Ey zavallı milletim dinle! Şu anda, hepimiz burada seni kurtarmak için toplanmış… Bulunuyoruz. Çünkü ey milletim, senin hakkında az gelişmiştir, geri kalmıştır gibi söylentiler dolaşıyor. Ey sevgili milletim! Neden böyle yapıyorsun? Neden az gelişiyorsun? Niçin bizden geri kalıyorsun? Bizler bu kadar çok gelişirken geri kaldığın için hiç utanmıyor musun? Hiç düşünmüyor musun ki, sen neden geri kalıyorsun diye düşünmek yüzünden biz de istediğimiz kadar ilerleyemiyoruz. Bu milletin hali ne olacak diye hayatı kendimize zehir ediyoruz. Fakir fukaranın hayatını anlatan zengin yazarlarımıza, gece kulüplerinde içtikleri viskileri zehir oluyor. Zengin takımının hayatını gözlerimizin önüne sermeye çalışan meteliksiz yazarlarımız da aslında şu fakir milleti düşündükleri için küçük meyhanelerinde ağız tadıyla içemiyorlar. Ey şu fakir milletim! Aslında seni anlatmıyoruz. Sefil ruhlarımızın korkak karanlığını anlatıyoruz. İşte onun için sana yanaşamıyoruz. Senin yanında bir sığıntı gibi yaşıyoruz. Hiç utanmıyor muyuz? Hiç utanmıyoruz”.
Yukarıdaki satırlar erken yaşta bize veda eden fakat yazdıklarıyla ilelebet yaşayacak olan yazar ve düşünce adamı Oğuz Atay'a ait. Oyunlarla Yaşayanlar adlı eserinde halka böyle sesleniyordu Oğuz Atay.
Atay'ın yaşadığı dönemden bu yana Türkiye'nin asıl meselesi, – yani ne Kürt meselesi, ne az gelişmiş bir ekonomiye sahip olma meselesi ne de jeopolitik meseleler vs değil, – olan Aydın/halk ikilemi meselesi varlığını tüm şiddetiyle hala sürdürüyor. Eğer Aydın/halk meselesi Türkiye'de çözülmüş bir mesele olsaydı yukarıdaki sorunların da hepsi az ya da çok çözülmüş olurdu.
Türkiye'de Aydın, parmakla sayabileceğimiz birkaç kişi hariç entellektüel değil, ideologtur. Batı sekülerizminin, Batı etnisiteciliğinin, (ayıp olmasın diye Irkçılık demedim, bu arkadaşlar Aydın oldukları için etnisite kelimesini pek severler) Batı jeopolitik stratejilerinin, Batılı ayrılıkçı ve bağımsızlık hareketlerinin, Batı feminizminin, Batı islamifobiasının, Batı mezhepçiliğinin, Batı etnosentirizminin, Batı İsrailciliğinin ve masonculuğunun ideologudur. Bu ideolojisi gözünü kör ettiği için kendi halkının geleneğini, dinini, adetlerini, oy verdiği partiyi ve liderini beğenmez. Kimi zaman bu halk bidon kafa ve göbeğini kaşıyor diye tiksindiği vâkidir.
Oğuz Atay'ın dediği gibi halkı az gelişmiştir ve medeni ülkelerin seviyesine hâlâ ulaşamamıştır. Aydın ise bu seviyeye çok önceden ulaştığından kendi halkına doğruyu öğretmek ve belletmek misyonunu kendisine edinmiştir. Halka akıl öğretir, ona hakikati gösterir, Medyada durmadan halkından şikâyet edip o’na siyasi tercihlerinin yanlış olduğunu söyler ve "doğru" yolu gösterir(!) Sonra da Atay'ın dediği gibi meyhanelerde az gelişmiş halkı niye onu anlamıyor diye kafayı çeker.
Aydın'a göre halkı az gelişmiş olduğu için demokratik ülkelerdeki gibi kendi kendisini yönetme kabiliyetine sahip değildir. Bu yüzden sevgili aydınımız halkına medyada sürekli erken seçim değil, kendi desteklediği koalisyonu önermektedir. Ancak korkulu Rüyası mevcut iktidarın MHP ile bir koalisyonudur ki, bu koalisyonda da bidon kafalılar ve göbeğini kaşıyanlarla baş örtülülere bir de sarkık bıyıklılar eklenecektir. Bu yüzden de ısrarla son derece "Aydınlanmış" ve memleketi de uzun yıllar zorla aydınlatmış olan kesimle, yani CHP ile bir koalisyonda ısrar etmektedir. Aslında HDP’yle bir koalisyon ister lakin terör meselesi yakasını bir türlü bırakmamaktadır. Olmayacak duaya âmin dememek için CHP der.
