Daha önce de yazdım; ama bir kez daha altını çizmekte yarar var: 15 Temmuz’daki darbe teşebbüsünün püskürtülmesinden sonra OHAL’in ilan edilmesi normaldi. OHAL de nihayetinde anayasal bir rejimdi ve bu günler için düşünülmüştü. Gayesi, memleketin karşı karşıya bulunduğu hayati bir tehlikeyi bertaraf etmek için yürütmeye güç takviyesinde bulunmak, hızlı ve etkili kararlar alınmasını sağlamaktı. Normal dönemlere nazaran hak ve hürriyetler bir ölçüde askıya alınmış olsa da OHAL hukuk dışı bir yönetim değildi. Yürütme “hukuk devleti ilkesi”nin gereği olarak ulusal ve uluslararası hukuki kayıtlarla bağlıydı.
OHAL’den beklenenin elde edilmesi ise iki şarta bağlıydı: Biri, OHAL’i “devamlı bir hal” biçimine dönüştürmemek, bundan uzak durmaktı. Diğeri ise, OHAL’i sadece OHAL ilan edilmesini mecburi kılan ve yetki kanununda ifadesini bulan nedenlerle sınırlı olarak icra etmekti. OHAL’e, darbeye ve darbecilere karşı müracaat edilmişti; dolayısıyla OHAL’den kaynaklı yetkiler de yalnızca darbeyi önlemek ve darbecileri açığa çıkarmak için kullanılmalıydı. Aksi yetki aşımına girerdi.
Torba KHK’lar
İlk OHAL darbeden beş gün sonra, 20 Temmuz’da ilan edildi. Aradan bir yılı aşkın bir süre geçti. Maalesef her iki şartı karşılamaktan fersah fersah uzak bir tatbikat yaşanıyor. Bir kere, OHAL’i kalıcılaştırma yönünde ciddi bir irade görünüyor. İktidar ilk başlarda OHAL’in mümkün olan en kısa vakitte kaldırılacağını ifade ediyordu. Şimdi ise OHAL’in ne zaman son bulacağını soranlara “OHAL’den niye rahatsızsınız?” diye tepki gösteriyor. Tablo açık; iktidar OHAL’den rahatsız değil. Onun için OHAL’i sonlandırmak için hiç acele etmiyor; tersine, normal yönetime geçme taleplerini elinden geldiğince ağırdan alıyor.
İkincisi, iktidar OHAL’i salt darbe ile mücadele için kullanmıyor; hayatın her alanını KHK ile düzenliyor. Darbe ile hiçbir şekilde bağlantısı kurulamayacak olan ama kendisi için öncelik taşıyan konular iktidar tarafından bir KHK’ya konuyor ve toptan düzenleme yoluna gidiliyor. Eskinin “torba kanunları”nın yerini “torba KHK’lar” alıyor. İktidar, KHK’lar sayesinde muhalefet partileriyle uzlaşma ihtiyacı hissetmiyor, Meclis’teki süreçlerle başını ağrıtmıyor, uygun gördüğünü kâğıda yazıp yürürlüğe koyuyor.
OHAL’i sevmek
Kendisine bahşettiği güçten ötürü iktidar OHAL’i sevdi, gücün tadını aldı ve bu gücü kolay elden çıkaracağa da benzemiyor. Nitekim iki KHK daha çıkardı. 693 Sayılı KHK, OHAL esprisine uygun; bu KHK’da kamudan ihraç edilen personelin isimleri ve kapatılan medya kuruluşlarının listesine yer veriliyor. Lakin 694 Sayılı KHK şu ana kadarki en kapsamlı KHK’lardan birini oluşturuyor ve birçok yasada esaslı değişiklikler ve yeni düzenlemeler içeriyor.
Bu yazıda, 58 sayfa ve 205 maddeden oluşan bu KHK’ya dair iki hususa işaret etmek istiyorum.
