“Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi”
Yaşamın Ucuna Yolculuk – Tezer Özlü
Geçtiğimiz yıl İran’da 22 yaşındaki Mehsa Emini’nin giyim kurallarını ihlal ettiği gerekçesiyle ahlak polisine bağlı İrşad Devriyesi tarafından darp edilmesinin ardından ölümü ile başlayan ve ülke çapında yaygınlaşan protestolarla kadının insan hakları konusunda güçlü bir halk tepkisi ve talebi ortaya konmuştu.
Ancak bir süredir bir dip dalga olarak kız çocuklarının okullaşmasına karşı vahşice ve insan onuruna yakışmayan bir cana kast eylemi gerçekleşiyor.
Sadece 4 Mart Cumartesi günü 70 kadar kız okuluna kimyasal saldırı yapıldığı ve 1.000’in üzerinde öğrencinin hastaneye kaldırıldığı bir ülkeden söz ediyoruz. Kermanşah’daki Rezvan Kız Okulu’ndan Lahican’daki Tac Gerdun Kız Okulu’na, Tahran’daki İmam Hadi Kız Okulu ve Nurferhen Kız Okulu’na, Kum’dan Borucerd’e dek onlarca kentteki kız okulunda öğrenciler kimyasal saldırının hedefi oldu. İranlı insan hakları grupları, bugün itibarıyla 7.000’in üzerinde çocuğun en az 103 okulda zehirlendiğini ileri sürüyor.
Gelen öğrenciler baş ağrısı, kusma, göğüs darlığı, hızlı nefes alma, ishal, düşük tansiyon gibi belirtilerden mustaripti ve vakalar sadece tek şehirle sınırlı kalmadı; ülkenin en ücra kasabalarına dek uzandı ve yüzlerce kızı kapsar hale geldi.
Hastanelik olan kız öğrenciler, bayılmadan önce güçlü bir koku duyduklarını söylerken, bazı ebeveynler ise bir patlamanın ardından yanık plastik kokusunun ortaya çıkmasıyla çocuklarının bayıldığını aktardılar. Hatta bazıları bu kokunun portakal veya naneye benzediğini ileri sürdü. Doktorlar ise, organik fosfat zehirlenmesine dikkat çekiyor.
Sahaya gönderilen toksikoloji uzmanları, herhangi bir kimyasal madde veya gaz izine rastlamadıklarına dair raporlar hazırladılar. İran yargısı da soruşturmalarda herhangi bir bulguya varmadığını açıkladı.
Uluslararası kamuoyu yetersiz
Ancak her ne kadar zehirlenme vakaları üç ay kadar önce -hatta net tarih vermek gerekirse, 30 Kasım günü- başlamış olsa da, henüz bu konu uluslararası kamuoyunda yeterince destek görmedi.
Geçen hafta Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Ofisi, şüpheli zehirlenme vakalarına dair saydam bir soruşturma yürütülmesi çağrısında bulunurken, münferit şekilde Almanya ve ABD bu konudaki endişelerini dillendirdi.
Ortada öldürücü bir saldırı olmasa da, organize bir şekilde gerçekleşen ve ağırlıklı olarak kız öğrencileri hedefleyen bu zehirlenme vakalarının ardında kimlerin olduğunun ortaya çıkarılmasında uluslararası kamuoyunun sesini daha gür çıkarması, velev ki -pek ihtimal verilmese de- rejime karşı bir saldırı ise rejimin de kendi vatandaşlarının güvenliğini sağlamak için bu krizi çözme gereği de açık.
İran Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney, Pazartesi günü yaptığı açıklamada, “Bu, toplumun en masum kesimine, yani çocuklara karşı işlendiği için affedilemez bir suçtur. Bu olayda parmağı olan kişi veya gruplar hızlı bir şekilde bulunmalı ve en ağır şekilde cezalandırılmalıdır” dedi.
İran meclisinin sağlık komisyonu üyesi Dr. Homayoun Sameyah Najafabadi ise, okul çağındaki kız çocuklarının zehirlenmesinin kasıtlı olduğunu söyledi. Benzer şekilde İran genel başsavcısı Cafer Muntazıri de bu olayları “kasıtlı kriminal olaylar” şeklinde açıkladı.
