17 Temmuz’da Kürdistan Bölgesel Yönetiminden elli kişilik bir turist kafilesi, Trabzon’un Uzungöl beldesinde yerli bir grup tarafından linç edilmek istendi. Gerekçe, boyunlarındaki atkıların yeşil-sarı-kırmızı renklerde olması ve içlerinden birinin çocuk arabasında “Kürdistan” yazmasıydı.
Dayak faslı yüzlerce metre boyunca, dakikalarca sürdü ve polis sadece seyretti; Kürtlere tekme tokat girişen gruba sanki uzaktan eşlik etti. Devamında, karakola bu saldırıya uğramış, dayak yemiş kadın erkek, çoluk çocuk Kürtler götürüldü. Hakarete uğramakla kalmadılar; Trabzon valisi de Kürtleri suçladı ve sonra sınır dışı edildiler.
Normal ve insanî olan, saldırganların cezalandırılması, valinin de ivedilikle kızağa çekilmesiydi. Ama işe bakın ki, bu grubun saldırısına ve valinin haksız deklarasyonuna ne bir hükümet görevlisi, ne de herhangi bir sivil toplum örgütü ses çıkardı.
Çok uzak olmayan bir geçmişte, Türkiye’nin en yüksek yöneticileri, cumhurbaşkanı ve başbakan, Ankara ve Erbil’de Türk ve Kürt bayrakları önünde önce Mesut Barzani, sonra Neçirvan Barzani ile resim çektirdi. Daha iki ay olmadı; Dışişleri Bakanı Mevlût Çavuşoğlu Erbil’de Neçirvan Barzani’nin başkanlık törenine katıldı; Kürt bayrakları önünde ve Kürt millî marşı eşliğinde saygı duruşunda bulundu. Hepsi televizyonlarda yayınlandı. Görmediniz mi, duymadınız mı? Başkan Barzani, Çavuşoğlu’nun bir sonraki Erbil ziyaretinde kendisine belki sorabilir, sayın bakan bu nasıl bir iştir diye. Fakat siz saldırganlar, bu husumet nöbetlerinden ne zaman kurtulacaksınız?
90’lı yıllarda trafik ışıklarının rengini değiştirmeye kalkan bir devlet yetkilisi vardı, yeşil-sarı-kırmızı diye. 1950’li, 60’lı, hattâ 70’li yıllarda Amerika’da siyahlar beyaz ırkçıların saldırısına uğrardı şurada burada.
Bugün ise ABD’de böyle olaylar çezasız kalmaz. Yüzbinlerce beyaz sokaklara dökülüp protesto eder. Irkçılık gösterilerini çok az kişi savunur. Kilise ve Hıristiyan din adamları en sert reaksiyonu gösterir — Avrupa ülkelerinde, meselâ Fransa’da da olduğu gibi. Buraya iltica edip de ırkçılığa maruz kalan Türklerin yardımına, ilk Hıristiyan din adamları koşar. Çocukları, kadınları ve yaşlılarıyla kiliselere sığınan Müslüman Türkler, yaşadıklarını kendi akrabalarına hiç mi anlatmamış?
Bu bakımdan, Trabzon olayında en acınacak durumda olanlar, İslâmî kesimin önde gelenleridir. Üç maymunu oynuyorlar. Ne bir imam, ne bir müftü, ne de herhangi bir cemaat lideri. Hiçbirinden ses çıkmadı. Hani din kardeşiydik, etle tırnak gibiydik? Demek ki Kürt söz konusu olunca, üzerlerine ölü toprağı serpilmiş gibi oluyor.
