Ünlü İspanyol romancı Javier Cercas’ın Bir Anın Anatomisi adlı kitabını okumaya başladığımda Türkiye’de Altılı Masa’dan ümitli sesler geliyordu. Tablo, masadakilerin parti çıkarlarını bir tarafa bıraktıklarını, sadece Türkiye’de demokrasinin restorasyonu için bir araya geldiklerini gösteriyordu. Bu çok büyük bir amaçtı ve kişisel-partisel çıkarlar bu amacın önüne geçemezdi. Altılı Masa bize öyle bir duygu veriyordu.
Bu kitapla tanışmamın zamanlaması ilginçti, çünkü Havier Cercas da kitabında 40 yıl öncesinin İspanya’sından benzer bir öyküyü anlatıyordu, yalnız orada altı değil üç demokrasi mücadelecisi vardı.
Cercas bir romancı ama anatomisini deştiği ‘an’ı tümüyle gerçeğe sadık kalarak anlatıyor ve zaten de eserine “gerçekliğin romanı” diyor: “Kurmacanın olanakları ve özgürlüğü olmaksızın onu kavramaya çalışmak, bu kitabın meydan okuyuşudur.”
O ‘an’, yani -Javier Cercas’ın, kitabını Türkçede yayımlayan Everest Yayınları’na verdiği röportajdaki sözleriyle- “1981’de, Franko’nun ölümünden 6 sene sonra, 40 yıllık bir diktatörlüğün ardından askerlerin, darbecilerin, Frankocuların darbe yapmak amacıyla Temsilciler Meclisi’ne girdikleri ve ateş ederek tüm milletvekillerine yere yatmalarını emrettikleri an… Tüm milletvekilleri bu emri yerine getirdi, üç kişi hariç. Bu üç kişiden biri hükümetin lideri ve demokrasiye geçişin mimarı, ikincisi Komünist Parti’nin genel sekreteri. Üçüncüsü ordu komutanıydı. Bu kitap işte bu anı, bu üç isyankâr insanın ‘hayır’ diyerek koltuklarından ayrılmamasını konu alıyor.”
Darbecilere karşı parlamentoyu ve demokrasiyi ölüm pahasına savunan bu üç kişi İspanya demokrasi tarihinde hak ettikleri yeri almış durumda. Fakat onların o ‘an’a kadar, yani Franko’nun ölümünden (1975) sonraki altı yıllık geçiş döneminde yaşadıklarını kitap boyunca okuduktan sonra akla gelen soru şu: Acaba hangisi demokrasiyi savunmada daha büyük bir samimiyete, kararlılığa ve cesarete işaret ediyor: Her birini kendi çevresinden dışlayan nefret dalgasına karşı altı yıl boyunca sabredip dayanmaları mı yoksa o ‘an’da ölümü göze alıp darbeci askerlere direnmeleri mi?
Kemal Kılıçdaroğlu’nun iktidar hırsı uğruna giriştiği ittifak hamlelerine şahit olduktan, Akşener’in “bu bacınıza neler neler ettiler”den ibaret büyük dertlerini dinledikten sonra anladık ki bizim Altılı Masa’nın tecrübesiyle İspanya’da 40 yıl önce yaşanan demokrasi mücadelesi arasında dağlar kadar fark var.
Hayal kırıklığı, uğruna mücadele ettiği şeyde samimi ve kararlı olmayanı yıkar, samimi ve kararlı olanı ise sarsar ama yıkamaz. Bu ölçüyle baktığımızda, Türkiye’de otoriterliğe karşı çoğulculuk ve demokrasi mücadelesi verdiğini söyleyerek seçime giren muhalefetin yaşanan hayal kırıklığından sonraki hali, uğruna mücadele ettiği şeyde yeterince samimi ve kararlı olmadığını gösteriyor. Buna karşılık İspanya örneği ve Cercas’ın kitabında uzun uzun anlattığı o üç kişinin öyküsü, uğruna mücadele ettiği şeyde samimi ve kararlı olanın nasıl başka her şeyi ihmal edip, her şeyi göze alıp yılmadan uğraşmaya devam ettiğini anlatıyor.
Bu yazıda o üç kişiyi ve demokrasinin yerleşmesi uğruna nelere katlandıklarını, neleri sineye çektiklerini anlatacağım.
Fakat önce o ‘an’ı ve o ‘an’da bu üç kişinin nasıl davrandığının ayrıntılarını gözden geçirelim.
“23 Şubat 1981 gününün on sekiz saat yirmi üç dakikası. Temsilciler Meclisi’nin toplandığı salonda, ülkede diktatörlüğe son verilip demokrasinin inşa edildiği beş yıl süresince hükümetin başında bulunan, yirmi beş gün önce istifa eden Başbakan Adolfo Suarez’den görevi devralacak olan Leopoldo Calvo Satelo’nun güvenoylaması yapılmaktadır. Sandalyelerinde oturmuş, oy vermek için sıra beklemekte olan vekiller öğle sonrası mahmurluğuyla uyuklamakta, çene çalmakta, bir şeyler düşünmektedir.” (S. 31).
