Profesyonel bir katil ya da bir psikopat değilseniz birini öldürmek çok zor bir iştir; meğerki büyük bir haksızlığa uğradığınız ya da öyle hissettiğiniz için bedeninizi ‘aşırı’ bir haklılık duygusu sarmış olsun. Aşırı haklılık duygusu intikamı, öç almayı ve -bunu gerçekleştirmenin yollarından biri olan- öldürmeyi meşrulaştırmaya hizmet eder, bir insanın canını almanın insana bindireceği yükü hafifletir. Cana kıymış ya da zalimce fiil işlemiş bir insan belki kısa belki uzun bir süre sonra bir ihtimal davranışında o kadar da haklı olmadığını anlayabilir, buna da pişmanlık diyoruz.
Topluluklar da bireyler gibi: Kaynağını çoğunlukla dini inançlardan, milliyetçilikten ya da kutsallaştırılmış seküler bir ideolojiden alan aşırı haklılık duygusu, sahibini öyle yoğun bir inanç ve güçle donatır ki, onun içine bir itiraz sesinin sızması neredeyse imkânsızlaşır, buna teşebbüs edenin sesi derhal boğulur.
Ne var ki bu kadar yoğun bir haklılık duygusu ‘insani’ değildir, çünkü insanın vahşetten medeniyete uzanan meşakkatli yolculuğunda onu ilkel atalarından ayrıştıran bütün frenlerden azade kılar ve vahşileştirir.
Milliyetçilik de dahil seküler ideolojiler, insanı kolayca öldürebilen biri haline getiren şeyin temelinde -kendi yüksek haklılık duygularının da onları sık sık böyle davranmaya ittiğini unutarak- dogmatik dinî inançların yattığını savunurlar; son 40 yıldaki radikal İslami hareketler bu iddiayı güçlendirdi. Oysa insanlık benzer davranış biçimlerine, kaynağını milliyetçilik ve ‘yüksek’ seküler ideolojilerden alan başka olaylarda da şahit oldu.
Zaten aşırı haklılık duygusunun sahibine oynadığı oyunlardan biri de insanı derin bir çelişkiye sürüklemesinde ve onun, bunun farkında bile olmamasında ortaya çıkar.
Madem güzel sen de yap, ya da yapana zulmetme
Bu uzun girişi, bu yazıyı bundan öncekine bağlamak için yazdım. O yazıyı okumayanlar için spotu işe yarayabilir:
“Herkes ‘bravo’ dedi ama en görkemlisini Ahmet Hakan’ın CNN Türk’teki programı ‘Tarafsız Bölge’de izledik. Gerek Hakan gerekse de stüdyodaki konukları, Gazze’de ateşkes talebiyle ABD Kongresini ‘basan’ Yahudilerin eylemini canlı yayında izlerken onları tebrik etmelere doyamadılar. Başka diyarlardaki iyi örnekleri onaylayarak aktarırken pratikte bunları hiç takmamakla malûl bir ahlakımız var. İnsanda ‘madem güzel, madem doğru, sen neden yapmıyorsun’ diye bağırma duygusu uyandıran bu kötü pratik hiç değişmiyor.”
Yazıda, CNN Türk stüdyosunda İsrail devletini Gazze’de haksız bulan İsraillilere alkış tutan zevatın, 2016’da bir tarafında güvenlik güçlerinin yer aldığı bir çatışmada Türkiye devletinin haksız olduğunu savunan bir bildiriye imza attıkları için süründürülen akademisyenler için ne dediklerini sormuştum: İşte aşırı haklılık duygusunun sahibini sürüklediği ve fakat sahibinin farkında bile olmadığı derin çelişkiye bir örnek… Yazının sonunda, bu ikili tutumun (çelişkinin) başka bütün devletlerin zaman zaman haksız pozisyonda olabileceği fakat Türkiye Cumhuriyeti Devleti için asla böyle bir şey düşünülemeyeceği varsayımından kaynaklandığını söylemiş, okumakta olduğunuz yazıya pası şu final cümleleriyle atmıştım:
“Türkiye’nin herhangi bir savaşta haksız olma ihtimali var mı? Birilerinin böyle bir ihtimali öne sürme hakkı var mı? Hayır, yok. O gün CNN Türk stüdyosundaki zevatın içine düştüğü çelişki işte bu mutlak ve ‘aşırı’ haklılık duygusundan kaynaklanıyordu. İnsan kıyıcılığının da kaynaklarından biri olan bu haklılık türüne dair düşüncelerimi bir sonraki yazıda aktaracağım.”
Şimdi artık şu “aşırı haklılık duygusu”na biraz daha yakından bakabiliriz.
İnsan kıyıcılığının bir kaynağı olarak aşırı haklılık duygusu
Makul duygular ve fikirler belirli bir doz aşımından sonra ‘hastalıklı’ hale gelebiliyor. Haklılık makul bir duygudur, sahibi ‘haksız’ olduğuna inandıklarının hayatına kastetmez, en fazla onları kendi ‘haklılığına’ ikna etmeye çalışır. Fakat ‘aşırı haklı’ biri herkesin kendisine hak vermesini, daha ileri aşamada herkesin kendi gibi olmasını ister ve bunu reddedenleri cezalandırma hakkı olduğuna inanır. Bu yönüyle aşırı haklılık duygusu bir şiddet kaynağıdır ve ‘aşırı haklı’ olduğuna inanan iki ulusun karşı karşıya gelmesi büyük felakettir; orada insan kıyıcılığının sınırı yoktur, çünkü savaş milliyetçiliğin nispeten makul haklılık duygusunu mutlaklaştırıp zirveye taşır. Hamas-İsrail savaşında tam olarak bunu idrak ediyoruz.
Makul bir haklılık duygusuna sahipseniz, bir tarafını oluşturduğunuz münakaşalı durumlarda verileri gözden geçirerek karar verme ve böylece belki kendi haksızlığınıza hükmetme ihtimaliniz de ona paralel olarak azalır. Fakat mutlak ve aşırı bir haklılık duygusuna sahipseniz, kendinizi haksız bulma ihtimaliniz hiç yoktur. Savaş, bütün bir toplumu böyle kişiler haline getirebilir.
Kendi milletinin ve devletinin her durumda “haklı” olduğuna inanmak demek olan milliyetçilik bu yönüyle adaleti bir değer olmaktan çıkartan bir rol oynar. Belki de yanlış, hatalı davranılıyor olabileceğine dair bütün kuşkular bu mutlak haklılık duygusu üzerinden silinir, geriye “bizim” adımıza ne yapılırsa yapılsın “bizim” haklı olduğumuz bir tablo kalır.
Bir çatışmada ya da savaşta -manevi ortam böyleyken- kendi devletinin, kendi ülkesinin de haksız olabileceği düşüncesine açık olmak bir erdem, buna inandığında ilan etmek bir cesaret işi.
Peki kendi ülkesinin, kendi devletinin asla haksız bir pozisyonda olamayacağını söyleyenlerin, kendi devletini haksız bulan başka uluslardan insanları alkışlamaları?
O da pek süfli bir pozisyon…