Vladimir Lenin’in siyasi mirasında, ölümünden bir asır sonra övgüye değer bir unsur varsa, bu kişinin davasına gerçekten sadık kalması için ne gerektiğine dair içgörüsüdür. Bugün ister İsrail’de ister Ukrayna’da olsun, ileriye giden tek siyasi yol kör dogmatizmden ve kinik oportünizmden kaçınan yoldur.
Vladimir Lenin’in ölümünün üzerinden bir asır, Bolşevik projesinin çöküşünün üzerinden ise otuz yıldan fazla zaman geçti. Fakat Lenin’in siyasi yaşamının büyük bir kısmı günümüz perspektifinden bakıldığında son derece sorunlu olsa da Lenin’in acımasız pragmatizmi hala geçerliliğini koruyor.
Lenin’in somut durumun somut analizine olan meşhur bağlılığını hatırlayın. Hem dogmatik dava sadakatinden hem de ilkesiz oportünizmden kaçınmak gerekir. Hızla değişen gerçek dünya koşulları altında, bir ilkeye gerçekten sadık kalmanın – terimin olumlu anlamında “ortodoks” kalmanın – tek yolu kişinin kendi pozisyonunu değiştirmesidir. Böylece, 1922’de iç savaşı her şeye rağmen kazanan Bolşevikler, özel mülkiyete ve piyasaya çok daha geniş bir alan tanıyan “Yeni Ekonomik Politika “yı benimsediler.
Lenin bu kararı açıklarken, “daha ileri sıçramak amacıyla” geri çekilmesi gereken bir dağcı benzetmesini kullanmıştı. Yeni Sovyet devletinin başarılarını ve başarısızlıklarını sıraladıktan sonra şu sonuca vardı: “Hayal kurmayan, umutsuzluğa kapılmayan ve son derece zor bir göreve yaklaşırken tekrar tekrar ‘baştan başlamak için’ güçlerini ve esnekliklerini koruyan komünistler mahkum değildir ve büyük olasılıkla mağlup olmayacaklardır.”
Marksistlerin kendisinden çok şey öğrenebileceği Danimarkalı teolog Søren Kierkegaard’ın akisleri de hatırlanabilir. Lenin, herhangi bir devrimci sürecin aşamalı değil, tekrarlamalı, başlangıcı tekrar tekrar tekrar eden bir hareket olduğuna inanıyordu.
Bugün bulunduğumuz noktayı daha iyi nasıl yakalayabiliriz? 1917’de Ekim Devrimi ile başlayan döneme kesin bir son veren 1989’daki “belirsiz felaket “ten sonra, “sol “un son iki yüzyılda ne anlama geldiği konusunda artık herhangi bir süreklilikten söz edilemez. Fransız Devrimi’nin Jakoben zirvesi ve Ekim Devrimi gibi silinmez anlar hafızamızda kalacak olsa da, bu hikayeler sona erdi. Her şey yeni bir başlangıç noktasından yeniden düşünülmeli.
Küresel kapitalizmin tek gerçek devrimci güç haline geldiği günümüzde yeni bir yaklaşım her zamankinden daha önemli. Soldan geriye kalanlar kafalarını, kapitalizmin son birkaç on yılda toplumlarımızın dokusunu ne kadar değiştirdiğini büyük ölçüde göz ardı eden bir proje olan refah devletinin eski kazanımlarını korumaya takmış durumda.
Elbette istisnalar da var. Bu süreci olduğu gibi kabul eden nadir teorisyen ve politikacılardan biri Yanis Varoufakis’tir. Varoufakis’e göre kapitalizm tekno-feodalizme dönüşüyor ve bu nedenle de geleneksel anti-kapitalist retorik etkisini kaybediyor. Bunun anlamı, sosyal demokrasiyi ve onun ana fikri olan sol-liberal refah devletini terk etmemiz gerektiği.
Varoufakis, tam anlamıyla Leninist bir şekilde, eleştirel analizimizin nesnesinin (kapitalizm) değiştiğini ve bizim de onunla birlikte değişmemiz gerektiğini görüyor. Aksi takdirde, kapitalizmin kendini yeni bir biçimde yeniden canlandırmasına yardım etmiş olmaktan başka bir şey yapmamış olacağız.
