Doğu Timor'un ilk Cumhurbaşkanı Joseph Ramos-Horta (1996), Kuzey İrlandalı barış aktivistleri Máiread Maguire ve Betty Williams (1976), Bangaladeşli sivil toplumcu-ekonomist Muhammed Yunus (2006), Güney Afrikalı piskopos Desmond Tutu (1984), Kostarika eski Cumhurbaşkanı Oscar Arias (1987), kara mayınlarına karşı savaşan Amerikalı aktivist Jody Williams (1997), İranlı avukat Sirin Ebadi (2003), Yemenli aktivist Tevekkül Kerman (2011), Afganistan’da Taliban’ın vurduğu Malala Yusufzai (2014)… Yanlarındaki yıllar Nobel Barış Ödülü’nü aldıkları yılları gösteriyor. Bu 10 Nobel Barış ödüllü isim, başka dallardan Nobel almış isimler ve İtalya eski Başbakanı, dışişleri bakanı, Amerikalı ve İngiliz iş adamlarıyla birlikte geçen yılın sonlarında başka bir Nobel Barış ödüllü isme karşı bir mektup yayınladılar.
* * *
1991 yılında Nobel Barış ödülü almış Aung Sang Suu Kyi’nin yönettiği Myanmar’ı BM’ye şikayet ettiler, trajedinin Ruanda, Bosna, Darfur ve Kosova’ya benzediğini söyleyerek BM’yi müdahale etmeye çağırdılar.
https://www.facebook.com/Professor.Muhammad.Yunus/posts/996372943802283:0
Şubat 2017’de Arakan’daki Müslümanlara yönelik Myanmar ordusunun işlediği suçlarla ilgili bir rapor hazırlayan BM, bıçakla öldürülen bebeklerden, tecavüze uğrayan 14 yaşında kızlardan bahsederek Myanmar’ı etnik temizlikle suçladı.
O Pazar günü Papa, Vatikan’daki ayinini BM raporuna da atıf yaparak Rohingyalı Müslümanlara ayırdı. "Evet onlar Hristiyan değil, onlar barış dolu insanlar, bizim kardeşlerimiz ve kız kardeşlerimiz" diyerek onlar için dua etti. Üst üste Batı medyasında çıkan haberler, belgeseller Aung Sang Suu Kyi’nin İnsan Hakları meleği boyasının dökülmesinde etkili oldu. En çok da BBC’nin Nisan 2017’de Suu Kyi’yi Arakan’la ilgili köşeye sıkıştırdığı röportaj.
http://www.bbc.com/news/world-asia-39507350
Daha Türkiye’deki gazeteler ne olduğunu tam farkında değilken Time dergisi, Müslümanlara yönelik şiddete fetvalar veren Budist rahibi kapak yapmıştı bile.
http://content.time.com/time/covers/asia/0,16641,20130701,00.html
Fakat bütün bu baskılara aldırış etmeyen Aung Sang Suu Kyi hükümeti, geçen hafta ülkedeki sivil toplum örgütlerini teröristlere yardım etmekle suçladı. Sivil toplum örgütlerinden 100 aktivist kısa bir süre içinde ülkeyi terk ettiler.
Müslüman göçmenlere yardım için Kore’den, Avustralya’ya, Malezya’dan İngiltere’ye tabii ki Türkiye’ye kadar farklı ülkelerden sivil toplum kuruluşları bulunmaktaydı, çoğu yardım operasyonlarını hâlâ Bangladeş’teki kamplarda sürdürüyor. 1990’lardan bu yana 400 bini aşkın Rohingyalı Müslüman göçmene kapılarını açan Bangladeş’e son olaylardan sonra kaçanların sayısı 80 bine ulaştı. Bangladeş, daha fazlasını kaldıramayacağını söyleyerek kapılarını kapattı. Binlerce Arakanlı Müslüman da Malezya ve Avustralya’ya yaşıyor. Krize çözüm bulmak için BM, bölge ülkeleri ve Myanmar hükümetinin desteğiyle Kofi Annan başkanlığında çalışan Rakhine Komisyonu’nun raporunda da Myanmar hükümetine dönük sert eleştiriler ve radikal tavsiyeler var. Ama Suu Kyi hükümetini en zor durumda bırakan Uluslararası İzleme Örgütü’nün Asya sorumlusu Phil Robertson’un ısrarlı aktivizmi oldu. Son olarak İzleme örgütü, uydu görüntüleriyle bir köyün ve 800 evin Myanmar ordusu tarafından yakıldığını ispatladı.
