Ana SayfaYazarlarYurtsuzlaşmış parçalanmış kimlikler

Yurtsuzlaşmış parçalanmış kimlikler

 

İlki Şehrin Gizli Dili başlığıyla 2010’da, ikincisi 7 Vadi 60 Kanat Gölgesi adıyla 2013’te açılan Uluslararası İstanbul Trienalinin üçüncüsü Eylül’de Yurtsuzlaşma konseptiyle açıldı. Zorunlu göç ve sürgünün doğurduğu mültecilik meselesine eğilen sanatçılar çok önemli ayrıntılara eğilmiş. Aidiyet duyguları zedelenen, kimlikleri parçalanan insanların yoksunluğu ele alınmış.

 

Resim, enstalasyon, video, düzenleme, grafik gibi farklı görsel sanatlarda eserlerin yer aldığı serginin küratörü olan ressam Hülya Yazıcı’nın NAAS adlı çalışması insanlığın hangi bütünden geldiğini gösterip ilahi bilgi ve açıklığa dikkat çekiyor.    

 

Duvarda teleskopla çekilen göz şeklindeki galaksi fotoğrafı. Yerde ise toprağın içine gömülü kozalaklar.  İnsan başkasına zarar verdiğini sanırken yakmaya çalıştığı aslında kendi evi yıktığı kendi insanlığı ve büyük bir göz onu izlemekte. Yere serili toprak dünyayı, içine gömülen kozalaklar bilgiyi temsil ediyor.

 

Zain Al Ahmad’in Tufan adlı çalışmasında ise küle dönmüş Suriye şehirleri resmedilmiş. Adaletsizlik ve kötülük haddi aştığında insanlık azim bir imtihandan geçer. Suriye halkının başına gelen herkesin imtihanı. Gılgamış Destanında insanların akibetini öğrenmek için uçurulan kuşların getirdiği habere göre bütün şehirler küle dönmüş ve onlar da konacak bir yer bile bulamadan geri dönmüşlerdir. Bunu hatırlatıyor simsiyah resmin kara kuşları.

 

Kars üniversitesinden Uğur Özen’in Yermük Mülteci Kampı’nda resmettiği büyük yürüyüş ve gösteriyi hepimiz hatırlıyoruz basından. Hakkını isteyen ve bütün dünyaya seslenen on binlerce insan gözümüzün ta içine bakarak bize doğru yürüyor. Göz hizasından bakan, yüzleriyle konuşan, bütün varlıklarıyla sağır dünyaya seslenen insanlar. Yine kuşlar uçuyor siyah renkli, tanık olunmayan acıların, hatta konuşamadan ademe mahkum olan sessiz varlıkların doğanın ve cümle savaş mağduru canlıların da temsilcileri olarak. Yaşadıkları kıyım dışa vurmuş. Öne çıkan insan yüzlerindeki asalet ve bilinç düzeyi önemli. Büyük bir halkın temsili olan bu yüzler kendini anlatmaktan savunmaktan aciz olmayan ama sesi kısılan varlığı hiçe sayılan bir halka şahadet ediyor.

 

İbrahim AlHassoun’un İsimsiz adlı çizimlerinde olayların yıkımların içinde kaybolmaya yüz tutan ve güçlükle seçilen insan suretleri var. Artık insan olmakla ilgili bütün görüntüleri, değerleri, işaretleri silmeye yönelmiş savaşlar var. Başkasına kastettiğini sanırken, ötekine yapılanı seyrederken, “yabancı ve bize benzemeyen” kategorilerini üretirken insanın silip uzaklaştırdığı şey kendinden başkası değil aslında.  

 

Sergide 15 Temmuz darbe girişimine de göndermeler var.

 

Ayşe Taşkent iman ve bedenleri dışında hiçbir güçleri olmadan tankların önüne çıkan, özgür bir ülkede yaşamamız uğruna canlarını siper eden şehitlerimizi anmış. Onların isimlerini etkileyici bir tasarım içine yerleştirerek.

 

Cem Mehmet Eren’in şiiri Fırat Erez’in düzenlemesinden oluşan ortak çalışmada, cama yazılan şiirin eksik harfleri duvarda iğreti duran sayısız kağıt parçasına dağılmış vaziyette.

 

“Terhis olan er bulamaz doğduğu evin sokağını” şiirinden dizeler: Öyle güzeldin ki o gece/Unuttum belletilen tüm devrim öykülerini/Çiçeği bir tankı ezerken gördüm/Şiir son dizesiyle buluştu köprüde/Meleğini arayan kadınlar/Yolun başında yola hazır bir çocuk/ Rüzgar bu kokuları nereden bulur.

 

 

Kağıtlarla birlikte harfler de düşüyor, bu şiirin azalması, şiir azalırsa biz de azalırız. Kelimelerin düşmesi insanın düşüşü. Buna nasıl son verebiliriz?

 

Gönüllü üniversite öğrencilerinin çabasıyla “iki el bir fırça” konseptiyle çocuklara yaptırılan resimler ipuçlarıyla dolu. Biri Türkiyeli, diğeri Suriyeli mülteci olan iki çocuğun aynı kağıda ortak resim yapması karşılıklı anlayış ve diyaloğun gelişmesine, ön yargıların kırılmasına, hayallerin ve umutların birleştirilmesine katkı sağlamış. Mesela itfaiyeci olmak isteyen İstanbullu Salih ile cerrah olmak isteyen Şamlı Muhammed birlikte bol ağaçlı yemyeşil bir kır çizmişler fakat kimi karaltılar var aralarda, hatta kurşun yağıyor resmin bir ucundan. Resmin aşağısında ise tam da erkek çocukların hayallerini süsleyen kırmızı yeşil harika bir araba ve onun yanında iki kişi var ama resmin yukarısından gelen karaltılar bu rengarenk arabalara doğru geliyor. Burada gelecek hayalleri nasıl da baltalanıyor ya da nasıl da hiçbir şey onların hayallerini baltalayamıyor ve kimse umutlarını kırmayı başaramıyor diye çift yönlü düşünmek mümkün. Pırıl pırıl bir gökyüzü bir başka resimde. Masmavi bulutlar. Bunu biri Bursalı diğeri Halepli iki çocuk yapmış sanırım. Fakat kuşların arasında bombaları atan bir uçak girmiş. Belli ki bunu Suriyeli küçük sanatçı eklemiş, Türk partnerine durumu anlatmak için.

 

 

Aleksandra Farazin’in “hayat beşiği” çalışması da manidar. Suriye iç savaşı başladığından bu yana 140 bin çocuk ülkesinden uzakta doğdu ve çeşitli gerekçelerle kaydedilmediler. Yurtsuz çocuklara yönelik yok saymaya dikkat çekmek isteyen çalışma öte yandan da ümit vaadediyor. Yeni doğan bir bebek insanlık için daima yeni bir başlangıç ve başkalarına temiz bir kalple yönelebilmek için altın fırsat. Hasırdan beşiğin yemyeşil bitkilerle çevrelenmiş olması umuda işaret ama biraz dikkat edilince görülen dikenimsi materyal sadece mültecilerin değil genel manada insanın bu dünyadaki varlığının öyle kolay olmadığının göstergesi.

 

Haftaya diğer çalışmalara değineceğim nasipse. Sergi 25 Eylüle kadar Maksem Cumhuriyet Sanat Galerisinde (Taksim) gezilebilir. 

- Advertisment -