Nihal Bengisu Karaca’nın Habertürk’teki yazısı şöyle:
Mantık, bu kadar uzun süredir iktidarda olan bir partinin diğer etkenler olmasa bile yerini kendiliğinden, yani hiçbir şey olmamışsa bile sadece olağan yıpranma payı nedeniyle muhalefete bırakacağını varsayar.
Ancak Erdoğan 22 yıllık yıpranmaya, ekonomik krize, deprem gibi büyük bir felakete, pandemi sürecine, onlarca yolsuzluk iddiasına, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Modeli’nden sonra daha da açık hale gelen hesap vermeyen ve şeffaf olmayan yönetim teamülüne rağmen hala 2023 hayat memat seçiminin birinci turunu önde bitirdi.
Erdoğan’ın stratejisi ‘olan’ seçmenini koruma üzerineydi. Diyanet İşleri Başkanlığı artık neredeyse bir parti organizasyonu olduğu için, cami imamlarına ricalar edildi. İmamlar aracılığı ile sadece mitinglere insan taşınmadı, adam adama markaj da uygulandı. Cami cemaatinin itibar ettiği İhsan Şenocak, Ebubekir Sifil gibi din adamlarına ayetler hadisler, ‘nebevi metodlar’ eşliğinde neden iktidara oy vermeleri gerektiğini telkin ettiler. Muhalefete meyledecek kişiler ise ‘küffar’ yahut ‘müşrik’ gibi kavramlarla cezalandırıldı, mahalle ya da ocak dışı ilan edildi, bazen hedef gösterildi.
Özetle muhalefet neden başarısız oldu sorusunun cevaplarından biri, iktidar ‘nasıl’ başarılı oldu sorusudur.
Din ve milliyetçilik duyguları başarıyla yönetildi.
Peki iktidar sadece duygu yönetimi mi yaptı? Hayır. 60 paket açıklandı Erdoğan tarafından. Alt gelir grubunun hem cebi rahatlatıldı hem gönlü alındı. Togg sokaklardaydı. TCG Anadolu, Siha’lar gibi milli savunma sanayiinin ürünleri ‘güvenlikçi’ politikaların somut göstergeleri olarak avantaja dönüştürüldü ve milliyetçi muhafazakar halk yeniden Cumhur İttifakı’na bağlandı.
Anahtar kelime Türk milliyetçiliği.
MUHALEFET NEYİ YANLIŞ YAPTI ?
Muhalefet ise yola çıkarken Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı çok doğru bir tercihle kimlik kavgalarına panzehir olacak, farklı sosyolojileri barıştıracak bir ‘asgari müşterekler’ zeminini mayalamaya çalıştı. Çok da doğru bir yoldu.
Altılı Masa’nın üzerinde mutabık kaldığı ilkeler ve politikalar tarihi önemdeydi.
Seçim kampanyası boyunca bu ilkelerin ve politikaların kısman etlendirilebildiğini gördük, kısmen göremedik.
Adayın teşhis, tescil ve ilanı gecikmişti bir kere. Altılı Masa Millet İttifakı’na dönüşürken masalar devrildi, tekrar kuruldu. Bölünmüşlük ya da her an bölünebilir olma izlenimi muhalefeti yakından izleyenler için değilse de, uzaktan izleyip tartan ve sınayan kitleler açısından uzaklaştırıcı bir etken oldu.
Lakin en önemlisi, muhalefet Türk milliyetçiliğinin ne kadar tesirli hale geldiğini hesaba katmadı.
Türk milliyetçiliğinin yükselişi ve ‘beka tehdidi’ meselesinin toplumun neredeyse %80’inde kabul görmüş olduğu realitesine karşı iki şey yapılabilirdi.
YA TAMAMEN KARŞI OLACAKTI YA DAHA FAZLA İÇİNDE…
1- Milliyetçi ideolojinin perçinlediği devletçilik karşısına tamamen eleştirel düzlemde ve açıkça dikilmek. Bu ihtimalde milliyetçiliğin bu ülkeye iyi gelmediğini açık açık ortaya koymak, güvenlikçi politikaların içine sıkışmanın zararları üzerinden siyaset yapmak gerekirdi. Açıkça rejimin ideolojik olarak benimsediği ve devletçiliği, otoriterleşmeyi perçinleyen ulusalcı/milliyetçi bloka karşı duruş seçilebilir, liberal demokrat kanaat önderlerinden de alınacak destekle anlamlı bir ‘alternatif’ olmak hedeflenebilirdi. Ama bu yol tercih edilmedi.