Lenin’in pragmatizmi sadece sol için geçerli değildir. Geçtiğimiz ay, Shin Bet’in (İsrail’in iç güvenlik servisi) eski lideri Ami Ayalon bir paradigma değişikliği çağrısında bulundu: “Biz İsrailliler ancak onlar, yani Filistinliler umut sahibi olduğunda güvenliğe sahip olacağız. Temel mantık budur.”
Filistinliler kendi devletlerine sahip olana kadar İsrail güvende olmayacağından, İsrailli yetkililer İkinci İntifada’nın hapisteki lideri Mervan Barguti’yi serbest bırakarak devlet kurma müzakerelerine öncülük etmelidir.
Ayalon, “Filistinlilerin anketlerine bakın,” diye konuşuyor. “Filistinlileri İsrail’in himayesindeki bir devlete götürebilecek tek lider o. Öncelikle iki devlet kavramına güvendiği için, ikinci olarak da meşruiyetini hapishanelerimizde oturarak kazanmış olduğu için.” Gerçekten de pek çok kişi (yirmi yılı aşkın süredir hapiste olan) Barghouti’yi bir tür Filistinli Nelson Mandela olarak görüyor.
Ya da daha da şaşırtıcı bir örnek düşünelim. Geçtiğimiz hafta Ukrayna Genelkurmay Başkanı Valeriy Zaluzhnyi, yakında görevinden alınabileceğine dair basında çıkan haberlerin ardından, Ukrayna için önceliklerini sıralayan ve savaş çabaları için en yüksek öncelikleri belirleyen bir açıklama yayınladı. “Silahlı kuvvetlerimizin önündeki zorluk küçümsenemez. Bu, tamamen yeni bir teknolojik yeniden silahlanma devlet sistemini ortaya koymak demek.”
Bu da “insansız hava araçları gibi insansız sistemlerin yanı sıra, Ukrayna’nın avantajlı olmadığı bir mevzi savaşına çekilmemesi için en iyi yöntem olan diğer gelişmiş silah türlerinin” sayısının iki katına çıkarılması anlamına geliyor. Kendisine zaman zaman verilen isimle “Demir General” daha sonra, kilit müttefiklerinin kendi siyasi gerilimleriyle boğuşması nedeniyle Ukrayna’nın askeri desteğini azaltmaya hazırlanması gerektiğini itiraf etti.
Zaluzhnyi’nin kısa yorumunu Leninist (yani ilkeli-pragmatik) bir müdahale olarak görüyorum. Doğru, radikal solcular ve Zaluzhnyi’nin kendisi bu nitelemeyi saçma bulacaktır ve ben de Ukrayna’da şu anda devam eden güç mücadeleleri ya da Zaluzhnyi’nin bu mücadelelerdeki rolü konusunda uzman değilim. Tek söylediğim, Zaluzhnyi’nin hedefine sadakatini (demokratik bir devlet olarak Ukrayna’nın bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumak) savaş alanındaki durumun somut bir analiziyle ustalıkla birleştirmiş olduğudur.
Açıkça söylemek gerekirse, işgalciye karşı halk direnişinin ve ön saflarda yakın kişisel mücadelenin kahramanca safhasını artık geride bıraktık. Ukrayna, uzun süreli bir savaşa uygun yeni teknolojileri benimseyerek ve Batılı ülkelerin süresiz yardım sağlama konusunda artan isteksizliğinin önüne geçerek kendini yeniden yönlendirmeli. Ukrayna’nın ayrıca yolsuzluk ve oligarklara karşı daha kararlı bir şekilde hareket ederek ve ne için savaştığını açıkça ifade ederek kendi iç düzenini de sağlaması gerekecektir.
Hepsinden önemlisi, Ukrayna’nın dar anlamda milliyetçi olmayan ya da Ukrayna solunun Rusya yanlısı olduğu şüphesiyle tanımlanmayan ortak bir vizyona ihtiyacı var. Savaşın yarattığı yorgunluğun etkilerine dayanabilmek için Ukraynalılar kendilerini Lenin’in dağcısının yerine koymalıdır.
Çeviri: Hasan Ayer.