Seçim yenilgisi CHP’de sönümlenmiş bir tartışmayı yeniden alevlendirdi: CHP’nin “kurucu değerlere” geri dönmesi ve böylece “yeniden yapılanması” isteniyor… Sosyal medyadaki hava, CHP’li kitlelerin kanaat önderi olarak benimsediği kişilerin hatırı sayılır bir bölümünün dile getirdiği bu görüşün tabanda da geniş rağbet gördüğüne işaret ediyor.
“Eskinin restorasyonu”nu “yeniden yapılanma” etiketiyle piyasaya sürmek dört başı mamur bir oksimoron ama, anlaşılan çok büyük ümitlerle girilen bir seçimin yeni bir bozgunla sonuçlanması, defalarca tekrarlanıp işlemediği görülmüş bir ‘çözüm’e bir kez daha sarılma ihtiyacı yaratmış durumda. Çaresizlikten kaynaklanan bu yaygın romantik arayış, CHP’nin bir ‘siyasi imkân’ olarak ömrünü tamamlamış olduğunu mu gösteriyor?
Bu soruya cevap vermeden önce “CHP tabanı seçim kazanmak için partisine verdiği zımnî onaydan vaz mı geçiyor” sorusunu sorarken tam olarak neyi kastettiğimi anlatmam gerekiyor.
Daha eski okurlar, “parti tabanlarının partilerine verdiği zımnî (‘yarı gönüllü’ de diyebilirim) onay”dan söz ederken neyi kastettiğimi bilecektir; fakat daha yeni okurlar için burada bir özet yapmam gerekiyor.
Son seçimde de gördüğümüz gibi seçim denilen şey, partilerin ‘taşlaşmış’ dar tabanlarının dışında kalan seçmen kitlelerini etkilemek suretiyle kazanılıyor.
Açıktır ki herhangi bir ‘ideolojik parti’nin bu nispeten ‘gevşek’ (kararsız) seçmen kitlelerini etkilemek amacıyla geliştireceği program ve söylem de biraz ‘gevşek’ olacak, bu da ister istemez tabandaki ideolojik seçmenleri rahatsız edecektir.
Bu türden partilerin büyük çelişkisi şuradadır: Bir yandan kendi çelik çekirdeğini mutlu edecek bir program ve söylem geliştirdiğinde sadece onların oyunu alıyor ve bu da iktidar olmaya yetmiyor, öbür yandan başka partilerin tabanına hitap edecek bir program ve söylem geliştirdiğinde kendi çelik çekirdeği homurdanmaya başlıyor.
Bu kısır döngüyü ilk kıran, AK Parti oldu. AK Parti özünde net bir ideoloji partisiydi ama salt ideolojik tabanına hitap ederek iktidar olamayacağını görüp gereğini yaptı; programını ve dilini ona göre kurdu ve böylece rakip partilerin tabanındaki taşlaşmış taraftarlar dışında kalan seçmen kesimlerini etkileyebildi.
Bu tespite karşı sorulacak soru şudur: İyi de bu parti ne yaptı da ideolojik seçmenlerinin ihtiyaç duyduğu söylemi terk ettiği halde onların oylarının da tamamını alabildi? Şunu yaptı: Kendi ideolojik tabanıyla zımnî bir anlaşma imzaladı, böylece programını ve dilini ‘gevşettiği’ halde tabanının homurdanmamasını sağladı.
Zımnî anlaşma protokolünde AK Parti yönetimi tabanına “Programımız ve dilimiz seni mutlu etmeyebilir ama seçim kazanmak için başka çaremiz yok, lütfen sen de homurdanma” diyor, AK Parti tabanı da buna “tamam o zaman” diye mukabele ediyordu.
2001’den itibaren AK Parti bunu yaparken CHP bambaşka bir rotada yol aldı. CHP’nin kabaca yüzde 20’lik çekirdek seçmeni partisinden sadece laikliğin, cumhuriyet değerlerinin, kurucu değerlerin, üniter devletin elden gittiğine dair negatif, savunmacı sözler duymak istiyor, ötesini gereksiz buluyordu. Baykal döneminde bu mesele o kadar böyleydi ki, yerine Kılıçdaroğlu gelip de ekonomik ve sosyal alanlarda birtakım öneriler geliştirdiğinde, bu girişim gazete ve televizyonlarda görülmemiş bir yenilik ve ‘hamle’ olarak haberleştirildi.
Baykal’a dönersek… CHP lideri aslında tam da çekirdek seçmeninin istediği gibi, yani onların yüreklerini soğutacak tarzda konuşuyordu. Fakat problem şuradaydı ki, böyle bir söylemle iktidar olunamıyordu. Ne var ki bu gerçek, CHP’ye iktidar yolunu açamadığı için Baykal’ın CHP’nin çekirdek seçmeni tarafından taşlanmasını engelleyemiyordu.
Bu da bir tür ikiyüzlülüktü aslında: Bir siyasi liderden iktidarı imkânsız kılacak bir dille konuşmasını iste, o da bunu layığıyla yapsın ve iktidar her seferinde biraz daha uzaklaşırken sen ona demediğini bırakma!
Bu filmin sonu; mecburen, mecburiyetten…
İktidar olmaya yetmediği halde, CHP’de bu söylemin çok uzun yıllar boyunca varlığını devam ettirebilmesinin iki önemli nedeni vardı.
