2019 yerel seçimleri öncesinde, bilhassa İstanbul ve Ankara için, muhalif çevrelerin bir kısmını etkisi altına alan bir şayia vardı: “Erdoğan, seçimleri kaybetmez. Kaybedeceğini düşünürse, bir bahane bulur, seçimleri yapmaz. Ola ki seçimlere gitti ve kaybetti, yine de iktidarı kimseye bırakmaz.”
Seçim yapıldı, Erdoğan kaybetti ve kazananlar gelip makamına oturdu. Büyük bir özgüvenle dile getirilen iddiaların hepsi çürüdü gitti. Ne var ki, 2023 seçimleri arifesinde de benzer argümanlar dile getirildi. Bilhassa 6 Şubat’ın ardından, Erdoğan’ın depremleri vesile kılarak seçimleri bir yıl kadar erteleyeceği yazıldı çizildi. Anayasaya göre imkânsız olmasına rağmen, Yüksek Seçim Kurulu marifetiyle Erdoğan’ın böyle bir yola başvuracağı söylendi.
Lakin o da olmadı; hatta seçimler normal vaktinden bir ay öncesine çekildi. Ancak bu kez başka bir laf dolaşıma sokuldu: “Erdoğan, çok rahat!” En fazla bir kahve sohbetinde, dostlar arasında ve sıcak bir muhabbet esnasında söylenebilecek bu laf, kanaat önderi postunda oturanlar tarafından rahatlıkla ve büyük bir iddiayla ifade edilebiliyor.
Elbette bir ima var bunun arkasında. Erdoğan’ın seçimleri kazanmak için, sandığa ve oy sayımına müdahale dâhil, gerekli bütün tedbirleri aldığı ve seçimi gerçekte bir formaliteye dönüştürdüğü iması! O, zaten bütün hazırlıklarını tamamladı, seçimleri garanti altına aldı, sadece günlerin geçmesini bekliyor, rahatlığının nedeni bu!
Bittabi bu iddiada bulunanlar, muhataplarına herhangi bir müşahhas delil göstermiyorlar. O zaman da iddia boşlukta kalıyor. Kimi müddei, bu zaafı gidermek için, iddiasına kanıt olarak Erdoğan’ı tanımalarına işaret ediyorlar. İddialarının gücünü, Erdoğan’ı uzun süreden beri ve yakından bilmelerine bağlıyorlar. Şahsi bilgi ve tanıklıklarını, karşı konulmaz bir delil statüsüne yükseltiyorlar ve bizlerden söylediklerine bunun için itibar etmemizi bekliyorlar.
Erdoğan’ın değil, zihni konformistlerin rahatlığı
Oysa gerçek hayat, onların kerameti kendinden menkul bir özgüvenle dillendirdikleri istikamette akmıyor, hatta tam tersi bir seyir izliyor. Zira hem eylemde ve hem de söylemde Erdoğan ve ekibi çok hareketli gözüküyor. Gerek seçim öncesinde (maaş zamları, EYT düzenlemesi) ve gerek seçim kararı alındıktan sonra, iktidar, bir taraftan elindeki bütün araçları sahaya sürüyor, diğer taraftan da son derece sert bir dille muhalefetin üzerine yürüyor. Bu çerçevede bazı faaliyetleri hatırlamak faydalı olabilir:
- SİHA ve İHA taşıyan uçak gemisi TCG Anadolu, İstanbul Boğazı’nda ziyarete açıldıktan sonra Karadeniz seferine çıkartılıyor. Son haftada İzmir’e demirleyecek, ziyarete açılacak.
- Hemen her gün bir deprem bölgesinde konut temelleri atılıyor.
- Karadeniz doğalgazı, keşfinden üç yıl sonra ve hemen seçim öncesinde kullanıma sokuluyor ve yanıltıcı bir reklam tekniğiyle sanki halka bedava veriliyormuş gibi bir algı yaratılıyor.
- TEKNOFEST’ler, seçime ayarlı bir şekilde, erkene çekiliyor.
- TOGG yollara dökülüyor, lüks ithal arabalardan başkasını tanımayan bakanlar, her ne hikmetse, seçim kampanyalarında TOGG’dan inmiyorlar.
- Birer kamu kuruluşu olmaları hasebiyle az biraz nüanslı davranmaları beklenen Anadolu Ajansı ve TRT, açıktan AK Parti ve Erdoğan’ın hususi reklam şirketi gibi faaliyet gösteriyorlar.
- Valilikler, AK Parti’nin il başkanlığına; devletin birimleri AK Parti teşkilatının muhtelif unsurlarına dönüşmüş durumda. Öyle ki, devlet kuruluşlarının tarafsızlığı, artık esprisi bile yapılamayacak bir kavram; parti-devlet bütünleşmesi son hız ilerliyor ve devlet bir bütün olarak Erdoğan’ın yanında seçime giriyor.
- “Seccadeye basmak” mevzuuna her mitingde özel bir yer ayrılıyor; bunun için mizansenler yaratılıyor. Misal, Erdoğan konuşurken kalabalığın içinden bir seccade yükseltiliyor veya küçük bir kız çocuğuna “Onlar seccadeye basıyorlar” dedirtiliyor ve Erdoğan da bu kıza 200 TL harçlık veriyor.
- Erdoğan, gerçek dışı olduğunu bildiği halde, muhalefetin Diyanet’i kapatacağı ve Öcalan’ı serbest bırakacağı yönündeki iddiaları gündemde tutmaktan imtina etmiyor.
- Kılıçdaroğlu’nun ‘Alevi’ videosuna değinirken Erdoğan, önce bir cümleyle Alevi olmanın bir sorun olmadığını belirtiyor, sonra Kılıçdaroğlu’nun kendisine Alevi demesinde bir “tahrik” buluyor, akabinde konuşmasına “kıbleyi, secdeyi, seccadeyi bilmeyenler” diye devam ediyor ve bu minval üzerinden muhalefeti “Türkiye’yi Suriyeleştirmek istemekle” suçluyor.
- Erdoğan, CHP ve İYİ Parti’ye “LBGT’ci” derken ortakları da ondan geri kalmıyor. Muhalefet “küffar” ve Kılıçdaroğlu da “Seyit Rıza’nın modern versiyonu” olarak niteleniyor.
Hiç de rahat birinin yapacağı işlere ve söyleyeceği sözlere benzemiyor bütün bunlar. Aksine, belki de hiçbir zaman olmadığı kadar seçime asılmış bir Erdoğan; o klişe ifadede olduğu gibi, bütün tuşlara aynı anda basan bir Erdoğan portresi var karşımızda!
Sultan Ahmet Camii’nin avlusunda bile siyasi propaganda yapan, 23 Nisan törenlerindeki çocuklara dahi muhalefeti şikâyet etmekte beis görmeyen, can havliyle HÜDA PAR ve DSP’ye sarılan, YRP’nin siyasi kaprislerini sineye çeken bir adayın rahat olduğu söylenebilir mi Allah aşkına?
Eğer bir rahatlıktan söz edilecekse, o rahatlık, ancak zihni konforlarından vazgeçmeyenlerin rahatlığı olabilir, Erdoğan’ın değil.