Türkiye’de Kürdistan referandumu iki konu üzerinden itibarsızlaştırılmaya çalıştırıldı. Biri Kerkük’tü. Diğeri de İsrail’in bağımsız bir Kürdistan’ı destekleyeceğine dair açıklamalardı. Kerkük ile milliyetçilerin, İsrail desteği ile de muhafazakâr-mütedeyyin kitlelerin referandum karşıtlığı bilenmeye çalışıldı.
Öyle bir propaganda yapıldı ki, sanki Türkmenlerin Kerkük’te bağımsız bir devleti varmış da, Kürtler orayı işgal edip Türkmenleri boğazlayacakmış gibi bir atmosfer yaratıldı.
Ve yine öyle bir propaganda yapıldı ki, Kürtler Ortadoğu’da İsrail’in kılıcını kuşanmış, Müslümanları dağıtmaya gelen “hain” ve “nankör” bir halk olarak resmedildi. Bağımsız bir Kürdistan “Ortadoğu’nun bağrına saplanan hançer” olarak nitelendi. “Müslümanları parçalayacak bir nifak tohumu”na benzetildi. Kürdistan “İkinci İsrail” olacaktı. Bu devletçik “emperyalizmin yeni ileri karakolu” vazifesini görecekti. Bölgeyi paramparça etmek isteyen büyük güçler, Ortadoğu ateşinde Kürtleri “maşa” olarak kullanacaktı.
Sanırsın ki Kürtler, Müslüman değil. Sanırsın ki Kürtler, hiç ateşle sınanmamış. Sanırsın ki, bölgedeki diğer bütün Müslüman devletler ise birbirine muhabbetle bağlı. Sanırsın ki Ortadoğu devletlerinin hepsi emperyalizme bayrak açmış da cengâverce mücadele ediyor…
Ve sanırsın ki bir tek Kürtler nankörlük yapıyor. Müslümanların ortaklaşa kurduğu oyun salt Kürtler tarafından bozuluyor. İslâmın birliğine, ümmetin kardeşliğine darbeyi sadece onlar vuruyor. Yalnızca onlar büyük güçlerle ilişki kuruyor…
Öylesine bir gözbağcılık, öylesine tek yanlı bir propaganda…
“Mazlum Kürtler”
Kürdistan’ın bağımsızlık referandumuna “İkinci İsrail” kodlaması üzerinden kara çalınması hakkında söylenecek çok söz var. İki tanesiyle yetineyim.
Birincisi, İsrail’in Kürdistan’ın bağımsızlığını desteklemesi, kendi politik çıkarlarıyla ilgilidir. İsrail her zaman, Ortadoğu’da Araplar dışındaki kimliklerle mümkün mertebe irtibatlı olmaya çabaladı. Şah döneminde İran’la, bugün Türkiye ve Azerbaycan ile kurduğu ilişkiler bunun bir göstergesi. Bu bağlamda, Kürdistan’ı da müttefik olabileceği bir ülke olabilir diye destekliyor. Kürdistan’ın bağımsızlaşmasıyla İran’ın bölgedeki nüfuzunun kırılacağı beklentisi, İsrail’i bağımsızlığın yanında durmaya itiyor.
İsrail, Kürdistan’ın bağımsızlığını dış kamuoyunda (a) Kürdistan’ın özgür bir ülke olacağı, (b) Kürtlerin IŞİD’e karşı mücadelede sağlam bir ortak olduklarını kanıtladıkları ve (c) Kürtlerin kendi kaderlerini belirlemeye dönük iradelerine saygının demokrasinin bir gereği olduğu tezleriyle savunuyor. İsrail bu meseleyi kendi iç kamuoyuna ise “mazlum Kürtlerle dayanışma” üzerinden anlatıyor. Kürdistan’ın bağımsızlığını savunmanın insani bir görev olduğundan bahisle bağımsızlıkçı bir hat kuruyor.
Hem komşuların hem de uluslararası camianın bağımsızlık referandumuna karşı olduklarını beyan ettikleri bir ortamda, İsrail’in referanduma son derece net ifadelerle arka çıkmasının Kürdistan’da İsrail’e dönük bir sempati oluşturması, dolayısıyla bağımsızlık mitinglerinde birkaç İsrail bayrağının ellerde dolaşması da doğaldır. Doğal olmayan, Kürdistan camilerinde okunan salalara kulaklarını, kılınan şükür namazlarına gözlerini kapatanların, bütün bir referandumu bu birkaç kare üzerinden mahkûm etmeleri ve Kürtlerin bağımsızlık talebini sırf İsrail bağlantısı üzerinden okumalarıdır.
İsrail bayrağını Kürdistan sokaklarında görmekten rahatsızlık duyanlar, bunun sorumluluğunu Kürtlere atacaklarına kendi hal ve hareketlerine eleştirel bir gözle bakmayı deneseler, hem kendileri hem de Kürtler için daha faydalı bir iş yapmış olurlar. Eğer ortada ruhlarını muazzep eden nahoş bir manzara varsa, buna Kürtlere karşı yıkıcı ve tahkir edici bir söyleme müracaat edtem suretiyle kendilerinin sebebiyet verdiklerini de bilmek durumundalar.
İlk taşı günahsız olan atsın
Mevcut durumda doğal olmayan ikinci husus, İsrail’in desteğini bir ayıp, bir günah gibi diline dolayanların, dönüp kendileri ile İsrail arasındaki yoğun ilişki ağına bakmamalarıdır. Öyle bir intiba uyandırıldı ki, sanki bütün İslam âlemi İsrail’i tecrit etmiş de sadece Kürtler İsrail’in elini tutar olmuş. Oysa gerçeğin bunun tam aksi olduğu aşikârdır.
Her şeyden evvel, İsrail’in Kürdistan Bölgesi’nde bir temsilciliği dahi bulunmuyor. Peki, mesela Türkiye’nin durumu nedir? Türkiye, kuruluşundan kısa bir süre sonra İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülkedir. Türkiye ile İsrail arasında askeri, iktisadi ve sınai alanlarda büyük ortaklıklar var. “One Minute” ve “Mavi Marmara” hadiselerinde bozulan ilişkileri tamir etmek için Türkiye’nin çok büyük bir gayret sarfettiğini, hükümet yetkililerinin İsrail’i “dost ülke” olarak tarif ettiğini de herkes hatırlıyor.
Yanlış anlaşılmak istemem: Türkiye’nin İsrail’i tanımasını, İsrail ile her alanda işbirliği yapılmasını ve yara alan münasebetleri tamir etmek için diplomatik emek harcanmasını eleştiriyor değilim. Eleştirdiğim nokta, iktidarın (ve iktidar medyasının) İsrail ile bu kadar içli dışlı olmasını karartıp, İsrail’in Kürdistan’a verdiği — o da açıklama düzeyindeki — desteği bir “günah” gibi yansıtmaktır.
Acaba Türkiye’ye “mübah” olanı Kürdistan’a “haram” ve “günah” kılan nedir? Var mıdır böyle ölçüt? Eğer İsrail ile temas bir günahsa, o günah duvarını yıkmak için atılacak ilk taşı, bugün Kürdistan’a İsrail üzerinden efelenenler arasından hangi günahsız atacaktır?