Ana SayfaYazarlarMümkün-iyi bir eğitim sistemi arayışı

Mümkün-iyi bir eğitim sistemi arayışı

 

Artık miadını dolduran modern eğitim sistemi (veya Modern Çağın eğitim sistemi) yerine, yeni ve farklı bir perspektifle geliştirilecek bir eğitim sistemine ihtiyaç var.

 

Yeni eğitim arayışında öncelikli dikkat edilmesi gereken husus, “ideal” bir sistem arayışı hatâsına düşmemektir. Onun yerine benim önerim, mümkün-iyi bir eğitim sistemi arayışıdır.

 

Bir şeyin idealinden bahsedildiğinde ilk çağrışım mükemmelliktir. Mükemmellik bir tamamlanmışlık ve kusursuzluğa atıfta bulunur. Oysa beşer dünyasında nihai bir tamlık ve kusursuzluk halinden söz edemeyiz. Bir şeye mükemmel denilirse, onda çeşitli aksaklıklar bulunamaz; aksayan veya iyi işlemeyen yönleri olduğu kabul edilemez. Dolayısıyla ideal bir eğitimden bahsettiğimizde esasen donmuş, statik ve eleştiriye kapalı bir sistemden bahsediyoruz demektir.

 

“İdeal” olandan söz etmedeki ikinci sorun, bir teklik çağrıştırıyor olmasıdır. Herşeyin ideali tek olur. İdeal olan tekildir; çokluğun veya çoğulculuğun ideal olanın içinde barınması pek kolay değildir. Bir şeyin zaten idealine ulaşılmış ise, öteki alternatifler gözden çıkarılmalı, geçersiz hale getirilmelidir. Bu yüzden “ideal,” tek bir mükemmel hakikate odaklanmış ve büyük ölçüde totaliter bir içeriğe sahip, ya da totaliterliğe yatkın bir kavramdır.

 

İdeal kavramında beni rahatsız eden bir diğer boyut, bir aşkınlık çağrışımını içeriyor olmasıdır. Bir şeyin ideali, sıradan ve kusurlu olan, yani “ideal” olmayan insanın talepleri, arzuları, tercihleri, eğilimleri, deneyim ve kavrayışının ötesinde yer alana, “aşkın” olana göndermede bulunur. İdeal olanda, sıradanlığın kusurları, zaafları, korkuları ve beceriksizliklerini aşmaya veya bunları yok saymaya çalışan bir taraf vardır. İdeal olan mükemmelliği de içerdiğinden, bir de aşkınlık ile birleşince, zaaflar ve kusurlarla yüklü sıradan insanlar sayesinde ve bilinnen dünyada pratiğe geçirilmesi imkânsız bir ütopya vücut bulmaktadır.

 

Bu yüzden, ideal olan yerine “mümkün-iyi” olan üzerine düşünmek çok daha doğru olur. Mümkün-iyi bir eğitim kavramını, aşkınlık iddiası olmadığı ve insanın sınırlılığının farkına vardığı için uygulanabilir; tamlık ve mükemmellik iddiası olmadığı için sürekli değişime açık ve dolayısıyla esnek; teklik iddiası olmadığı için çeşitlilik ve farklılıklara yer açan çoğulcu bir sistemi ifade etmek için kullanıyorum.

 

Yeni bir eğitim perspektifi oluştururken, hem ahlâken savunulabilen hem de fayda sağlayan bir sistem üzerinde düşünülmesi gerekir. Hem ahlâki hem faydalı olanın aynı sistemde asla bir araya gelemeyeceğini düşünenler, mümkün-iyi yerine ideal olanı aramaya alışmış zihinlerdir.

 

Ahlâken savunulabilir olandan kastım, insanların rızalarını temel alan ve tercihlerinin girdilerden biri olarak sisteme yansımasına izin veren bir sistemdir. Örneğin ahlâken savunulabilir bir sistemde, Alevilerin çocukları esas olarak Sünni İslam anlayışına göre oluşturulmuş bir din dersini almak zorunda kalmamalıdır.