Kimilerine göre ise “biyolojik terörizm” olarak sınıflandırılması gereken bu seri saldırı zinciri, ülkede başörtüsü protestolarının bir misillemesi olarak görülmeli, zira özellikle lise çağındaki cesur kız çocukları, Hamaney’in ördüğü korku duvarını yıkmaya yönelik son protestoların “liderleri” arasındaydılar.
Zehirlenme vakaları yaygınlaştıkça ve bunların münferit olaylar olmadığı anlaşılınca kız çocuklarının okula gitme eğilimi de azaldı. Geçen hafta Tahran’ın 85 mil güneyindeki Kum kentinde bir kız okulunda 250 öğrenciden sadece 50’si geldi.
Zehirlenme olaylarının ardından kız çocukları gruplar halinde protestolarının dozunu artırıp “Kadın, Yaşam, Özgürlük” sloganlarının yanı sıra “Çocukları öldüren hükümete ölüm” sloganlarını da dillendirmeye başladılar. Aynı kızlar, saçlarını kesip mollalara başkaldıran kızlardı.
Aynı kızlar, kimsenin giyimine kimsenin karışamayacağını vurgulamak için, başörtülü olsun veya olmasın sınıf arkadaşlarıyla meydanlarda hak mücadelesi veren kızlardı.
Dersleri boykot edip protesto düzenleyen, ana yolları trafiğe kapatarak “Mollalar yok olmalı” sloganı atan, polis ve sivil giyimli kişilerin şiddetine karşı dimdik direnen, istedikleri gibi yaşamak için siyaset arenasında çabalayan cesur kızlardı…
Bir güç zehirlenmesine kurban edilemeyecek kadar güçlü, özel ve cesur kızlardı… “Z Kuşağı”na dair söylenen onca iddianın, apolitik olduklarına dair eleştirilerin aksine, nesil kalıpları içine sığmayıp taşan, bir liderleri olmayan, her biri kendi mücadelesine liderlik eden aklı fikri hür kızlardı…
İran’ın birçok şehrinde protestocuların yaşları ağırlıklı olarak 15 ila 24 arasındaydı. Ülkede üniversite çağına dek yaklaşık 15 milyon kadar öğrencinin 8 milyonunun kız öğrenci olduğu tahmin ediliyor. Tam da bu yüzden rejim muhalifleri, zehirlenmelerin ülkedeki protestolara karşı “misilleme” amacıyla yapıldığını ileri sürüyor.
Mehsa Emini protestoları sırasında lise öğrencilerinin plakasız araçlarla okula giren güvenlik güçleri tarafından gözaltına alındığı konusunda Guardian başta olmak üzere uluslararası medya organları tarafından sayısız yayın yapıldı.
Aynı kızlar, Voltaire’in Cahil Filozof’taki saptamalarını doğrularcasına, “zehirlenme korkusuyla yemek yemekten ne kadar imtina edilmemesi gerekiyorsa, hakikatin de bu canavarlar karşısında o kadar saklanmaması gerektiğine inanan” kızlardı.
Oysa canavar halen karşımızda. İsimler, cisimler, ülkeler, coğrafyalar değişse de kadınların özgürlüğüne, eğitim hakkına, aydınlanmasına karşı çıkan, kendi zehirli oklarını onlara saplamakta beis görmeyen “acılaşmış” zihniyet hep canlı.
Örgütlü bir kötülük projesi
Ortadoğu çapında kadınların en yüksek okullaşma oranlarına sahip olduğu ülkelerden birinde yaşanan zehirlenme vakaları, başörtüsü protestolarıyla beraber düşünüldüğünde, yeni bir dip dalganın ve hatta örgütlü-sistematik bir kötülük projesinin doğmakta olabileceğine dair endişeleri güçlendiriyor.