O ‘an’ milletvekili Manuel Nunez Encabo’nun isminin okunduğu anda başlar. Encabo oyunu kullanamaz, ya da sesi duyulmaz çünkü isminin okunduğu sırada salonun sağ kapısından gelen bir haykırış bütün sesleri bastırır. Cercas, Meclis kameralarından olanları şöyle aktarır:
“İkinci kamera salonun soluna odaklanır: Jandarma Yarbay Antonio Tejero, elinde tabancası, sükûnetle meclis başkanlığının merdiveninden çıkmaktadır. Sekreterin arkasından geçer, donakalmış kendisine bakmakta olan Başkan Landelino Lavilla’nın yanında durur, ‘kimse kıpırdamasın!’ diye bağırır, sessizlik dışında hiçbir şeyin olmadığı, herkesin afsunlanmış gibi kalakaldığı, her şeyin ve herkesin öyle kalmaya devam edecek gibi göründüğü birkaç saniye geçer. (…) Ayağa kalkmış olan bütün milletvekilleri yerlerine otururlar, ayakta kalan tek kişi Başbakan Yardımcısı General Manuel Gutierrez Mellado’dur. (…) General Mellado yerinden kalkıp isyancı yarbaya yönelir. Başbakan Suarez, ceketinden tutarak durdurmaya çalışır onu, ama beceremez. Yarbay Tejero yeniden ekranda belirir, kürsünün merdiveninden inmektedir, ama merdivenin ortasına geldiğinde durur, kendisine doğru yürüyerek kararlı el kol hareketleriyle derhal salonu terk etmesini söyleyen General Mellado’nun duruşu kafasını karıştırmış, gözünü korkutmuştur, derken üç jandarma salonun sağ girişinden içeri dalıp yaşlı ve sıska generalin üzerine çullanırlar, onu iteklerler, ceketinden kavrayıp silkelerler, yere yatırmak üzeredirler. Başbakan Suarez yerinden kalkar, yardımcısına doğru gider; yarbay kürsüye çıkan merdivenin ortasındadır, orada kalıp olanı biteni seyreder. O sırada ilk silah sesi duyulur, sonra ikinci silah sesi, Başbakan Suarez, kendisine el kol hareketleriyle ve bağırarak yere yatmasını söyleyen jandarmanın karşısında korkusuzca dikilmekte olan General Mellado’nun kolunu tutar; derken üçüncü silah sesi duyulur, General Mellado meydan okuyan bakışlarını jandarmanın üzerinden çekmeksizin kolunu sert bir hareketle başbakanından kurtarır, o esnada yaylım ateşi başlar. Kurşunların tavan sıvasından kopardığı parçalar dökülürken milletvekillerinin hepsi silinir görüş alanından, iskemleleri onları yutmuştur adeta; yaşlı general kollarını vücudu boyunca sarkıtmış, bakışlarını boyuna ateş eden jandarmalara dikmiş, yaylım ateşinin ortasında, ayakta durmaktadır. Başbakan Suarez’e gelince, yavaş yavaş sandalyesine döner, oturur, arkaya yaslanır, hafifçe sağa kaykılır, tek başına, heykel gibi, boş sandalyeler çölünde bir hayalet misali, öylece kalır.” (S. 33).
Başbakan Suarez ve yardımcısı General Mellado dışında, o ‘an’da ayakta olan üçüncü bir kişi daha vardır: Suarez-Mellado ikilisinin birkaç yıl önce yasallaştırdığı İspanya Komünist Partisi’nin Genel sekreteri Santiago Carillo. Javier Cercas onu da şöyle anlatıyor kitabında:
“Tıpkı Suarez’in duruşu gibi, tıpkı Gutierrez Mellado’nun duruşu gibi ne rasgele ne de düşüncesizce bir duruştur Carillo’nunki: Enine boyuna düşünülerek edinilmiş bir duruşla reddeder darbecilere boyun eğmeyi. (…) 23 Şubat günü, Suarez’in daima ileri sürdüğü nedenle sandalyesinin altına sığınmadığını söylemiştir: O, Komünist Parti’nin genel sekreteridir. Komünist Parti’nin genel sekreteri kendisini yere atamaz!” (Suarez baskın sonrasında verdiği bütün söyleşilerde, düz milletvekili olsa belki kendisinin de sandalyenin altına gireceğini, fakat hükümetin başı olduğu için kendisinin böyle bir şeye hakkının olmadığını söylemişti – A. G.)
O ‘an’ın tablosu, yüzlerce parlamenter arasında darbecilere karşı direnen üç kişinin sanki sırf pozisyonları nedeniyle (asker, hükümetin başı, Komünist Parti’nin başı) ve sırf kişisel onurları için sandalyelerinin altına sığınmadığı gibi bir izlenim verebilir, fakat öyle değil. Öyle olmadığını anlamak için, 1936’daki kanlı iç savaşta fiilen yer alan bu üç kişinin, yaşadıklarını unuttuklarından değil tam tersine hatırladıklarından dolayı nasıl el ele verip, her türlü dışlanmayı göze alarak demokrasi uğruna çaba sarf ettiklerini hatırlamamız gerekir.
Sonraki yazıda: Javier Cercas’ın kaleminden İspanya’nın demokrasi üçlüsünün hikâyeleri…