https://www.hrw.org/news/2017/09/02/burma-satellite-images-show-massive-fire-destruction
Çoğunu gazetelerden https://www.hrw.org/news/2017/09/02/burma-satellite-images-show-massive-fire-destruction okumuş olabileceğiniz bu haberleri bir kere de alt alta yazdıktan sonra, üstüne yeniden Türkiye’de Arakan’la ilgili medya ve sosyal medyada yazılıp çizilenler, siyasetçilerin açıklamalarını okuyunca, bir terslik göze çarpıyor. Türkiye'nin "aman Ali Rıza Bey huzurumuz kaçmasın" dış politika perspektifinden kurtulması ve dünyayla ilgilenmeye başlaması çok önemli. Bunun biraz Müslümanların sorunlarına karşı duyarlılık, biraz dünya devleti olmaya özenmekle olmasında da hiçbir sorun yok. Her toplumun bir dünya algısı, barışçıl sınırlarda büyük devlet olma isteği olması da sağlıklı. Toplum artık kutusundan çıktı ve bundan sonra gelecek herhangi bir iktidarın Türkiye’yi içeriye kapatmaya 'aman bize ne' siyasetine dönme lüksü kalmadı.
Ama gerçekten büyük bir devlet olmak istiyorsak, dünyayla ilgimizi de derinleştirmek ve olgunlaştırmak zorundayız. O yüzden de şu "biz olmasak, dünyada kimsenin sesini çıkmıyor, iyi ki biz varız, dünya bizim adaletimize muhtaç" kibirli diskurundan bir an önce kurtulmalıyız. Tabii "Arakanlılar iyi ki Türkiye var dedi" türü kompleksli habercilikten de. Sorunun 50 yıldır göbeğinde yer alan, yarım milyon Arakanlı’nın sığındığı "Rohingyalı diye bir şey yok hepsi Bengal" diyen Myanmarlı milliyetçilere kalsa hepsini göndermek istedikleri Bangladeş'e, kapalı bir toplantıda bile değil, bir meydandan "Mültecilerin hepsini al parasını biz vereceğiz" diye Türkçe seslenmek gibi işleri ise derhal terk etmeliyiz. Dünyadaki sorunlara duyarlı tek ülke, tek millet biz değiliz. Türkiye’nin çok başarılı STK'ları, devlet kurumları var ama dünyada başka pek çok ülkenin çok başarılı yardım kuruluşları, STK'ları var, onlar da Arakanlılar için çalışıyor. Dünyadaki pek çok ülke, lider Myanmar’a karşı sesini çıkarıyor, tepki gösteriyor. Türkiye medyasından bir kişi bile Bangladeş’ten, Arakan’dan haber geçmezken Batı medyasında olay yerinden Myanmar hükümetini en sert biçimde eleştiren haberler geçiyor.
Eğer gerçekten mazlumlara yardım etmek, arada da büyük bir ülke olmak istiyorsak , kendi sesimize aşık olmayı bırakıp, dünyadaki başka seslere kulak kabartmayı “kimse yok biz varız” diye herkese küsmek yerine, işbirliği imkanlarını aramayı ve bütün bunları da meydanlarda değil, diplomasiyle en sert cümlelerle değil, en akıllı hamlelerle yapmayı öğrenmeliyiz. Ancak bunu öğrendiğimizde büyük devlet olmaya başlayacağız. Binlerce kilometre ötedeki bir insanlık trajedisi için günlerdir gözyaşı döken bir toplum, bu pozitif enerjisinin böyle değerlendirilmesini hak ediyor.