8 Haziran’da erken genel seçimlere giden Birleşik Krallık (BK) ardı ardına terör saldırılarına hedef oluyor. Manchester Arena katliamının ardından bu defa üzerlerinde sahte patlayıcı düzeneği taşıyan üç terörist Cumartesi’yi Pazar’a bağlayan gece London Bridge ve Borough Market’te kamyonlu ve bıçaklı terör saldırıları gerçekleştirdi. Çok sayıda sivilin yaralandığı saldırılarda 6 kişi de yaşamını yitirdi.
Başlıktaki soruyu yanıtlayabilmek için öncelikle Muhafazakâr Başbakan Theresa May’in genel seçimleri neden normal zamanından üç yıl önceye çektiği üzerinde durmak gerekiyor. Bayan May, 2 Mayıs’ta BBC ile yaptığı söyleşide, 8 Haziran’da sandıktan güvenoyu alır, başbakanlık koltuğunu korursa, bir sonraki seçimlerin zamanında, 2022 yılında yapılacağını açıklamıştı. Bu açıklamadan Başbakan May’in erken seçime gitmekteki temel amacının bir sonraki genel seçimleri iki yıl ötelemek olduğu ve bunun da 19 Haziran’da resmen başlayacak Brexit süreciyle ilgisi bulunduğu anlaşılıyordu.
Theresa May hep AB ile yürütülecek Birlik’ten çıkış müzakerelerinin BK’nin ulusal çıkarları bakımından elverişli bir anlaşmayla sonuçlanması için güçlü ve kararlı bir liderliğe ihtiyaç olduğunu söylüyordu. Gerçi Muhafazakâr Parti’nin (MP) 650 sandalyeli Avam Kamarası’nda 330 milletvekili vardı ama erken seçim kararı aldığında 2015 seçim kampanyasında yaptıkları harcamalar nedeniyle 15 milletvekili yargı kıskacı altında bulunuyordu. Milletvekilliklerinin düşürülme riski bulunuyordu. (10 Mayıs’ta Başsavcılık kendisine ulaştırılan 15 dosyadan 14’ü hakkında takipsizlik kararı verdi) Buna karşılık MP anketlerde İşçi Partisi’ne (İP) 20 puan fark atıyordu. Hal böyle olunca erken seçime gitmek, hem 2015 seçimlerinin dosyalarının ağırlığından kurtulmak, hem parlamentoda daha çok milletvekiline sahip olmak için mantıklı bir karardı.
Aslında May’in bu kararının arkasında Brexit referandumunun ekonomi üzerindeki olumsuz etkilerinin görülmeye başlamasının da etkisi vardı. Büyüme giderek yavaşlıyordu. 2016’nın son çeyreğinde yüzde 0,7 iken, bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 0,3’e gerilemiş ve kişi başına milli gelire de sadece yüzde 0,1 oranında yansımıştı. Ayrıca sterlin yüzde 15 değer kaybına uğramış ve ithal mallarındaki fiyat artışı enflasyonu (yüzde 2,3) körüklemişti. Buna karşılık maaşlar aynı oranda artmamış ve İngilizlerin satın alma gücü gerilemeye başlamıştı. Bu olumsuzluğa hükümetin sosyal ödemeleri kısan kemer sıkma politikaları da eklenince “her derde deva” olarak sunulan Brexit’in henüz bekleneni vermediğinin altını çizmekte yarar var.
Brexit’in yatırımcılar açısından da benzeri bir siyasi belirsizlik yarattığını söylemek mümkün. Birçok şirket büyük projelerini AB’den çıkış koşulları netleşene kadar askıya almış durumda. Kabul etmek gerekir ki Almanya’dan gelen BK’nın AB için üçüncü ülke konumuna düşeceği ve tek pazarın yarattığı avantajlara artık ulaşamayacağına ilişkin mesajlar siyasi belirsizliği daha da arttırıyor. Economics and Business Research Merkezi Direktörü Scott Corfe, bundan bir ay önce Le Monde’a yaptığı analizde, “işlerin yakın dönemde çok daha kötü olacağına” işaret etmiş ve May’in seçim için doğru zamanı seçtiğini vurgulamıştı. O dönemde ekonomik verilerin genel seçimleri çok etkilemeyeceği düşünülebiliyor ve MP’nin milletvekili sayısını önemli miktarda arttıracağı tahmin olunuyordu. Özetle erken, hatta bir bakıma “baskın seçim” (snap election) Başbakan Theresa May ve partisi açısından doğru bir karardı.
