Ana SayfaYazarlarMikrobesinlerin gücü (2)

Mikrobesinlerin gücü (2)

 

Geçen yazıda, kronik hastalıkların tedavisinde bazı uzmanların sadece gerçek gıda ve gıda takviyelerini kullandıklarından ve bunun ortomoleküler tıp adı altında bir disiplin olduğundan bahsetmiştik. Bu konudaki uzmanlardan biri olan Dr. Michael Gonzales, kanserin metabolik bir hastalık olduğunu, beslenme takviyesiyle tedavi edilebileceğini öngörmekte, "Kanser hücrelerini kemoterapi ve radyoterapiyle öldürmek yerine ortamda oluşan normalin dışındaki tuhaflığı değiştirmeliyiz" demektedir. Çünkü bağışıklığı riske sokmanın akıllıca olmadığını, anormal hücrelerin bağışıklık sisteminin bulup, yok edeceğini söyler. Vitamin C glikoza benzeyen basit bir molekül, kanser hücreleri glikoz alıcısıdır. Ortamda glikoz olmazsa, hücre vitamin C'yi glikoza benzettiğinden içine kabul eder. Oksijen varlığında hidrojen peroksit üretir ve bu da kanser hücresini öldürür.

 

40 yıldır şizofreni hastalarıyla ilgilenen Dr. Gary Wickar, ciddi durumdaki hastalar için ilaç kullanmak gerektiğini kabul etmekte ancak beraberinde ilacın yan etkilerini ve miktarını azaltmak için vitamin ve mineral kullanılması gerektiğini söylemektedir.

 

Dr. Atsuo Yanagisa, cervic kanserini önlemek için yapılan aşıya karşı tepki veren kız çocuklarını haftada iki kez 12,5 ve 25g vitamin C ile iyileştirmiş. Aynı zamanda Fukushima’daki işçilere 2 hafta boyunca damardan 10 g vit C vererek kanser risk düzeyini düşürdüğünü belirtiyor.

 

Dr. Alan Gaby, 6000 hasta üzerinde analiz ve kritik yaptığını, yaklaşık 30.000 çalışma sonrasında beslenme tedavisinin etkili ve güvenilir olduğu ispatlamış, 6000 hastasından edindiği pratiğe göre, rafine şekerin tolere edilemediğinden ilk olarak diyetten çıkarılmasıyla hastanın kendini daha iyi hissettiğini gözlemlemiş. Toplum, diyet ve beslenmeyi bir tedavi biçimi olarak benimsediğinde yıllık sağlık masraflarının %50’sinin düşeceğini iddia ediyor.

 

Zamanının çoğunu kendi bahçesinde gıdalarını yetiştirmeye ve hazırlamaya harcayan Dr. Josef Mercola'nın, "Vücudumuz, sağlıklı kalmaya programlanmış şekilde yaratılmıştır. Onu kendi şartlarına bırakıp, doğru bilgi ve gerçek gıda ile beslersek doğal olarak hastalanmaya gitmeyecektir." sözleriyle aslında hastalığın var olmasının anormal bir durum olduğunu açıklıyor. Mevcut zihinsel aktivite ile birlikte, sevdiklerimiz ve kendimiz için hazırlayacağımız gıdalar için mutfakta zaman geçirerek ihtiyacımız olan fiziksel aktiviteyi de gerçekleştirmiş olacağımızı ekliyor.

 

Bu konuda yaklaşık 12 kitap yazan Andrew Saul, Beslenme, Sağlık bilimi, Bağımlılık tedavisi ve hücre biyolojisi eğitimcisi ve ortomoleküler tıp derneği üyesidir. 180 makalesi yayınlanmış olan Saul, vücudumuzda var olan 40 trilyon hücrede binlerce kimyasal reaksiyon oluştuğunu ve bu tepkimelerin bir vitamin eşliğinde gerçekleştirebildiğini söylüyor. Örneğin Vitamin C’nin sadece kronik hastalıklarda değil küçük yaralanmalarda da işe yaradığını söylüyor. Albeon ve Orleans hapishanelerinde çalışmalar yaparken, mahkumlara şekeri kesmelerini, buğday ruşeymini yiyeceklerine katıp, her gün multivitamin almalarını tavsiye etmiştir. 2-3 hafta sonra çok şişman ve uzun boylu bir mahkum, ona önerisini uyguladığını ve ilk kez zihnini çok berrak hissettiğini söylemiş. 25 yıl önce HIV taşıyan, alkol ve uyuşturucu bağımlısı kötü beslenen ve ilişkileri kötü olan bir hastasının düzensiz olarak multivitamin ama düzenli şekilde yüksek dozda C vitamini aldığını ve şu anda hala sigara içmesine rağmen HIV virüsünün kaybolduğunu görmüş. Öyle ki hasta, kontrol için hastaneye gittiğinde doktorların hiçbir zaman bu virüsün olmadığını iddia ettiklerinden bahsediyor.