Öte yandan, Kürtlerin de düşünmesi gereken şeyler var. Bugün siyahların Amerika ve Güney Afrika’daki durumu 1960’lar ve 70’lerden yüzde yüz farklı (ve bunda, yukarıda söylediğim gibi, beyaz din adamlarının payı büyük). Kürtler bunun nedenlerini araştırsa ders çıkarabilir, önemli sonuçlara varabilir. Siyahlar nasıl mücadele etti? Hangi alanlarda çok çalışıp kendilerini tanıtarak görünürlük kazandılar? Sonunda Barack Obama’yı dahi başkan seçtirebildiler? Kürtlerin de bilhasa gençleri çok kapasiteli. 18. ve 19. yüzyıllarda bölgeyi gezen Avrupalı seyyah ve diplomatların kitaplarında, Kürtlerin bu yeteneklerinden hep söz ediliyor. Fakat ne yazık ki Kürtler bu kalitelerini en iyi olmak için kullanmıyor. Senelerdir görmediğim, okulda çok çalışkan olan arkadaşlarımla karşılaştığımda, orta düzey memurluktan emekli olduklarını ya da oturacak bir dairelerinin olduğunu başarı niyetine anlatıyorlar. Çok az ile yetiniyorlar. O övündükleri “Kürt inatçılığı”nı daha ileri gitmek için kullanamıyorlar. Türkiye’yi yönetenler Kürtlerin bu yetenek ve becerilerinin farkında oldukları için, Türk olmak istiyen Kürdü el üstünde tutarlar. Ödüllendirirler. Bu bakımdan Kürt karşıtı Türk milliyetçiliği ile siyahları küçük gören Amerikan beyaz ırkçılığı farklıdır. “Bu köylü Kürtlerle baş edemiyoruz, bir de okusalar bunları durduramayız; doğuya okul, yol yapmayalım, cahil kalsınlar” diyen, Mareşal Fevzi Çakmak’tır. Günümüzde bile bu teoriyi bazı eski generaller tekrarlıyor.
Peki, siyahların Amerika ve Güney Afrika’da yaptığını Kürtler yapamaz mı? Yaparlar, hem de daha kısa zamanda. İç ve dış şartlar buna uygundur. Dünya çok küçüldü. İnternet eşitsizlikleri ortadan kaldırdı, kaldırıyor. Artık bizim TV’lerimiz, gazetelerimiz yok diyemezler; biz fakiriz demek lüksleri de yoktur Kürtlerin. Sosyal medya da keza herkese açık. Mazeret kabul edilemez. Bir de, 21. asırda bir insan sonsuza dek haksızlık yapamaz. Bu, Türkiye ve Türkler için de geçerli. Dünyada tolerans büyük mesafeler alıyor eninde sonunda. Insanlar yavaş yavaş, Türk, Kürt, Fransız, Alman vb oldukları için sevilmeyecek. Herkes insan olarak iyi insanla dostluk ve komşuluk yapacak. Arkadaşı, komşusu Türk olmayan Kürt hemen hemen yok. Neden anlatamıyoruz? Neden Türk dostlarımıza, akrabalarımıza “benim adıma bunları yapamazsınız” dedirtemiyoruz? Hümanist, demokrat, toleranslı olması gereken internet siteleri neden bu kadar sessiz?
Gene de ben inanıyorum ki Kürt düşmanı bir Türk ırkçısına, bir gün mutlaka ya komşusu, ya arkadaşı, ya da ailesinden biri karşı çıkacak. Ama herhalde Kürtler ırkçılığı yenen son halk olmamalı.
(*) Bu makalesiyle Serbestiyet’in Konuk Yazarları arasına katılmakta olan Sabri Ciğerli, Bingöl’ün Yayladere nahiyesinde doğdu. 1982 yılında Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. İki sene Londra’da yaşadıktan sonra 1988’de Fransa’ya gitti. Paris X Nanterre Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nde 1992’de yüksek lisansını, 1995’te doktorasını tamamladı ve 1996 yılında gene aynı üniversite ile Paris VIII Saint Denis Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. Dr Ciğerli, 1998 yılında Fransa Üniversitelerarası Kurulu tarafından doçentliğe lâyık görüldü. Türkiye yüksek öğrenim sisteminde de doçent ünvanı taşıyan Sabri Ciğerli’nin Ortadoğu,Türkiye ve Kürtler konularındayayımlanmış çok sayıda Fransızca makalesi ve kitapları bulunmaktadır.