 

Faydadan kastım, ilk olarak, eğitim alanların (eğer buna niyetliyseler) kendilerini iyi şekilde geliştirmelerini ve/veya mesleklerinde, yaptıkları işte (o her ne ise) nitelikli ve yetkin olmalarını sağlayan bir sistem olmasıdır. İkinci olarak, arz ile talep arasındaki ilişki ve dengeyi kendiliğinden ve akıcı şekilde kurabilen bir sistem olmasıdır. Örneğin bu yeni sistem, bir yanda ihtiyacı olan pozisyonlara aradığı nitelikte eleman bulamamaktan yakınan işverenler, diğer yanda işsizlikten yakınan kitleler, yıllarca devletten atama bekleyen diplomalı işsizler yaratmasa iyi olur.

 

Mümkün-iyi bir eğitim sisteminin temel fikrî zeminini kabaca da olsa attıktan sonra, daha somut ilkelere doğru ilerleyebiliriz. Bana göre, yeni bir eğitim sistemi aşağıdaki genel ilkelere uyan bir çerçevede düşünülmelidir.

 

1. Zorunlu eğitim kaldırılmalıdır.

 

Zorunlu eğitim devletin vatandaşları dilediği gibi standardize edebilmesi, kimseyi es geçmeden tüm yurttaşları belirli bir ideoloji doğrultusunda endoktrine edebilmesi için düşünülmüş bir kuraldır. Önceleri zorunlu kısmı daha kısaydı; zamanla kaldırılacağına, refah artışıyla birlikte zorunlu eğitim süresi daha da arttırıldı. Kişileri rızaları hilâfına eğitim görmeye zorlamak, ahlâken savunulabilirlik kriterine aykırıdır.

 

Zorunlu eğitimden beklenen en temel fayda, vatandaşları kolay ve hızlı bir yoldan endoktrine edebilmektir. Buradaki fayda öznesi yurttaşlar, sıradan bireyler değil, devlettir veya son tahlilde yönetici elitlerdir. Eğitimin kişiye de fayda sağlayacağı iddia edilebilir. Ancak eğitim almanın kişinin mutluluğunu artıracağı, hayatını kolaylaştıracağı veya onu daha sağlıklı ve başarılı kılacağının garantisi yoktur. Pek çok örnekte aksi bile olabilir. Öyle bile olsa, kişiler hayatlarının amacı olarak mutluluk, refah veya kariyer başarısı tercihlerinde bulunmayabilirler, ya da bunları eğitim dışı yetenek veya avantajlarla elde etmeyi deneyebilirler. Örneğin formel bir eğitimle zaman kaybetmek yerine, erkenden çalışmaya başlayarak pratik içinde kendilerini yetiştirmeyi yeğleyebilirler.

 

2. Çocuğun eğitimiyle ilgili her konuda ebeveynler tek ve asıl yetkili olmalıdır.

 

Çocuğun nasıl bir eğitim alması gerektiğine, kaç yıl alacağına, hangi tip bir okulda, hangi metotla eğitileceğine karar verecek merci, devlet değil, çocuğun ebeveynleridir. Böylece aileler, çocuklarının meslek ve kariyer planlamasında, beceri ve yetenek gelişimlerinde, değer ve inanç eğitimlerinde, gerçekten olması gerektiği gibi belirleyici olabilecektir. Ebeveynlerin, özel örneklerde aksine bir durum kanıtlanmadıkça, kendi çocuklarının çıkarı ve iyiliğini başka bir kişi veya makamdan daha çok düşünecekleri kabul edilmelidir. Rıza ve tercih kriteri çocuklar yetişkin oluncaya kadar aileleri üzerinden izlenmek zorundadır, meğer ki suç oluşturacak bir durum bulunmasın.

 

3. Eğitimin devletin görevi olduğu fikri terk edilmelidir.

 

Devletin eğitim işini üstlenmesi hem fayda hem ahlâk kriteri bakımdan problemlidir. Devlet böyle devâsâ bir sistemi verimli ve etkin şekilde yönetebilecek kabiliyette bir mekanizma değildir. Karmaşık ve gelişmiş bir toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak türde, tipte ve nitelikte eğitim sunamaz.