 

Andrew Saul, eğer herhangi bir gıdaya aş eriyorsanız, bununla baş etmek için yüksek dozda vitamin C alımı ya da kocaman bir bardak taze sebze suyu içmenin çok işe yaradığını belirtiyor.

 

Andrew Saul, hayatınızdan şekeri çıkardığınızda, otomatikman yapay renk, koku, sentetik kimyasalların çıkacağını, gıda masraflarının azalacağı, hiperaktifliğin azalacağı, kötü yağ alımının azalacağını, bahçenizden taze sebze ve meyve tükettiğinizde herhangi bir yiyeceğe bağımlılığın kaybolacağını söylüyor. Trigliserit, LDL'nin düşürülüp HDL'nin artırılması ve şizofreni, depresyon, obsesif, kompulsive bipolar bozukluklar, endişe, osteoartritten uzak durmanın en ucuz ve kolay yolunun Niasin (B3 vitamini almak) olduğunun altını çiziyor.

 

Newyork'ta bağımsız bir derginin yaptığı çalışmada sigara ve alkol bağımlılarında, 20 yıl önce yapılmış bir çalışmada; Vitamin C alan bağımlının, sigarayı içse bile sigara sayısını azaltarak kendisini kontrol edebildiği gözlemlenmiş. Uzmanlar buna placebo etkisi deseler de işe yaradığını görmüşler. Hatta sigarayı bırakan insanların vitamin C aldıklarında iştahlarının da bir parça azaldığı sonucunu elde etmişler.

 

Peki günlük alınması gereken besin öğeleri miktarı nasıl belirleniyor derseniz; Amerikan gıda, ilaç dairesi (FDA) 20-40 yaş arası günde 5500 kal tüketen sağlıklı kişilere göre bir standart belirlemiştir. Üretilen  takviye ürünler, FDA'nın belirlediği RDA (günlük alınması gereken miktar) değerleri göz önünde bulundurularak hazırlansa da dünyadaki diğer sağlık kurumlarında farklı değerler benimsenmektedir. Örneğin D vitamini için FDA 200- 400 IU, kanada sağlık örgütü 600-800 IU, D vitamini kurulu için bu oran 200 IU iken, Ortomoleküler tıp birliği ise D miktarını 1500 IU olarak belirlemiş.

 

Bütün bu çalışmalar ve sonuçları belki de bildiğiniz ama yine de kronik ya da ağır akut bir hastalıkta denemekte çok güven verici bulmayacağınız deneyimler olarak görünebilir. Ayrıca -gıda gibi tüketilecek bir takviye bağımlılığı oluşabilir mi?-  sorusunu akla getirebilir. Fakat dünyadaki kirliliği ve gıdaların tohumlarından hazırlanışına kadar GDO, tarım ilaçları endüstriyel üretimin meydana getirdiği yiyeceklerdeki besin öğelerinin kaybolması ile beraber ağır metal ve zehirli maddelerin tehlikeleri düşünülünce özellikle biz kentlilerin ekstra mikro besin takviyesine ihtiyacı olacağı kaçınılmaz gibi görünüyor. Bununla beraber sadece yediklerimizle sağlıklı ve enerjik kalabileceğimiz gerçek gıdaların üretileceği yeni bir dünyanın var olması için de mücadeleye devam etmemiz gerekiyor.

 

Dünyada takviye ürünlerini tamamen doğal maddelerden üreten az sayıda küçük firmaların mevcut fakat oldukça pahalı olduğunu biliyoruz. Üstelik, yazıda bahsettiğimiz tüm çalışmalar normal dükkanlardan alınan takviye ürünlerle yapılmış. Bu ürünleri alırken nelere dikkat edeceğiz konusuna gelince; Andrew Saul, öncelikle takviye ürünün kimyasal üreten çok büyük firmalarla ilişkili olup olmadığını kontrol edilmesi gerektiğini belirtiyor. Ayrıca  soya, nişasta, glüten, maya, mısır, renk maddesi gibi GDO  ürün içermesi muhtemel hammaddelerden yapılmamış olanları tercih ile -her bir mikrobesinin vücudumuzun emilimine uygun bileşik formunda olup olmadığına dikkat edilmesi iyi olacaktır- önerisini yaparak, taze sebze, zerdeçal, zencefil, acı biber gibi önemli baharatların sürekli tüketilmesinin altını çiziyor.

 

 

- Advertisment -