Ülkemizde Aydın, Kürt Milliyetçiliği hareketinin organik ilişkisinin bulunduğu örgütlerin işlediği suç fiillerine "suç" diyemez, "şiddet" diyemez de onları "sisteme karşı" protesto eylemleri olarak "mazur" görür. Sisteme karşı mı desek AKP ye karşı mı desek daha uygun olurdu? Gezi Hadisesi davasından sorumlu savcının hepimizin, dolayısıyla da Savcının çocuklarının gözü önünde vahşice katledilmesini sahi kaçı lanetledi?
Kürt vatandaşlar barış özlemiyle yanıp tutuşur ve tekrar başlayan terör eylemlerinden rahatsız olurken bizim aydınlarımız, bir başka deyişle de beyaz karşı kültürel radikallerimiz terörü lanetlemekten aciz Kürt hareketinin siyasi liderlerini savunurlar, ona saz çaldırırlar, yere göğe sığdıramazlar. Hakiki bir devrim elbette saz çala çala gelecektir…
Türkiye de Aydın Kürt meselesini olduğu haliyle analiz etmekten çok, kendi siyasi tercihlerine uygun düşecek şekilde analiz eder ve onu yeniden yorumlar. Yeter ki kendi siyasi tercihleri, arzuları gerçekleşsin, bunun için binlerce insan ölüme yollansa da önemli değil… Aydın bunun sorumluluğunu hissetmez, 68 Kuşağı kırılırken hissetmedi, hapishanelerdeki işkencelerde hissetmedi, gezide alevi çocukları ölürken hissetmedi, daha fazlasını sokağa sürmek, daha fazla kan emmek için yaygarasını kopardı… Yeter ki ideolojisi haklı çıksın, yeter ki siyasi emelleri gerçekleşsin, yeter ki iktidar düşsün ve isteklerini kabul etmek mecburiyetinde kalsın… Yeter ki halkın isteğine göre değil, kendine göre bir hükümet kurulsun..
Gezide halkın oyuyla iktidar olmuş hükümete karşı taleplerini sıralarken halk adına konuşmuyorlar mıydı? Biz mi yanlış anladık?
Kürt elitleri ne durumda?
Kürt elitleri farklı mı? Kürt gençlerinin koşarak ölüme gidişlerinde hiç mi sorumlulukları yok? Kürt gençleri boğazlanırken kalem tutan elleri ne yazıyor? Ne yazabilir?
Merhum Cemil Meriç, Aydın olmak için önce insan olmak lazım" der. İnsan olmak içinse. Vicdan lazım. Gençler ölürken buradaki sorumluluğum nedir diye vicdanına sormak lazım. sahiden soran oldu mu yoksa hala her şeyden yalnızca ve yalnızca hükümet mi suçlu.
Türkiye'de aydın, tarihinden utanır, cedlerinden utanır, anne babasının geleneğinden, dininden, ibadetinden, kültüründen kılığından kıyafetinden utanır… Ortadoğulu olmaktan utanır. Şimdi Suriyeli mültecilerden utanıyor… Çünkü o köküne kadar Batılıdır. Meriç'in dediği gibi bizde Aydın, Batılılardan miras kalan ve çoktan onların bile terk ettikleri putlara sarılır. "Düşmanın putlarını takdis eder." Bari kendi putlarını icat et de ona sarıl…
Türkiye'de Aydın, putlarıyla birlikte Başlı başına bir "problem"dir! Kendi memleketini Batıya sürekli şikâyet eden, peşkeş çeken bir "problem". Bu mesele Kürt sorunundan bile daha ağır bir sorundur çünkü bütün diğer sorunlarımızın temelinde durur. Geleceğimizin önünde durur, insanca yaşama imkanımızın önünde durur..
Madem öyle son söz yine Türk aydınının ciğerini bizden çok daha iyi bilen ve onlardan çok çekmiş Cemil Meriç'ten gelsin:
"Türk aydını yangından kaçar gibi uzaklaşıyor memleketten.Hayır kirlettiği bir odadan kaçar gibi."
Ne diyelim? Artık bu kadar kirlettiğiniz yeter!