 

Kontenjanlar, örneğin, bir tür merkezi planlama yoluyla belirlendiği için talepten fazla mühendis, talepten az doktor mezun edebilir. Piyasanın taleplerine duyarlı ve buna cevap verecek bir esnekliğe sahip olmadığı için, alt kademe teknik eleman ihtiyacına da cevap vermekte zorlanabilir. Sisteme giren para, emek ve zaman ile çıktılar arasında büyük uçurumlar oluşur. Çok yüksek maliyetler karşın yeterli donanımı alamamış ve ihtiyaçlara cevap vermeyen “eğitimli” bir yığın yaratır. Devletin kendi işi olmayan alanlardaki verimsizliği ve beceriksizliği, pek çok örnekte kanıtlanmış bulunuyor. Ülkemizde, devlet okullarındaki yabancı dil eğitim süresi ile bu eğitimi alan insanların yabancı dil bilgisi arasında uçurum, bu konuda bir fikir verebilir.

 

Devletin eğitim işinde yer alması ahlâken de problemlidir. Her eğitim programı hem eğitim disiplini hem siyaset bakımından bir “ideoloji” içermek zorundadır. Eğitimin ontolojisi ve epistemolojisi, metot ve teknikleri, güdülen amaçları ve beklenen faydaları bakımından farklılıklar içeren değişim eğitim “ideolojileri” mevcuttur. Diğer taraftan, eğitimin içeriğinin ve müfredatın nasıl ve ne ile oluşturulacağı sorusuna farklı siyasi ideolojiler tarafından farklı cevaplar verileceği de kesindir. Örneğin şu veya bu nesil(ler) dindar mı, çağdaş mı olmalıdır?

 

Şimdi, eğitimin devletin görevi olması demek, hem bizzat eğitim açısından hem de siyaset bakımından bir ideolojik tercihte bulunmayı zorunlu kılar. Bu ideoloji ne kadar esnek olursa olsun, çoğu ebeveynin istek ve taleplerine cevap veremeyecektir. Onların rızaları hilafına çocukları yetiştirilmiş ve çocuklarına belli bir “ideoloji” dayatılmış olacaktır. Bir başka şekilde söylersek, ortak kamu kaynakları bazılarına adaletsizlik ve zorbalık yapmak için seferber edilmiş olacaktır.

 

Şunu unutmamak gerekir: Eğitim her zaman ve her koşulda ideolojik olmaya mahkûmdur. Dolayısıyla insanlara, rıza gösterebilecekleri eğitim modelleri arasında tercih fırsatı sunmak gerekir.

 

4. Devlet okul tipi, süre, müfredat, yöntem ve metodoloji ya da giyim-kuşam ve benzeri bakımlardan “tek tip” eğitimi veya belli bir içeriği dayatmamalıdır.

 

Devletin bizzat eğitim vermesini önlemek, bu meseleyi çözmek için yeterli değildir. Zira devlet tüm okul veya diğer eğitim programlarına aynı ve ortak bir müfredatı zorunlu koşabilir. Ortak metot ve teknikleri dayatabilir, ortak ölçme değerlendirme yöntemlerine zorlayabilir.

 

Bu durumda, mevcut (modern) eğitimin tek-tipçi, devletçi ve merkeziyetçi olmasından kaynaklanan sorunlar devam edecektir. Belki kamu maliyetleri bakımından bir azalma olacaktır, ancak fayda ve ahlâkîlik bakımından mevcut kusurlar sürüp gidecektir.

 

Eğitim tek-tipçi bir şekilde verilmeye devam ederse, devlet bu işi sadece kendi eliyle yürütmek yerine, eğitimde taşeron kullanarak dayatıyor olacaktır. Bu takdirde sorunlar ortadan kalkmış olmaz; mesele sadece yeni bir vitrine kavuşmuş olur.

 

Mümkün-iyi bir eğitim perspektifin ana çerçevesinin böyle olması gerektiğini savunuyorum. Elbette bu perspektif üzerinde düşünülmeye, tartışılmaya ve geliştirilmeye açıktır.

 

Bu sistemin kabaca neye benzeyebileceğini ve gelebilecek çeşitli eleştiriler bakımından yapacağım tartışmayı bir sonraki yazıya bırakıyorum.

- Advertisment -