Murat Sabuncu’nun T24‘te yayınlanan yazısı:
Seçimler geldi, geçti. İktidar ortakları özellikle AKP yenilginin sebeplerini araştırıyor, tartışıyor. Kimsenin demokrasiyi, hukuku boğan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve yer yer Anayasa’nın da dışına çıkarak tek başına aldığı kararlarla ekonomiden özgürlüklere ülkeyi adeta felce uğratan Tayyip Erdoğan’ı eleştirecek hali ve cesareti olmadığına, olamayacağına göre sorunun etrafında dönüp duruluyor. Kimi ‘kendi medyasını,’ daha doğrusu propaganda aygıtını eleştiriyor, kimi partiye sonradan gelenleri. Kimi teşkilattan kimi kabineden şikayetçi. Sanki medya-kadro-teşkilat-kabine oluşturulurken Erdoğan kimseyi dinlermiş gibi. Medya-kadro-teşkilat-kabine değişse her şey yola girecekmiş gibi. Ya da ‘partiye-davaya’ yıllarını vermiş kişiler (Mesela Hayati Yazıcı’ya, Van’da yaşanan hukuksuzluğa tepki gösteren tweeti sildirildi) “Sizi not ediyoruz” diye sallanan parmaklara, atanmışlara kurban edilmiyor gibi.
Zenginlerin partisi haline getirilen, asgari ücretlinin, emeklinin, beyaz yakalının her geçen gün yaşadığı ekonomik çöküşe uzaktan bakan ‘AKP elitleri’ kendi hayatlarını, varlıklarını da halkın gözüne sokmaktan çekinmiyor. ‘Monaco’da istakoz’ dokuz günlük tatilin gözde tartışmasıydı ama… “Herkesin evinde kileri içinde bir süre yetecek gıda ürünü” vardır diyeni de Meclis’te uzun mangallarda et pişirip ziyafet vereni de emekliye simit satmasını önereni de gördü-duydu bu gözler, kulaklar…
Peki önümüzdeki günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a partisi içinden gerçek anlamda bir eleştiri yapılabilecek mi? Tabii ki hayır. O zaman iktidar bildiğini okumaya devam edecek. Birkaç kadro değişecek, bir süre daha işler böyle gidecek.
Buradaki soru, Erdoğan’ın önümüzdeki süreçte atacağı adımlarla ülkeyi daha sert bir iklimde mi yöneteceği, yoksa demokrasi için küçük de olsa kimi adımlar mı atacağı? Bu noktadaki en önemli, en yakında ipucu verecek konulardan biri Kürt sorunu. 17 Nisan Çarşamba günü açıklanacak Kobani davası ile ilgili mahkemenin vereceği kararlar sinyal niteliğinde olacak. Savcılık makamı; Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ Şenoğlu, Ahmet Türk, Bircan Yorulmaz, Ali Ürküt, Alp Altınörs, Altan Tan, Ayhan Bilgen, Ayla Akat Ata, Aysel Tuğluk, Ayşe Yağcı, Bülent Barmaksız, Cihan Erdal, Nazmi Gür, Dilek Yağlı, Emine Ayna, Sırrı Süreyya Önder, Gülser Yıldırım, Gültan Kışanak, Günay Kubilay, İsmail Şengül, Zeki Çelik, Pervin Oduncu, Sebahat Tuncel, Zeynep Karaman, İbrahim Binici, Can Memiş, Gülfer Akkaya, Berfin Özgü Köse, Emine Beyza Üstün, Meryem Adıbelli, Sibel Akdeniz, Mesut Bağcık, Nezir Çakan ve Aynur Aşan için ağırlaştırılmış müebbet hapis istiyor.
Eski HDP eş genel başkanları ve belediye başkanlarının da aralarında bulunduğu isimlerin çoğu 7.5 yıldır tutuklu. Yargılanan isimlerden Sırrı Süreyya Önder milletvekili, aynı zamanda Meclis Başkanvekili. Ahmet Türk, 31 Mart seçimlerinde Mardin’den yeniden belediye başkanı seçildi. Pek çok isim bu kadar uzun süre tutuklu yargıladıktan sonra mahkemenin ‘beraat’ kararı alması ya da tahliye etmesini beklemek zor gözüküyor. Hukuktan çok siyasetin belirleyiciliğindeki davalardan. Aynen Gezi gibi.
Siyaset demişken… Yerel seçim öncesinde uzun süren sessizliğini bozan Leyla Zana’nın Erdoğan’a yaptığı “çözüm sürecinin buzdolabından çıkarılması” çağrısı önemliydi. Yine seçim öncesi Demirtaş’ın şu cümleleri de:
“Elbette Kürt sorununun çözümü, resmi olarak bir masa etrafında konuşulacaksa -ki bizce gecikilmeden konuşulmalıdır- masada Türkiye Cumhuriyeti devletini temsilen Hükümet olmak zorundadır. Hükümet de bugün itibarıyla Sayın Erdoğan şahsında temsil edildiğine göre, bu işin birinci muhatabı Sayın Erdoğan’dır.”
