Tam da beklediğim gibi oldu. Ben, siyaset erbabına; Türkiye’nin güç kullanıcılarına hayatımda asla sofistike özellikler yüklemedim. Çok yüzeyde yürüyen; niyetlerin bariz olduğu, kendini açığa vuran bir pratiktir aslında siyaset. Bazen, gözüken durumun gizlediği amaçlarla, şaşırtıcı çalımlarla karşılaşabiliriz. Fakat, ince tasarlanmış manipülasyonlar, akla gelmedik kurnazlıkta tuzaklar, son dakikaya kadar fark edemediğiniz hileler, genellikle heyecan arayan sinema müşterisinden para kazanan yapımcıların hayal gücünün ürünüdür, gerçek siyasetin değil… Siyaset, genellikle kamuya açık oynanan ve siyasi okur yazarlığa sahip makul bir gözlemcinin analiz edebileceği bir pratiktir. Komplo teoricilerinin çok sevdiği, ama sıklıkla yanıldığı bir sektördür. En azından benim kanaatim böyle.
Evet; beklediğim gibi oldu ve iktidar (Erdoğan + Devlet) İmamoğlu’nu oyunun dışına itme hamlesi yaptı. Çok basit ve düz bir hedefleri var: Seçimleri kazanmak. Çok şaşırtıcı değil ama meşruiyeti bu derece umursamayan bir yöntem de, sıkışmışlığın derecesine işaret ediyor. Sanki, “Putin gibi zehirleyelim” diyenlerle “yok mahkemeyle halledelim” diyenler tartışmış, ikinciler ağır basmış gibi. Bu bir ironi tabii; Putin kimseyi zehirletmediği gibi, bizim ülkemizde de kimsenin aklına gelmez böyle şeyler. Hakimlerimiz de bağımsız hür iradeleriyle şey yaparlar… Şeriat keser ve acı duymak yasaktır…
Evet, anlaşıldığı gibi çok düz, çok basit düşünüyorum: İmamoğlu aday olursa bu seçimi kazanır. İmamoğlu İstanbul’u Binali beyden değil, Tayyip beyden söküp aldı. Erdoğan, önce geride durur gibi yaptı; dayanamadı veya çağrıldı ve mahalle mahalle, meydan meydan dolaştı; “beka” dedi, (burası komik) “Sisi” dedi, terör dedi, şunu dedi bunu dedi, İmamoğlu’nu durdurmaya çalıştı. Sonuç?
Peki, o günlerden bugünlere gelirken koşullar kimin lehine gelişti? Daha da kaybeden kim; daha da kazanan kim? Cevap çok açık değil mi?
Siyaset sofistike değil ama tabii asla bu kadar da basit ve düz değil. Siyaset baştan aşağı güç kavgası ve durmadan iştahlı öbekler üretiyor.
Şimdi konunun çok daha ciddi ve can alıcı kısmına geldik.
Kılıçdaroğlu ve çok tanımadığımız ekibi, bir strateji geliştirdi. Önemli söylemler kurdular. M. Kemal’in askerlerini kızdıran; ulusalcıları köpürten kapılar açtılar. Bizim gibi demokratların tatlı bulduğu; ”işte dönüşümün güvenilir adamı” dedirten yeni bir siyasal pozisyon aldılar. CHP’ye tutunmuş o kocaman “kayıp kuşak” bunu çok anladı ve sevdi mi? Bence hayır. Ama bu, Kılıçdaroğlu’nun iktidar uğruna yürüdüğü yolu önemsizleştirmez. İyi işler yapıldı…
Adaylık ve güç mücadelesi açısından aynı şeyleri söyleyemiyorum. Kılıçdaroğlu ve ekibi, her siyaset odağı gibi iktidarı ele geçirmek istiyor. Yavaş yavaş, adım adım aday olarak kabul ettirme söylemi kurdular. Diğer ismi geçenlere alanı kapattılar. Aslında “nezaketli dayatma” yöntemi diyebiliriz buna. Muhalefetin diğer ortakları da “nezaketli direnç” tutumu geliştirdi. Çünkü, kanımca Kılıçdaroğlu’nun geliştirdiği demokratik siyasete değil, adaylık performansına itirazları vardı. Zayıf buluyorlardı açıkçası. Bunu da giderek göze batan biçimde belirtmeye başladılar (Akşener bunun açık işaretlerini verdi; Babacan’ın da farklı düşündüğünü hiç zannetmiyorum). Nitekim Kılıçdaroğlu’nun adaylığını savunan çevreler bile, esas olarak onun performansına değil, muhalif blokun iç uyumu ve desteğine güvenmemiz gerektiğini telkin etti sürekli. Onlara göre, Kılıçdaroğlu’nun personası Erdoğan karşısında sönük kalıyor olabilirdi ama muhalif blokun seçmen desteği, onun seçimi kazanmasına yetecekti. Önemli olan iç bütünlük ve tam destekti. Ben hiç bu kadar rahat olmadım doğrusu.
