2012’nin sonu 2013’ün başlarında Kürt meselesini demokratik bir çerçevede hal yoluna koymak üzere bir Çözüm Süreci başladı. Bir tarafında, tabiatıyla, PKK’nin olduğu bu süreç siyasi planda iki parti tarafından yürütülüyordu: AKP ve HDP. Dolayısıyla AKP ve HDP arasında bir süreç birlikteliği söz konusuydu. Buna mukabil CHP daha yumuşak, MHP ise daha sert bir biçimde sürece muhalefet ediyordu. Yani sürecin yanında duran AKP ile HDP’nin karşısında CHP ve MHP yer alıyordu.
Türkiye sancılı bir dönemden geçiyordu. Memleketin geleceğini yakından alakadar eden vakalar peşi sıra sökün ediyordu. Önce Gezi Olayları patlak verdi. CHP hemen oradaki muhalefeti sahiplendi, AKP’ye karşı konumlandı. Gözlerin çevrildiği HDP, Gezi’ye biraz mesafeli durdu. Koyduğu bu mesafe, daha sonra HDP’nin başına çok kakıldı. Ardından 17-25 Aralık Soruşturmaları geldi. Gizli kayıtlar, tapeler, görüntüler, vs. gün be gün hem geleneksel ve hem de sosyal medya üzerinden servis edildi. Muhalefetin blok halinde iktidarın karşısında durduğu bir dönem yaşandı.
Birleşen ve ayrılan yollar
2014’ün en önemli gündemi Cumhurbaşkanlığı seçimiydi. AKP ve HDP kendi genel başkanlarını aday gösterdiler. CHP ve MHP ise bir “çatı aday” buldular. Erdoğan ve Demirtaş kendileri ve partileri namına yarışırken İhsanoğlu ise Kemalist, ulusalcı ve milliyetçi cephenin adayı olarak yarışa katıldı. CHP ve MHP’nin 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde birleşen yolları, 2015’teki genel seçimlerde ayrıldı. 7 Haziran’da çıkan sonuç hiçbir partiye tek başına iktidar vizesi vermedi. AKP, % 40 oy aldı. Kılıçdaroğlu geriye kalan % 60’ı bir “blok” olarak niteledi. Bahse konu blokun başarısı için, daha fazla oy almış olmasına rağmen, Bahçeli’nin Başbakanlığını kabul edeceğini duyurdu.
Yekten hidayet
Lakin hesaplar tutmadı. Bahçeli’nin yapılan teklifi kesin bir dille reddetmesi, var olduğu sanılan blokun gerçekte gündüz gözüyle görülmüş bir hayalden ibaret olduğunu açığa çıkardı. Blok tuzla buz oldu. MHP, ne AKP ne de CHP ile bir ittifaka tevessül etti. AKP ve CHP de bir koalisyonda anlaşamayınca Türkiye hükümeti tayin etmek için aynı yıl içinde ikinci kez sandığa gitmek zorunda kaldı.
15 Temmuz’daki darbe girişiminden sonra siyasi kartlar bir kere daha karıldı. O vakte kadar başkanlık sistemine kategorik olarak karşı çıkan ve şiddetli bir muhalefet sergileyen MHP birden başkanlığa giden kapıları sonuna kadar açtı. Bunun sebebi henüz berraklaşmadı. MHP’nin tabanı bile Bahçeli’nin aniden hidayete ermesine bir mana biçemedi, bocaladı ve kabullenemedi. Fakat nihayette Bahçeli, bir zamanlar en yeğin muhalifi olduğu Erdoğan’a siyasi hayatının en büyük emelinin anahtarını elden teslim etti.
MHP’nin yaptığı siyasi manevranın sonucunda hükümet sistemi değişikliği Meclis’te kabul edildi ve onay için halkın önüne getirildi. 16 Nisan’da iki blok oluştu: AKP ve MHP’den müteşekkil “Evet” ile CHP ve HDP’den oluşan “Hayır” blokları. Sandıklardan % 51 Evet, % 49 Hayır oyu çıktı.
Tapulu mal
Şimdi tüm hesaplar bu oranlar üzerinden yapılıyor. Gün geçmiyor ki % 51’in tahkimatından ya da % 49’un pastadaki payını büyütmekten söz edilmesin. Sanki mutlak ve değişmez cepheler/bloklar var da onlar baz alınarak 2019’a ilişkin çıkarımlar yapılıyor.
Oysa “evet” de “hayır” kimsenin tapulu malı değil; dolayısıyla ortada kalıcı bir blok ya da cephe yok. 16 Nisan’dan önce tercihlere göre şekillenen bir blok veya cepheden söz edilebilirdi. Ancak o, 16 Nisan için anlam taşıyordu. 17 Nisan’dan sonra artık o bloklara dayanılamaz. Çünkü son üç yıllık siyasi tarih bile, Türkiye siyasetinde ittifak ilişkilerinin çok çabuk değişebildiğini gösteriyor. Görmek isteyenler için ibret dolu öyküler var. Bugün bir birine kem gözle bakanlar yarın kol kola girebiliyorlar. Veya dün omuz omuza mücadele edenlerin bugün birbirlerine omuz atabiliyorlar. Bugün aynı hedeflerin peşinden koşanlar, yarın başka dünyaların insanları olabiliyor.
Hülasa, 16 Nisan’daki cepheler o güne aitti. Bunları olduğu gibi geleceğe taşımak imkansız. Her zaman olduğu gibi gelecekte de ülkenin kaderine tesir eden her gelişme farklı aktörleri yan yana ve karşı karşıya getirip yeni bloklar doğurur. Saflar sürekli güncellenir. Bu durumda çetin siyasi rekabette ayakta kalanlar, geçmişe bakanlar değil, gelişmelere ayak uydurup sağlam müttefiklikler inşa edenler olur.