Sabah 08:00
Hiçbir zaman güneşin ya da güneşli havanın hayranı olmadım. Ben yağmuru, kışı ve ağaç yapraklarının dökülmesini severim. Lisedeyken hatırlıyorum, İngilizce öğretmenim teneffüste bizden hep güneşin altında durmamızı isterdi. “Güneşe sarılın, sıcaklığını hissedin.” İstediğini yapardım ama hiç hoşuma gitmezdi.
Tek dileğim, dışarıda yağmur yağarken bütün bir günü yatağımda geçirip birbiri ardına kitap okumanın keyfini çıkarmak. Korkularımdan biri, bu dünyadaki tüm güzel ve harika kitapları yeterince okuyamadan ölmekti. Şimdi ise daha hayatımı yaşayamadan ölmekten korkuyorum.
Ancak bugünlerde havanın güneşli olması için çok dua ediyorum. Öncelikle, okullarda ve çadırlarda yaşayanların mağdur olmaması ve komşularımızın güneş enerjisini kullanarak pillerimizi ve telefonlarımızı şarj edebilmek için. Maalesef dünden beri şiddetli yağmur yağıyor.
Altyapının yetersizliği nedeniyle kısa sürede etrafımızdaki sokakların çoğu suyla kaplandı. Çoğu insan hala parmak arası terlik giyiyor; çünkü ayakkabılar karşılayamayacakları bir lüks. Birçok insanın yırtık parmak arası terlik giydiğini fark ettim. Bu soğukta nasıl hareket edebiliyorlar?
Peki ya yemek? Genellikle insanlar vücutlarının sıcaklığını korumak için daha fazla yemek yerler. Ama burada tam tersi oluyor. Ortalama kilolarda olan bir arkadaşım bana şu ana kadar 8 kilodan fazla kaybettiğini söyledi. Çok az yiyecek var ve temel gıda maddelerini temin etmek için çok çaba sarf ediyorlar. Bana “Acılarımızı azaltmak için ne yaptık biliyor musunuz? Tüm aile oruç tutmaya karar verdik. Bu hepimizi gün boyu yiyecek sormamaya ya da merak etmemeye zorluyor. Güneş battığında, mevcut olana bağlı olarak tek öğünümüzü yiyoruz.” dedi.
Birçok ailenin una erişimi yok, bu yüzden ekmek bile yiyemiyorlar. Başka bir bölgede yaşayan bir arkadaşım bana şunları söyledi: “Dört gündür bir parça ekmek bile yiyemedik. Çocuklarımız var, bu da sefaletimizi daha da kötüleştiriyor. Biraz yiyeceğimiz kaldı ama yeterli değil. Yetişkin erkekler sokaklarda ağlayarak un dilenmek için değil, satın almak için yalvarıyor.”
Ahmet’in küçük kardeşi günaydın demek için odaya geliyor. Havanın bu kadar soğuk olmasının bizi ne kadar üzdüğünü konuşuyoruz. Ayrıca artık sahip olmadığımız bir başka lüksümüzden de bahsediyor: istediğimiz zaman sıcak içecek içmek…
Doğalgaz olmaması nedeniyle sıcak bir şeyler içmek, odun, naylon, karton ve plastik yakarak ısı oluşturmakla başlayan uzun bir süreçtir. Ayrıca, kaynakları korumak için sıcak bir şeyler içmenin öncelikli olup olmadığını da tartışmak gerekiyor.
Ahmet bizimle içtiği son cappuccino’nun anısını paylaşıyor: “Sıcak ve lezzetliydi. Tadı hala damağımda. Fakat beni en çok rahatsız eden şey acelem olduğu için fincanımı tamamlayamadığımı hatırlamam. Yarısını içtim ve bunun son cappuccino içişim olacağını bilmeden oradan ayrıldım. Şimdi, iki ay sonra, son damlasına kadar içeceğim.”
Öğle 15:00
Ahmet, okullarda ve diğer bölgelerde yerinden edilmiş çocuklara yardım etmek için gönüllü oldu. Bir grup gençle birlikte çocuklar ve ebeveynleriyle oyunlar oynuyor; onlara hikayeler anlatıyor ve birlikte şarkı söylüyorlar.
Durumun korkunç olduğunu söylüyor. Her sınıfta en az 30’u çocuk olmak üzere yaklaşık 70 kişi varmış. Küçücük bir odaya 4/5 aile sığdıklarını söylüyor. Ayağınızı içeri sokamıyormuşsunuz. Etrafta baskın bir lağım kokusu varmış. Gerçekten çok kötü.
“Ama çocuklar ve ebeveynleri etkinliklerden keyif alıyor. Yaptığımız şeylerden biri de yüz boyamaydı. Bir kız çocuğu sarı bir köpek, diğeri kelebek ve bir erkek çocuğu da güneş istedi. Aileleri, bu kötü zamanlarda bazı mutluluk anlar yarattığımız için bize minnettarlar.”
Akşam 18:00
Gazze’den ayrılanlar çok daha iyi bir yerde ve daha güvende olsalar da hala birçok zorlukla karşı karşıyalar. Örneğin bir arkadaşım ailesiyle birlikte neredeyse hiç parası olmadan Gazze’den ayrıldı. Şimdi yurtdışında yaşayan arkadaşlarından borç para alıyorlar. Bana iş aradığını söyledi. Yani güvendeler ama kendi başlarına hayatta kalmaları gerekiyor.
Ama en büyük ıstırap sevdikleri için duydukları korku ve onları geride bıraktıkları için hissettikleri suçluluk duygusu. Başka bir arkadaşım, erkek kardeşinin ve diğer aile üyelerinin ölüm haberini aldı. Yıkılmış durumda.
Gece 22:00
Battaniyelerle örtülü kanepede uzanmış ısınmaya çalışırken, okuduğum en iyi kitap tanıtımlarından birini düşünüyorum. Charles Dickens’ın İki Şehrin Hikâyesi olabilir: “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü , hem akıl çağıydı hem aptallık , hem inanç devriydi hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi , hem umut baharı hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu.”
Karanlığın içinde, Gazze’nin umutsuzluk kışında otururken, Gazze’nin en kötü zamanlarını nasıl geçirdiğini ve Dickens’ın girişindeki betimlemenin dünyanın şu anki durumu için ne kadar doğru olduğunu yaşıyor ve anlıyorum.
Bu kâbusun sona ermesi için dua ediyorum; çektiğimiz acıların ve sefaletin sona ermesi için dua ediyorum. Ama şu anda en çok istediğim şey soğuk havanın ortadan kalkması ve güneşin doğması, böylece Gazzeliler güneşin altında durup bedenlerini, kalplerini ve ruhlarını ısıtabilsinler.