Birincisi, OHAL döneminde çıkarılan KHK’ların OHAL’i gerekli kılan hallerle ilgili olması, anayasal bir mecburiyettir. Ancak daha önceki bazı KHK’larda olduğu gibi bu KHK’da da bu mecburiyete riayet edilmiyor. “Doldur sepete” mantığıyla ve denetlenemeyecek olmanın verdiği rahatlıkla her mesele KHK’nın içine atılıyor. Mesela 1. madde, köy korucularının görevlerinin ifasından kaynaklı kovuşturma ve soruşturmalarda belirledikleri avukatların ücretlerinin İçişleri Bakanlığının bütçesine konacak ödenekten valilikler tarafından karşılanacağına hükmediyor. 3. madde, askerlik çağrısının ulusal yayın yapan radyo ve televizyonlardan yapılmasını düzenliyor.
Meclisi by-pass etmek
8. madde, idari yargının görev alanına giren konularda ilamsız takip yoluna başvurulamayacağını belirliyor. 45. madde, devlet üniversitelerinin yurt dışında akademik birimler ve sosyal tesisler kurabilmesini öngörüyor. 136. madde, bölge adliye mahkemelerinin yargı çevresine dair kuralları içeriyor. 185. madde ve sonrası da kamu hastanelerinin personel ve çalışma usullerini tanzim ediyor.
694 Sayılı KHK, Orman Kanunu’nda da (madde 22) değişiklikler yapıyor, Özel Tüketim Vergisi Kanunu’nda da (madde 131). Futbol ve diğer spor müsabakalarındaki bahis ve şans oyunlarına da el atıyor (madde 23), oda ve borsa seçimlerinde oy kullanabilmek için gerekli olan kayıt süresine de (madde 134).
Burada sorun, KHK’daki düzenlemelerin gerekli ya da doğru olup olmadıkları değildir. Tartışmasını her konunun uzmanları yapacaktır muhakkak. Sorun, bu düzenlemelerin darbe ile uzaktan yakından ilgilerinin bahis mevzuu olmamasıdır. Eğer bu kanunlarda bir değişiklik elzem ise, Meclis bunun için vardır. Teklif ya da tasarılar Meclise getirilir, üzerlerinde her parti kendi görüşünü açıklar, tartışmalar yapılır ve sonuçta öneriler kanunlaşır ya da reddedilir. Sorun Meclisin by-pass edilmesidir.
Suç ve ceza
İkincisi, 694 Sayılı KHK, daha önceki KHK’lardan çok daha tehlikeli bir yola girip “suç ve ceza” ihdas ediyor. Birkaç örnek vereyim.
10. madde, Uyuşturucu Maddelerin Murakebesi Hakkındaki Kanunun 25. maddesine “beşyüz günden onbin güne kadar adli para” ibaresini ekliyor.
137. madde, Türk Ceza Kanununun 188. maddesinin birinci fıkrasına “ikibin günden az”; üçüncü ve yedinci fıkralarına ise “bin günden az” ibarelerini ekliyor.
138. madde, 5237 Sayılı Kanunun 190. maddesinin 1 ve 3. fıkralarına “bin günden onbin güne kadar adli para” ibaresini ekliyor.
139. madde ise 5237 sayılı kanunun 228. maddesine iki yeni ilave ediyor: “(3): Suçun bilişim sistemlerinin kullanılması suretiyle işlenmesi halinde üç yıldan beş yıla kadar hapis ve bingünden onbin güne kadar adli para cezasına hükmolunur. (4): Suçun bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde ceza yarı oranında artırılır.”
KHK ile suç ve ceza yaratılması, hem Anayasaya hem de Türk Ceza Kanununa aykırı. Anayasanın suç ve cezalara ilişkin esaslarını düzenleyen 138. maddesi “ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirlerinin ancak kanunla konulabileceğini” söyler. TCK’nın 2. maddesi de “İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza hükmolunamaz” der.
Ezcümle bir suç ve ceza konulacaksa, bu ancak kanunla mümkün olabilir. Kanunu ise çıkarmaya tek yetkili merci Meclistir. Burada Meclisin yetkisi KHK vasıtasıyla elinden alınmış ve Meclis devre dışı bırakılmıştır.
Böyle giderse Meclisin ruhuna fatiha okunması fazla zaman almayacaktır. Milletvekillerinin olan bitene bir de bu gözle bakmaları gerekiyor; yoksa varlıkları ile yoklukları arasında bir fark kalmayacak.