Uzun bir süredir içimden yazı yazmak gelmiyordu. Sanki yazılanların, konuşulanların tüm anlamını yitirdiği; sözün, yazının bittiği bir noktadaymışız duygusundayım. Bu ruh halim halen de fazlaca değişmiş değil.
Gazete haberlerine bakıyorum. Temmuz 2015’den beri yaklaşık 6000 kişi öldürülmüş. Bu sayı son kırk yılda öldürülenlerin yüzde onundan daha fazlaymış. Bu yıkımın maddi, çevresel, ahlâkî boyutu üzerine zaten kimse konuşmuyor. Gelecekte önümüze nasıl bir toplumsal tablo çıkaracağı üzerine de.
Uluslararası “etkili” yayın organları, “eski” diplomatlar, yeni bir darbe ihtimalinden bahsetmeye, böylesi bir darbenin olasılık ve sonuçları üzerine tahmin ve yorumlar yapmaya başladılar. “Aklıselim” sahibi olup vahim bir gelecek kaygısı olmayan kimse kalmadı.
Toplumsal ya da sosyolojik bölünme, biraz öngörü sahibi olan herkes için, ürkütücü bir boyutta. Bu bölünme belirli ölçülerde sınıfsal karakter taşıyor gibi görünse de, esas olarak ideolojik, ama o ölçüde de yapay.
Mevcut iktidarın kitle tabanı muhafazakâr ve Müslümanlar bir yanda; “modern – elit” laikler diğer yanda. İki grubun içinde de, büyük sermayedarlarından yoksullarına kadar hepsi var.
Bir de, yüz yıldır kimlikleri, eşit vatandaşlık hakları, dini inançları kabul görmemiş, büyük kıyım ve katliamlara maruz kalmış, ama tüm bu inkâra rağmen direnmeye devam eden Kürtler, Aleviler, iyice azalmış Ermeniler vb etnik gruplar ve/ya inanç grupları var.
Bu toplumsal gruplar arasında bugün aşılmaz gibi görünen duvarlar, gerek 2010 Anayasa Referandumu, gerekse 2013’te başlayan barış sürecinde aşılmıştı. Referandumda iktidar partisine yüzde altmış destek verilmiş; Öcalan’ın barış deklarasyonu, coşkulu bir gösteriyle iki milyon Kürt tarafından onaylanmıştı. Her tarafta umut ve barış hayali dolaşıyordu.
Nedenlerini çoğunuzun bildiği — ya da kendine göre yorumladığı — sebeplerden o süreç çöktü. Kendimizi yeniden bir savaş, bir kaos ortamının içinde bulduk. Çocuklar, yaşlılar, hamile kadınlar, sıradan insanlar, askerler, polisler öldürülür oldu. Cesetler günlerce sokaklarda kaldı. Gencecik ölü kadınların bedenleri teşhir edildi. Kürtler evlerin bodrumunda imha edildi.
Aslında orada imha edilen insanlıktı.
Hiçbir toplumun tamamı savaşı, o savaşın ortaya çıkardığı sonuçları kabullenemez, çünkü savaşların ortaya çıkardığı durum insanlık dışıdır.
Böylesi bir kıyım karşısında, CHP etkili bir ses çıkarmadı. (CHP’ye rağmen, CHP’liler de ses çıkarmadı.)
HDP ile en basit demokratik ve insani konularda bile yan yana gelmekten kaçındı. Hattâ daha ileri giderek, silahların sustuğu, kimsenin ölmediği barış sürecini destekleyip yeniden ilerletmek için çalışmak bir yana, mevcut iktidarın bu dönemini yargıya taşıyarak, ölümlerin devamından yana bir politik tutum takındı.
Solun çeşitli örgütlenmelerinde yer alıyor olsalar bile, CHP’ye bazen oy veren, destekleyen aydınlar, sendikalar, meslek kuruluşları, barolar vb. de, sanki — söylemi özgürlük, laiklik, demokrasi olan — böyle bir muhalefet partisi yokmuş gibi davrandılar, davranıyorlar. CHP de bunun rahatlığı ile sanki milyonlara karşı hiçbir sorumluluğu yokmuşçasına, politik bir mevta gibi ortada durmaya devam ediyor.
İktidarların pervasızlığının muhalefetin yeteneksizliğinden, beceriksizliğinden kaynaklandığını bilmeyen var mı?
STK’lar, meslek kuruluşları, aydınlar vb, iktidarı eleştirdiklerinden daha fazla, CHP’den muhalefet olmasını istemek zorunda.
Bu coğrafyada, günümüz koşullarında, dönüştürücü ve etkili bir muhalefet olmanın, bu yıkıcı süreçten kurtulmanın yolu, yüz yıllık devlet ideolojisine AKP ile birlikte teslim olmaktan geçmiyor.
Resmi ideolojinin ilk fabrika ayarlarına geri dönmekten hiç geçmiyor.
O fabrika ayarlarının fiiliyatta hükmü kalmadı…