Birincisi: CHP’nin çekirdek seçmeni, uzun yıllar boyunca partisi sandıkta yenilse bile başka mekanizmalarla aslında iktidar olmaya devam ettiğini düşündü. Kültürel iktidar kendisindeydi, ‘kurumlar’ da (yani ordu, yargı vb.) zaten AK Parti iktidar olsa bile muktedir olmasına izin vermezdi… Eh, bu durumda CHP’nin çekirdek seçmenine yüreğini soğutacak bir siyasi söylem yeterdi; yıllarca yetti de.
İkincisi: İlk birkaç seçimin şaşırtıcı ve istenmeyen sonuçları bu kesim tarafından ‘arızi’ bir durum olarak algılandı. AK Parti konjonktürün geçici olarak iktidar yaptığı bir partiydi. Bu koşullar değişince, ‘dinciler’ hariç ona oy veren kalmayacaktı. Eh, bu durumda da CHP’nin çekirdek seçmenine yüreğini soğutacak bir siyasi söylem yeterdi; yıllarca yetti de.
Ne var ki zaman geçtikçe beklentilerin hiçbiri gerçekleşmedi. ‘Kurumlar’ beklenen müdahaleleri gerçekleştiremediği gibi seçimlerde beklenen gerileme de bir türlü gelmedi.
CHP’nin çekirdek seçmeni, yavaş yavaş bekleyerek bir sonuç alınamayacağını, seçimlerde yüzde 20-25 donmuşluğunun bir şekilde kırılıp yüzde 40-45’lere ulaşmaktan başka bir çarenin olmadığını idrak etmeye başladı.
Bu idrak süreci, Türkiye’nin başkanlık sistemine geçmesinden ve iktidar için yüzde 51’in şart olmasından sonra daha da hızlandı.
CHP’nin çekirdek seçmeni artık iktidar için sadece laiklere seslenen ve onların yüreğini soğutacak tarzda konuşan liderlerin yetmeyeceğine inanıyor ve gönülsüz de olsa, liderlerinin seçim kazandıracak yeni bir söyleme geçmelerine razı oluyordu.
AK Parti’nin kendi ideolojik tabanıyla yaptığı zımnî anlaşmanın bir benzerini CHP de yapmış görünüyordu. Muharrem İnce’nin sonraki performansları unutturmuş olabilir ama 2018’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde İnce’nin Kürtlerle ve muhafazakârlarla ilgili olarak, taban tepkisinden hiç korkmadan hayli radikal bir söylem tutturabilmesi, biraz da tabandaki bu mecburi kavrayıştan kaynaklanıyordu.
Tabii, İnce’nin bu cesareti Kılıçdaroğlu’nun tabandaki radikalizmi yumuşatmasıyla önemli ölçüde bağlantılıydı.
İnce Cumhurbaşkanı olamadı fakat 2018 seçimlerinin ardından Kılıçdaroğlu partisini bu yeni hatta daha da ilerilere taşıdı.
CHP tabanında eski tarz homurdanmalar…
2019 yerel seçimleri, CHP tabanının seçim kazanmak için partisiyle yaptığı zımnî anlaşmaya büyük bir ivme sağladı. Parti tabanı “yeter ki seçim kazanalım, varsın liderlerimiz yüreğimizi soğutacak tarzda konuşmasın, katlanırız” demeye başladı. Altılı Masa da zaten bu ‘zımnî onay’ sayesinde kurulabildi; böyle bir girişim 1990’larda, 2000’lerin ilk 15 yılında yapılsaydı, o taban ‘şeriatçı artıklarıyla’ ittifak kuran liderlerini doğduğuna pişman ederdi.
Fakat meydanlarda ‘iktidar iktidar’ diye bağıran tabanın bu zımnî onay ‘fedakârlığına’ rağmen iktidar yine gelmeyince ortalığı derin bir umutsuzluk kapladı ve partinin fabrika ayarlarına dönmesi gerektiğine dair fikirler havada uçuşmaya başladı.
Hep öyle olur: Taze yenilgi eski yenilgileri unutturur ve eski yenilgilere yol açan fikirlere ve kadrolara yeniden umut bağlanır. (Üç beş yıl önce ıslıklarla kovalanan bir teknik direktörün, travmatik bir yenilgiler serisinin ardından yeniden ‘umut’ olabilmesi gibi.)
Ne söylenebilir? CHP tabanını AK Parti tabanı kadar sabırlı olmadığı için eleştirmek mi gerekir bu aşamada? Sabırlı olduğu takdirde bu yeni hattın onlara iktidarı getireceğine söylemek ne kadar inandırıcı olur? Belki böyle de olmuyor hakikaten… Belki CHP taşıdığı yük nedeniyle ne yapsa ikna edici olmayacak. Belki hakiki bir demokratik muhalefet için CHP’nin CHP olmaktan çıkacak kadar değişmesi ve hatta belki tarih sahnesinden silinmesi gerekiyor.
Bu ölçüde radikal bir hamlenin sonuçlarını şimdiden kestiremeyiz. Fakat bence bu ihtimalin ve sonuçlarının tartışılması CHP’nin “kurucu değerlere” dönme tartışmasından çok daha hayırlı olacaktır.