İmamoğlu kendini hep denklemin içinde gördü ve orada durmayı başardı. Bana sorarsanız, adaylık iddiasını Kılıçdaroğlu’ndan daha iyi yönetti. Çok acemice tökezlemeleri oldu. Ama hiç kopmadı ve son dönemde yine öne çıkmaya başladı…
Şimdi önemli bir kırılma noktasına geldik. Bu karar bambaşka bir atmosfer yarattı. Ortada çok açık, gayrimeşru bir siyasal saldırı var. Muhalefet, güçlü, ortak bir tepki vermelidir ve belli ki bunu yapacaktır. Bu hamleyle iktidar, muhalefetin içini karıştıracak, adaylık tartışmasını köpürtecek bir sonuç hesap ettiyse hayal kırıklığına uğrama ihtimali yüksektir. Tersine muhalefeti konsolide edecektir. Bunun ilk işaretlerini de aldık.
Fakat bu, iktidar açısından güçlü de bir hamle aynı zamanda. Muhalefeti kendi istediği biçimde şekillendirme, budama, meydan okuma girişimi. Kanımca bu hamleye karşı en etkili cevap, Ekrem İmamoğlu’nun ortak aday olarak açıklanması olacaktır. Bunu kamuoyu önünde Kılıçdaroğlu’nun önermesi, iktidarın oyununu tersine çevirebilir.
Muhalif partiler, ekipler, hizipler velhasıl yelpazenin tüm aktörleri, iktidarın bu cinneti andıran saldırısıyla, aslında müthiş de bir fırsat yakalamış görünüyorlar. İstanbul’u Erdoğan’dan kopartmış, CHP kimliğiyle çok özdeşleşmemiş, muhafazakârlara da, Kürtlere de güçlü pencereler açmış bu özgün kimliğe yatırım yapmak ve Erdoğan’ı tahtından indirmek… Evet, bu fırsat bu kararla daha da büyüdü.
Adaylık konusunun ertelenmesi, bu saatten sonra saçmalığa dönüşecektir. İmamoğlu’nun adaylığı açıklanmalı ve en önde Kılıçdaroğlu olmak üzere diğer liderlerle el ele ülke çapında kampanya başlatılmalıdır. Karar kesinleşmeden alınacak mesafe çok önemlidir. Böyle bir kampanyanın büyük bir toplumsal dalga yaratacağını düşünüyorum.
Eğer bu kampanya toplumu ayağa kaldırırken iktidar bir hamle daha yapar, mahkeme kararını kesinleştirme ucuzluğu üzerinden sonuç almaya kalkarsa, kimi aday gösterse muhalefetin kazanacağına iddiaya girmeye hazırım.
Türkiye’mizi bir vuruşta düzeltelim arzusunu anlıyorum. Geçiş sürecinin olası baştan çıkartıcılığına karşı Kılıçdaroğlu’nun güvenilir bir kimlik sunduğuna hiç itirazım yok. İmamoğlu’nun buram buram popülizm ve güç arzusu kokan havasının da farkındayım. Ama hayat böyle; risklerle ve gerçekçi adımlarla ilerliyor. “Önce seçimleri garantiye alalım, sonrasını o zaman düşünürüz”cüyüm… Ayrıca, İmamoğlu veya herhangi bir isimden, kendileri isteseler de yeni bir Erdoğan çıkmaz, çıkamaz. Türkiye bu tek adam tecrübesinden geçti ve muhalefet bu ucube, keyfi otoriteyi tasfiye etme vaadiyle yola çıktı. Erdoğan, tartışılması bu yazının konusunu çok aşan tarihsel koşulların bir ürünüydü. Bugün ne o koşullar var, ne de öyle bir lider profili. “Kovboy kızı kurtardı; şimdi kızı kovboydan kim kurtaracak” sendromunun bir karşılığı yok kanısındayım.
Bir özetle başlığa döneyim. İktidar hiç de sofistike planlarla filan değil; Erdoğan’a çok yakışan güdülerle bir hamle yaptı. Sonuç da alabilir; tam tersine, altında da kalabilir. Ateşle oynuyor. Ama ateşle oynayan sadece iktidar değil; Kılıçdaroğlu da ateşle oynuyor. Yapmayın…
Elleriniz yanar…