi ortamın neden genç Müslümanlara yetmediğini çok güzel anlatıyor.

 

İstanbul Sözleşmesi’ne karşı büyük seferberlik

 

İstanbul Sözleşmesi, Avrupa Konseyi’nin düzenleyip üye ülkelerin katılımını beklediği sözleşmelerden biri… İstanbul’da imzaya açıldığı için bu adla anılıyor. Tam adı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi.”

 

Türkiye, sözleşmeyi imzalayan (2011) ve onaylayan (2014) ilk ülke oldu.

 

Aile içi şiddetin önlenebilmesi için devlete geniş sorumluluklar yükleyen sözleşme gerek insan hakları savunucularının gerekse de çeşitli İslami kesimlerin eleştirilerine maruz kalıyor.

 

Bir taraf sözleşmenin hakkıyla uygulanmadığını, başta kolluk olmak üzere devletin sözleşmeyle belirlenmiş görevlerini yerine getirmediğini öne sürerken, çeşitli konularda anlayış farkları bulunan İslami kesimler, sözleşmenin aile kurumunu tahrip ettiği noktasında birleşiyorlar. (Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın başkan yardımcısı olduğu Kadın ve Demokrasi Derneği-KADEM İstanbul Sözleşmesi’ni savunmaya devam eden nadir muhafazakâr kurumlardan biri.)  

 

Nihal Bengisu Karaca, geçen ay hem KADEM’in yalnızlığına hem de İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik toplu seferberliğe dikkat çeken bir yazı yazdı. Karaca yazısında, muhafazakâr erkeklerin kadına yönelik şiddet karşısındaki tutumlarına şöyle isyan etmişti:

“Hayli kalabalık bir grup erkek, İstanbul Sözleşmesi olarak da bilinen 6284 sayılı ‘Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine dair Kanun’u mazeret ederek, hatta KADEM'i gerekçe göstererek kadınların kazanımlarına savaş açtı.

“Kadınların statüsünü düzeltmeye çalışan bütün çalışmalara ve aktörlere diş biledikleri biliniyordu. Ben ise, KADEM’e yönelik eleştirilere ve suçlamalara bir süre sessiz kalmayı tercih ettim. Nedeni söz konusu oluşumun aileyi koruma konusunda zaten fazlasıyla hassas oluşu, ’KADEM aileyi yıkıyor’ suçlamasının nasılsa tutmayacağını düşünmemdi. Yanılmışım, tutarmış.” (Habertürk, 27 Temmuz 2019).

 

Direnmesi zor bir kampanya

 

AK Parti hükümeti tarafından imzalanmış olsa da, İstanbul Sözleşmesi’ne karşı girişilen kampanya İslami kesimin neredeyse tamamını kapsıyor. Hükümeti her konuda destekleyen gazeteler ve yazarlar İstanbul Sözleşmesi söz konusu olduğunda laflarını kesinlikle esirgemiyorlar.

 

Daha tuhafı, kadın cinayetlerinin İstanbul Sözleşmesi’ni savunanların elini güçledireceği düşüncesiyle olsa gerek, İslami kesimlerin her kadın cinayeti sonrasında bunu vesile bilip konuyu yeniden gündeme taşımaları.

 

Son yazımda kızının önünde kocası tarafından bıçaklanarak öldürülen Emine Bulut cinayetinden sonra Diriliş Postası gazetesinin birinci sayfasının tamamını ayırdığı bir “manifesto”ya dikkat çekmiştim. Kadın cinayetlerinin en korkunçlarından birinin daha bir gün önce yaşandığı bir ortamda, manifesto bu cinayetleri protesto için değil, “Medeniyetimizde kadının yerinin Batı tasavvurunun hayalini bile kuramayacağı kadar yükseklerde” olduğunu kanıtlamak üzere kaleme alınmıştı.

 

Emine Bulut cinayetinin ardından Yeni Akit gazetesi de topladığı görüşleri 27 Ağustos’ta “ İstanbul Sözleşmesi aileye suikasttır” başlığıyla manşetine taşıdı. Görüş sahiplerinden biri olan ve KADEM’e karşı mücadelesiyle tanınan yazar Sema Maraşlı şu sözlerle karşı çıkıyordu İstanbul Sözleşmesi’ne:

“İstanbul Sözleşmesi sayesinde dağda bitiremedikleri Mehmetçikleri şehirde bitiriyorlar. Sözleşmeden sonra her yıl yaklaşık 150 bin, toplamda bir milyondan fazla erkek evinden atıldı. İşin cinsel istismar iftirası boyutu var ki, ölümden de beter. Kadın beyanı ile binlerce erkek suçsuz yere cezaevinde.”

 

Erkek şiddetiyle inançları arasında sıkışan kadınlar

 

İslami kesimlerin, İstanbul Sözleşmesi’nin kadını erkek şiddetine karşı devlet marifetiyle korumayı hedefleyen maddelerine temel itirazı şöyle özetlenebilir: Bu yolla kadınlar aile kurumunu bozmaya ve boşanmaya teşvik ediliyorlar. Bu, Müslümanların aile birliğini dağıtmaya yönelik, küresel merkezler tarafından kurgulanmış bir fesattır.

 

Böyle bir propaganda karşısında inançlı bir Müslüman kadının, maruz kaldığı erkek şiddetiyle inancı arasında sıkışıp kalacağı açık…

 

Fakat bu propaganda sahiplerinin ikna gücü bugün düne göre, yarın da bugüne göre daha düşük olacaktır. Çünkü kadınlar artık kamusal hayatın içindeler… Evde bile olsalar teknoloji sayesinde ev dışıyla irtibat halindeler, her şeyi izliyorlar ve kaçınılmaz olarak gelenekleri sorguluyorlar. Dolayısıyla bugünün Müslüman kadınının dünküler gibi davranmasını beklemek boş bir umut.

 

Bu konuda direnmek, o kadınların bir kısmını inançlarını sorgulamaya sevk etmekten başka bir işe yaramaz (bakınız deizme kayan Müslüman gençler bahsi).

  

 

- Advertisment -