Ana SayfaYazarlarİİT Zirvesi ve Riyad’ın darbesi

İİT Zirvesi ve Riyad’ın darbesi

 

İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) olağanüstü İstanbul Zirvesi’nin en önemli iki sonucundan biri Doğu Kudüs’ün bağımsız Filistin’in başkenti olduğunun ilanıysa, diğeri de ABD’nin bundan böyle İsrail- Filistin barış sürecinde arabulucu rolü oynayamayacağı hususunda varılan mutabakattı. Başkan Trump’ın, her ne kadar aksini ileri sürmüş olsa da taraflardan biri, hem de BM kararlarına aykırı olarak 1967’den bu yana Filistin topraklarını işgali altında tutan İsrail lehine tutum alması bu rolü sürdürmek istemediğinin somut göstergesiydi elbette.

 

Batı Avrupa ana akım medyasının konuyla ilgili haberlerinde izleyebildiğim kadarıyla bu iki husus ön plana çıkarılmıştı. Le Monde daha birkaç gün önce (7 Aralık) Washington’dan Gilles Paris’in imzasıyla geçtiği haber analizde “İsrail-Filistin sorununda ABD’nin ‘tarafsız arabulucu’ rolünün sonu” ( La fin du rôle de « médiateur impartial » des Etats-Unis dans le conflit israélo-palestinien) başlığını kullanmıştı. Paris’in vurguladığı temel husus, Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasıyla Washington’un 40 yıldır bu sorunda oynadığı “honest broker” rolünden temelli vazgeçtiğiydi. Bu hususun İİT bildirisinde de yer alması mantığın gereğiydi elbette.

 

Gazete İİT Zirvesi ile ilgili olarak Erdoğan karşıtı yazılarıyla tanıdığımız İstanbul temsilcisi Marie Jégo’nun imzasıyla bir haber analiz de yayımladı. Analizin içeriği, “Türkiye: Erdoğan ezilmiş Müslümanların savunuculuğuna soyundu” (Turquie: Erdogan se pose en défenseur des musulmans opprimés) başlığının çağrıştırdığı kadar Erdoğan’ı göklere çıkarmıyordu. Araya yapageldiği gibi, bir muhalif yazarımıza atıfta bulunarak, bu rolü üstlenmesindeki temel amaçlarından birinin 2019 seçimleri öncesinde “İslamcı-muhafazakâr seçmenini” etkilemek olduğu fikrini sıkıştırmıştı. Bununla kalmamış, bir parantez açarak o yazarımızın analizinden, Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan ederek aslında Erdoğan’a yardım etmiş olduğu, zira bu konunun Rıza Zarrab’ın “Türk hükümetinin yolsuzluk düzeyini ortaya koyan itiraflarını” gölgede bıraktığı mealindeki cümleleri aktarmayı ihmal etmemişti.

 

Jégo’nun bu analizinde İsrail’in ne kadar demokrat olduğu tartışılır hükümetinin başkanı Netanyahu’nun Erdoğan’ın haklı suçlamalarına cevaben sarf ettiği “Kürt köylerini bombalayan, gazetecileri hapseden, İran’a uluslararası yaptırımları aşması için yardım eden ve Gazze’de teröristlere destek veren bir yöneticiden alacağım ahlak dersi yok” sözlerini aktarması aslında sadece Erdoğan’a değil aynı zamanda İsrail-Filistin sorununa nasıl baktığını da ortaya koyuyor. Konunun özüyle ilgili olmayan bu olumsuz noktalar üzerinde bu kadar durmamın nedeni iktidara yakın bir televizyon kanalında Marie Jégo’nun yazısından övgüyle söz edildiğini izlemiş olmam. Başlık okumakla yetinildiği zaman böyle şeyler oluyor doğal olarak. (http://abonnes.lemonde.fr/international/article/2017/12/13/turquie-erdogan-se-pose-en-defenseur-des-musulmans-opprimes_5228985_3210.html)

 

Riyad Zirve’ye darbe mi vurdu?

 

İstanbul Zirvesi’nde gözler, bir süredir ABD ve İsrail ile açıkça flört eden Suudi Arabistan ve etkisi altındaki Körfez ülkeleri üzerindeydi. Görüş açısına göre İran’a karşı ABD ve İsrail’i kullanan ya da kullanılan Riyad, İslam ülkelerinin birlikteliğini bozabilecek güçlerden biri olduğu için. Atıfta bulunduğum yazısında Jégo’nun da dikkat çektiği gibi, İslam ülkelerini ABD ve İsrail’e karşı bir araya getirmenin kolay olmadığı bir dönemden geçiyoruz. 

 

İstanbul Zirvesi’ne bakan yardımcısı düzeyinde katılan Suudi Arabistan aslında bu konuda kimseyi yanıltmadı. Dışişleri Bakanı Adil El Cubeyr 14 Aralık’ta Le Monde’da yayımlanan mülâkatında Zirve’de alınan kararlardan birine aykırı bir düşünceyi dile getirdi. Gazete de haliyle bu düşünceyi başlığına taşıdı: “Adil El Cubeyr: ABD hâlâ güvenilir bir arabulucu” (Adel Al-Joubeir: «Les Etats-Unis restent un négociateur honnête»)

 

Suudi Dışişleri Bakanı’nın Trump’ın Kudüs kararının bir tuzak olup olmadığına ilişkin soruya verdiği yanıtta herhangi bir sorun yok aslında: “bu karar barış çabalarını boşa çıkarır, bu süreçte güveni aşındırır ve aşırılığı savunanlara argüman verir. Uluslararası hukuku ve tüm BM kararlarını ihlal eder. (…) ABD’nin bu kararını geri almasını bekliyoruz. İsrail-Filistin sorununa barışçıl bir çözümün yolu BM kararları temelinde yapılacak müzakerelerden ve (…) biri başkenti Doğu Kudüs olan 1967’deki sınırlarına sahip Filistin devleti olmak üzere iki devletin kurulmasından geçer.”   

 

Ne var ki Adil El Cubeyr’ in kendisine yöneltilen “ABD hâlâ güvenilir bir arabulucu mu?” sorusuna verdiği olumlu yanıt, Riyad’ın tam da korkulan yerde durduğunu ortaya koyuyor. Cevabını yumuşatmak için “ama müzakerelerin sonucunu etkileyecek tek yanlı kararlar almaması kaydıyla” tümcesini ekliyor ama bu söyledikleri İstanbul Zirvesi’nde bu konuda alınan ve mantığın gereği olduğunu vurguladığım “ABD’nin bundan böyle arabulucu rolü oynamayacağına” ilişkin kararla taban tabana zıt.  ( http://abonnes.lemonde.fr/proche-orient/article/2017/12/14/adel-al-joubeir-les-etats-unis-restent-un-negociateur-honnete_5229603_3218.html)

 

Adil El Cubeyr, ABD’nin güvenilir arabulucu olmasına gerekçe olarak, İsrail ve Arap ülkeleri ile en sıkı ilişkilere sahip olmasını gösteriyor. AB ve BM’nin de süreçte rol oynayabileceğini ama Washington kadar etkili olmayacaklarını belirtiyor. El Cubeyr’ in bu söylediklerini İİT Zirvesi’ne indirilmiş bir darbe olarak kabul etmek mümkün. Anlaşılan o ki İslam ülkelerinin birlikteliği tam da zayıf halkasından kopacağa benziyor.    

 

    

- Advertisment -