Türkiye siyasetine damga vurmuş isimler Zana ve Demirtaş’ın çıkışları, DEM Parti’nin ‘üçüncü yol’ stratejisi, her ilde aday çıkarması iktidarın 2028’e kadar olan seçimsiz geçecek süreçte Kürt sorununa yeni bir pencere açma çabasıydı aynı zamanda. Ancak seçim sonrası başta iktidar ortağı MHP’den gelen ‘mevcut durumu tahkim etmeye yönelik’ sinyaller, Van sürecinde AKP içi ‘hukuka daha yakın isimlerin’ hedef alınması; Erdoğan’ın bu konuda sertlik yanlısı duruşu devam ettireceğini düşünüyor. Kobani duruşmalarının bir kısmını izlemiş bir gazeteci olarak, tatil süresince Demirtaş’ı burada yaptığı savunmanın kitap haline gelmiş halini okudum. Burada sadece Kobani’ye dair bir savunma yok. Tarihsel bir süreçte Kürt sorunu, aktörler, belgelerle bir anlatı var.
Burada üç noktanın altını çizeceğim. Birincisi Kobani davasını 6 yıl sonra kimler açtı; Demirtaş anlatıyor:
“Bize yapılan siyasi operasyon, kumpas operasyonuyla neyin hedeflendiğinin görülmesi lazım. Bu fezlekeleri hazırlayan savcılara dönüp bakın. On iki fezlekenin altı, yedi, sekiz savcısı mı, neydi, onlar da tutuklu cemaatten. Kurtca Eker, FETÖ’cülükle suçlanıyor, iddianameyi hazırlayan savcı.”
İkincisi ‘Hendek sürecine’ dair anlattıkları, hatırlattıkları. Kimi ilçeleri yerle bir eden askerlerin, buradaki ‘komutanların’ sonrasında 15 Temmuz darbe sürecinde aldıkları rol:
“Yargılandıkları hiçbir dosyada hiçbir savcı demedi, ‘Arkadaş, sen darbeden önce Şırnak’ta, Diyarbakır’da, Nusaybin’de, Yüksekova’da görev yapıyordun. Orada hiçbir halt karıştırmadın mı acaba?’ diye sormadı.”
Demirtaş, Bahçeli’nin bir söyleşisinden de alıntı yapıyor:
“Ertuğrul Özkök, MHP genel merkezini ziyaret etmiş, Devlet Bahçeli ile röportaj yapmış. Şu andaki savunma konumuzu da ilgilendirdiği için bu pasajı da buraya not düşeyim. Şöyle demiş Devlet Bahçeli: ‘Güneydoğu’da olaylar başlayınca ben hemen ‘Oralarda sıkıyönetim ilan edin’ dedim ama sonradan gördüm ki iyi ki benim o sözümü dinlememişler. Çünkü biz orada o gün ‘Komutanlar terörle mücadele ediyor’ diyorduk, meğer darbe planı yapıyorlarmış. Bir de ellerinde sıkıyönetim yetkisi olsaydı facia olabilirdi.’ Devlet Bahçeli. Ertuğrul Özkök ile 13 Ekim 2018 tarihli röportajından.’
İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın Meclis tutanağına geçen sözleri:
“’Bizim de kontrol edemediğimiz, bizi dinlemeyen güçler de vardı o dönemde’ diyor. Tutanağa geçmiş. Meclis tutanaklarında duruyor. Böyle bir, böyle bir şey olabilir mi? Bütün bunların sorumluluğunu nasıl bize yıkarlar?’’
Demirtaş’ın savunmasından üçüncü nokta. Kürtler ve toplum:
“Toplumun çoğu Kürtlerin kim olduğunu, ne olduğunu bilmez. Okuyup yazmış olanlar, alternatif tarihi bilenler, mücadele geleneğinden gelenler, Türkiye sosyalistleri iyi bilirler, tarihten beri iyi bilirler de ama Türk toplumunun geneli bilmez bunu. En demokratı şöyle savunur kendisini; ‘Yahu bizim de kapıcımız Kürt kardeşim. Biz sorun yaşa-mıyoruz. Benim de Kürt arkadaşım var. Bizim bakkal da Kürt’tür. Bizim Kürt gelinimiz, damadımız var.’ Ortalama bir demokratın Kürtlükle ileri seviye teması budur, bu kadar tanıyor. Tanımak için de uğraşmıyor, çaba da sarf etmiyor. Bu ülkede Kürtleri yargılayan hakimler Kürtlerin tarihini bilmiyor. Trajedisini bilmiyor. Acısını, sosyopsikolojik durumunu bilmiyor.”
Selahattin Demirtaş ve pek çok Kürt siyasetçi, Kürtlere yapılan haksızlıklara itiraz edenler, konuşanlar, yıllardır hapiste ya da hedefte. 31 Mart sonrası muhalefet toplumdan önemli bir destek aldı. Kobani davasının sonucuna iktidardan çok muhalefetin ne diyeceği önemlidir. Tayyip Erdoğan bir zamanlar umut olduğu, seçmeninden önemli destek aldığı Kürt seçmeni tamamen yok sayacak bir yola mı sapacak -ki şu an öyle gözüküyor- yoksa yeni bir adım mı atacak? CHP’nin başta genel başkanı öne çıkan siyasetçileri Kobani davasının kararlarını nasıl yorumlayacak? TİP’ten EMEP’e sosyalistler…Az da olsa AKP içinde hala ‘hukuk’ demeye çalışanlar? En az kararlar kadar önemli olacak bu. İzleyip, göreceğiz…