2- Eğer, ‘Öyle değil, ben rejimin yaptığı beka meselesi analizine katılıyorum, Türk milliyetçiliği ile de bir sorunum yok” deniliyorsa, yahut siyasal pragmatizm yapılacaksa o zaman milliyetçiliğin yükseldiği realitesine uygun davranılabilirdi. Bu ihtimalde Kandil’deki komutanların sizi övmesine izin vermemeniz, ‘hadi oradan, siz kim oluyorsunuz da bize destek veya selam gönderiyorsunuz? Ey Kandil, ey PKK, siz bu ülkeyi kana boğan terör eylemlerinin sebebisiniz” denilebilmeliydi.
HDP’nin yasal bir parti olduğu gerçeğini, zaten ittifakın üyesi de olmadığı verisini cepte tutarak, Kandil’in yol haritası çizmesine, STK gibi davranıp nizamat verme hadsizliğinde bulunan açıklamalarına karşı duruş sergilemek o kadar da zor değildi. Ama bu yol da tercih edilmedi.
Muhalefet ikisini de yapmadı, Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu bu iki olasılıktan birini seçmedi.
Muhtemeldir ki rejimin dilini kullanmayı başlattığı bütün toplum kesimlerini kapsamayı hedefleyen, bir anlamda CHP’yi yeniden ‘kurucu’ ‘inşa edici’ yapmayı amaçlayan rotaya uygun görmedi.
Ortadan gidildi, ama bu yol halka karnından konuşma, kaçak güreşme gibi göründü. Hatta şüpheli göründü.
Zira Cumhur İttifakı buradan vurdukça vuruyor, iletişim araçları sahipliği konusundaki üstünlüğü ile tesirli de oluyordu.
CHP’nin kampanya videosuna PKK komutanı Karayılan’ın görüntülerini ekleyip gerçekmiş gibi izletme gibi yollar bile denendi. “Millet İttifakı HDP’den destek alıyor, HDP eşittir PKK, PKK eşittir terörizm demek ki Millet İttifakı eşittir terörizm” şeklindeki arızalı ilkokul denklemi üzerinden bir algı yaratılıyordu.
Beklenen oy bu nedenlerle alınamadı.
Sonuç, CHP’nin telaşa sürüklenmesi oldu.
“Sevgi dedik, barış dedik işe yaramadı o zaman şahinleşelim, seçimi Suriyeliler kaybettirmiş gibi davranalım belli ki işe yarıyor” diye düşünüldüğü belli. Üç gündür, sadece beş gün önce gördüğümüz muhalefet tablosu gitti, yerine başka bir şey geldi.
Tamam, bu ülke kimsede tutarlılık bırakmayan, tutarlılık gibi bir derdi olanları paspas eden bir ülke, kabul. Şartlar ve gereksinimler mekaniği var.
Hem önümüzde kendisini 180 derece değillemiş, olduğu yerde üç kez 360 derece dönüp bazen hasbelkader daha önce geçtiği yerlerden geçmek durumunda kalmış bir AK Parti varken, ‘CHP naaptın yhaa’ demek de belki kendi içinde ‘tutarsız’ olabilir.
Ama AK Parti’nin tutarsızlığı ve dönüşleri geniş bir zaman dilimine yayılmıştı.
Oysa şimdi, CHP’deki dönüş çok hızlı ve sert.
Şu an Millet İttifakı’nın lokomotif partisi olan CHP, ikinci turda kazanmak için tıpkı 2019 yerel seçiminde İstanbul’u kaptırmamaya çalışan AK Parti gibi her tuşa basıyor.
2019’da Osman Öcalan’ın TRT’ye çıkarılması ne ise, CHP’nin geçtiğimiz iki yıl verdiği demokrasi, birlikte yaşama kültürü, evrensel insan hakları mesajları ile yüz seksen derece ters şahin argümanlara savrulması o.
Ben Kılıçdaroğlu’nun helalleşme pratiğine de, altı partinin mutabık kaldığı ilke ve prensiplere de inşa edebileceği toplumsal barış iklimi, hukuk güvenliği ve şeffaf/hesap verebilir yönetim anlayışını temin etmeleri açısından anlam yüklemiş ve destek vermiş bir yazarım.
Bu yol bir temel atmıştı, anlamlı bir barış iklimin mimarisi şekillenmeye başlamıştı; ama korkarım uygulamasını birkaç gündür gördüğümüz strateji seçimi kazandırmayacağı gibi inşa edilenleri sökme potansiyeli taşıyor.
Tam olarak neyi savrulma olarak görüyorum ve neden işe yaramayacağını düşünüyorum, o kısmını yarın yazacağım.