Değişen senaryo
Ne var ki Başbakan Theresa May’in 18 Nisan’da aldığı bu kararının üzerinden fazla zaman geçmemesine karşın kamuoyu desteği hızla düşerken İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn’inki şaşırtıcı biçimde yükselmeye başladı. Öyle ki Corbyn anketlerde Ed Miliband’ın 2015’te aldığı yüzde 30,45, Gordon Brown’ın 2010’da ulaştığı yüzde 29 oranının çok üstünde desteğe sahip görünüyor. The Times’da 26 Mayıs’ta yayımlanan YouGov Enstitüsü’nün anketine göre, MP (Tories) yüzde 43, İşçi Partisi (Labour) ise yüzde 38 oy oranına sahip bulunuyor.
YouGov Enstitüsü’nün 31 Mayıs’ta The Times’te hata payının yüksek olabileceği kaydıyla yayımlanan bir başka anketinde May ile Corbyn ’in başa baş durumda olduğu görülüyor. Bu ankete göre, MP 20 milletvekili kaybederek 310 sandalye ile salt çoğunluktan olurken, İşçi Partisi 28 milletvekilliği kazanarak 257 sandalyeye ulaşıyor. Bu tablo, Theresa May’in erken seçim kararı aldığındaki, başka bir deyişle sadece 1,5 ay önceki tablodan oldukça farklı kuşkusuz.
Theresa May’in kamuoyu desteğindeki düşüşün başlıca nedeninin miras harçlarını arttırarak bağımlı yaşlıların durumlarının iyileştirilmesi için kaynak yaratma sözünü tutmaması başta olmak üzere seçim vaatlerini yerine getirmemesi gösteriliyor. Corbyn ’in oy artışındaki artışta en büyük payın kemer sıkma politikalarına son verileceğine ilişkin vaatleri olduğu göz önüne alınırsa, hükümetin ekonomik ve sosyal politikalarının da MP’nin düşüşünde rol oynadığı anlaşılıyor.
Huffington Post’a göre, bu iki gerekçe dışında Manchester Arena katliamının da Theresa May’in kamuoyu desteğini kaybetmesinde etkisi var. 22 kişinin hayatını kaybettiği bu terör saldırısından sonra yaptığı açıklamada, Jeremy Cobryn terör eylemlerinin önüne geçilmesinde hükümetlerin sorumluluğu bulunduğunu, bunun için öncelikle polis başta olmak üzere terörle mücadele birimlerinin gerektiği gibi donatılmasının şart olduğunu söylemişti. Bu bağlamda, hükümetin İçişleri bütçesinde ve Irak, Suriye, Afganistan ve Libya müdahaleleri için gerekli ödeneklerde kısıntıya gitmiş olmasını eleştirmişti. Bu argümanları bir gün önce aşırı Sağcı UKİP (BK Bağımsızlık Partisi) lideri Suzanne Evans da dile getirmişti.
Aslında Theresa May, Manchester Arena katliamının ardından terörle mücadeleyi seçim kampanyasının merkezine oturttu. Ancak bu stratejinin tersine dönme riski de vardı. Çünkü saldırıyla ilgili ilk kovuşturma istihbarat ve güvenlik birimlerinin zafiyetini ortaya koymuştu. Bu da hükümetin güvenlik birimlerinin bütçelerinde yaptığı kısıntıların eleştirilmesini haklı çıkarıyordu. Terörle mücadele eden birimlerin olanakları kısıtlanarak terörle nasıl etkin bir mücadele yürütülebilirdi ki?
Son üç ay içerisinde üç terör saldırısı yaşayan, beş saldırı girişimini de engelleyen BK için terörle etkin mücadele, Theresa May’in Cumartesi günü dile getirdiği gibi artık öncelikli bir konu. May bu amaçla dört eksenli bir planı açıkladı. Bu planın 4’üncü ve son ekseni, BK’da terörle mücadele stratejisinin geliştirilmesini ve muhalefetin eksikliğini eleştirdiği ilgili birimlerin donatıları ve olanaklarının güçlendirilmesini öngörüyor. Theresa May bunun için öncelikle 8 Haziran’da yeniden seçilmesi gerektiğini vurguluyor.
Terör saldırılarının özellikle erken seçim kararı ardından geçen 40 gün gibi oldukça kısa bir süre içinde yoğunlaşması genelde Birleşik Krallık’ı ama özelde de Brexit’in savunucusu May hükümetini hedef aldığı izlenimi veriyor. Terörle Brexit arasında doğrudan bağlantı kurmak ne kadar tutarlı tartışılır elbette ama terör tehdidinin sonuç itibariyle May hükümeti ve MP’nin yukarıda sıralanan nedenlerle zayıflamasına katkıda bulunduğu aşikâr.
Kabul etmek gerekir ki terör Soğuk Savaş döneminden beri, bugün örneklerini birçok yerde gördüğümüz gibi, vekalet savaşının bir aracı olarak kullanılıyor. Bu da doğal olarak kimi makul, kimi uçuk birçok komplo teorisine zemin oluşturuyor. Başlıktaki soru da bu bağlamda akla geliyor.