Tıpkı Türkiye’de bir süredir “balkondan düştü, öldü” diyerek örtbas edilmeye çalışılan kadın cinayetlerinde olduğu gibi…
Tıpkı geçtiğimiz Pazar günü Bursa’da stadyumları Yeşil ve Beyaz Toros’ların fotoğraflarıyla “donatan” taraftarların organize şekilde ortaya koyduğu, Amedspor kalecisini tribünlerden atılan cisimle yaraladığı, taraftarı linç etmeye çabaladığı örgütlü ve şımarık ırkçılığın zehirleyici ve karanlık görüntüsü gibi…
Tıpkı, “Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” dedirten ülkeler gibi…
Enformasyon ve güvenlik krizi
İran uzmanı araştırmacı Gizem Aslantepe’ye göre, yetkililerin şimdiye dek yaptıkları muğlak açıklamalar ülkede ciddi bir enformasyon ve güvenlik krizi yaşandığını gösteriyor.
“Zehirlenme vakaları Kasım ayında başladı ancak Meclis Başkanı Muhammed Bakır Galibaf bir soruşturma komisyonu kurulması için emri birkaç gün önce verdi. Mehsa Emini’nin ölümüyle başlayan protestolarda yaklaşık 20 bin kişi tutuklanırken dört aydır devam eden kimyasal saldırılarla ilgili herhangi bir gözaltı kararının dahi çıkmaması, kolluk kuvvetlerinin, ilgili bakanlıkların ve yargının güvenlik algısının ne kadar sorunlu olduğunu anlamamıza yetiyor” diyor bu konuda görüştüğüm Aslantepe.
Dolayısıyla, uzmanlar, yetkili kurumlardan ve özellikle de İçişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaların çelişkilerle dolu olduğuna dikkat çekiyor.
Zehirlenme zinciri konusunda sorumluluk almaktan imtina eden müesses nizamın yaşananların yükünü protestocuların omzuna yıktığı, halkın önemli bir kısmının da suçu rejimde gördüğü bu muğlaklık da ister istemez birçok spekülasyonun doğmasına yol açıyor.
“Örneğin”, diyor Aslantepe, “Emniyetten Sorumlu İçişleri Bakanlığı Yardımcısı ve Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreterlerinden Seyid Mecid Mirahmedi, kız öğrencileri zehirleyenlerle ‘Kadın, Yaşam, Özgürlük’ sloganları atanların aynı kişiler olduğunu iddia ediyor”.
Mirahmedi’nin iddiasına göre, kız öğrencilerin zehirlendiğini iddia edenlerin asıl amaçları, bir psikolojik güvensizlik ortamı yaratarak isyan ateşini yeniden alevlendirmek ve tüm bu süreçten de rejimi suçlamak.
Protestolar yeniden canlanıyor
Aslantepe, sönümlenmeye yüz tutmuş Mehsa Emini protestolarının, velilerin okul önlerinde yaptıkları protestolarla yeniden canlandığına dikkat çekiyor.
Saldırılarda her yaş grubundan kız öğrenci etkilenmiş durumda. Üniversite kademesinden ilkokullara, kız öğrenci yurtlarına dek herkes zehirlenme dalgasından nasibini aldı.
İran her ne kadar zehirlenmeler konusunda şüphelilere yönelik ilk tutuklamalara başlasa da Aslantepe’ye göre, devletin sınır-ötesi güvenlikleştirme politikaları, kendi sınırları dahilinde iflas etmiş görünüyor.
“Bir yanda büyük bir stres altında eğitim almaya çalışan öğrenciler ve çocuklarını okula göndermek istemeyen endişeli veliler, diğer yanda online eğitim tartışması veren siyasiler… Bir benzerini Afganistan’da gördüğümüz kız öğrencilere yönelik bu saldırılar, kadınları kamusal alandan soyutlamaya ve görünmez kılmaya çalışanların inşa etmek istediği korku ütopyasının bir parçası” diye ekliyor Aslantepe.
Gökten üç elma düşmüş. Biri, cesaretini her zaman diri ve güçlü tutan İranlı kız çocuklarına, diğeri onları bu denli cesur yetiştiren ebeveynlerine ve öğretmenlerine, üçüncüsü ise kendi hikâyelerini yazma mücadelelerinde onları her daim destekleyen hak savunucularına… Çünkü tüm güç zehirlenmeleri karşısında dik duran dayanışma yaşatır.