Geçen sefer anlattıklarım içinde kritik bir deyim vardı, imparatorlukların araç gereci (âlet ve edevatı) diye. Daniel Headrick’in ünlü The Tools of Empire: Technology and European Imperialism in the Nineteenth Century (1981) kitabından mülhem. Başlığından da anlaşılabileceği üzere, Headrick sırf 19. yüzyıl sonu emperyalizminin maddî temelleri üzerinde duruyor. Ama bu fikri alıp genişletmek mümkün. Şöyle: imparatorluklar da belirli ekonomik-teknolojik eşikler üzerinde yükselir. Onların da “olabilirliğin sınırları” (limits of thepossible) diye tarif edilebilecek kısıtları olur. Tersten söylersek, her imparatorlukta belirli bir avadanlık vücut bulur. Bunlar da kabaca, toplumsal gelişmenin büyük aşamalarına; başka alanlardaki tezahürleriyle de bildiğimiz tarih çağlarına tekabül eder.
Örneğin İlkçağın erken kara imparatorlukları (early land empires). Nasıl kurulur, gelişir ve büyürler? Çok basit: yürüyerek. Arazide yürüyerek. Tabii öncelikle devlet olacak ki ordu da olsun. Ve tarım yapılan, köyleri ve köylüleri olan, mahsul üzerinden vergi-rant ödenen topraklarını genişletmek gibi bir fetih dürtüsü olsun. Bu bir. İkincisi, bir ikmal sistemi olmalı. Ordunuz başkentten yola çıkar, sınıra varır, oradan “düşman” topraklarına girer: 20, 50, 100, 200 kilometre. Ne kadar gidebilir? Orada ne kadar kalabilir? Daha önce değindiğim efektif eylem yarıçapı da (effective radius of action), arazide kalabilme gücü de (staying power in the field), bu ikmal sistemine bağlı. Modern çağda da, kara, deniz ve hava kuvvetlerinin hepsini etkiler bu kısıtlar. Günümüzde bir jet avcı uçağı, ana üssünden kalkıp en fazla ne kadar gidebilir, (havada yakıt ikmali yapmaksızın) aynı noktaya dönmek için? 16. yüzyılda Akdeniz’de bir Rönesans savaş kadırgası, İstanbul’dan veya Venedik’ten veya Barselona’dan sefere çıktığında, ne kadar kalabilir açık denizde, kürekçileri için taze içme suyu bulup fıçı veya tulumlarını tekrar doldurmadan? (Cevap: ortalama üç hafta.)
Kara imparatorlukları ve ordular için, faraza Osmanlıların nedir zaman ve mesafe ilişkisi Orta Avrupa’yla? Macar askerî tarihçileri inceden inceye hesaplamış bunu. O çağda ve coğrafyada, sefer mevsimi Nisan-Eylül arasındaki altı ay, Ekimi de eklersek yedi ayla sınırlıdır. Nedeni kar ve soğuk değil, yağmurun toprak yollar üzerindeki etkisidir. Sert zeminli (macadam) şoseler bile olmayınca, yağmurun zaten yumuşattığı, bir de 50-100,000 askerin (bütün ağırlıklarıyla, atları ve develeriyle, arabalarıyla) çiğnediği toprak, hızla derin çamura dönüşür ve yürünmez olur. Onun için ilkbahar yağmurları biterken yola çıkmak ve sonbahar yağmurları indirmeden dönmek gerekir. İmparatorluk Batı cephesindeki en geniş noktasına ulaştığında, ordu-yu hümayun (bütün molalar dahil) günde ortalama 15 km katederek, İstanbul’dan iki ayda Belgrad’a, oradan bir ayda Budapeşte’ye, oradan da iki haftada Viyana’ya varır. Toplam üç ay eder. Nisan-Mayıs-Haziran gidiş, Temmuz-Ağustos-Eylül dönüş olsa, ikisinin arasında ne kadar kalabilir Nemçe diyarında? Habsburglar ortaya çıkar da savaşmayı kabul ederse, bir veya birkaç kesin sonuçlu imha muharebesi yapıp kazanmanın fırsat penceresi iki üç haftadan ibaret demektir. Osmanlının efektif eylem yarıçapı veya erişim limiti böyle belirlenir. Emperyal paradoks: geleneksel kara imparatorlukları ne kadar büyürse, büyüme hızları o kadar yavaşlar. İktisattaki azalan marjinal verim yasasının bir tezahürü sayılabilir. Nitekim bakın, Kanunî’nin (kendisinin de öldüğü) son seferinin kazancı bir tek kaleden ibarettir (Zigetvar, 1566). Viyana’nın birinci (1529) ve ikinci (1683) kuşatmalarının başarısızlığı ise, artık fazla uzak olduğunu simgeler.
Konuyu biraz açayım dedim; bunlar hep geleneksel kara imparatorluklarından seçilmiş örneklerdir. Babil, Asur, Persler, Roma, Osmanlılar… mücavirliklerle, bitişikliklerle büyür. Küçük bir çekirdekle başlanır; etrafındaki ilk halka ve sonra ikinci halka ve sonra üçüncü halka fethedilir; bir aşamada kazanılan topraklar eyaletleştirilip oradan komşu topraklara harekât başlar. Kesintisiz (contiguous), kompakt bir teritoryalite vücut bulur. Mekânsal sıçramalar, ancak deniz imparatorluklarıyla görülmeye başlar. Yeni bir deniz teknolojisidir ki, faraza İngiltere’den yola çıkıp, aradaki bütün kara parçalarını by-pass edip, kâh Hindistan’ın kâh Avustralya’nın ele geçirilmesine olanak verir. Bu da 1500 dolaylarında zuhur edip, gerek İspanyollar’ın Kristof Kolomb’la batıya, gerek Portekizlilerin Bartolomeo Diaz ve Vasko de Gama ile güneye-doğuya yönelmelerini sağlayan yeni bir imparatorluk avadanlığı demektir.
Bu da, iki büyük tarihçi ve sosyal bilimcinin ünlü kitaplarının başlığında ifadesini bulur: Carlo Cipolla, Guns, Sails and Empires (1965; Yelken ve Top, 2003); Jared Diamond, Guns, Germs, and Steel (1997; Tüfek, Mikrop ve Çelik, 2018). Birleştirir ve özetlersek: (1) Yüksek bordalı, büyük ahşap yelkenliler (hem dayanıklıkları, hem iç hacimleri ve taşıma kapasiteleri itibariyle, okyanus aşırı yolculuklar yapıp geri dönebilmeleri). (2) Giderek artan sayıda borda topları (yüksek ve o çağda Avrupa dışında benzersiz bir ateş gücü). (3) Gene ağızdan dolma arkebüzler ve piyade tüfekleri. (4) Çelik zırh, miğfer, kılıç ve mızrak uçları (Amerika’nın metalürji bilmeyen yerli halklarına karşı sağladığı üstünlük). (5) Coğrafya, matematik, astronomi bilgisi (ve keşif ve fetih seferlerine yolgöstericiliği). (6) Yazı ve matbaa: Avrupalıların temasa geldiği bütün kültürler ve olası davranış biçimleri hakkında, nesilden nesile devredilen büyük bir bilgi birikimi.
1500 – 1800 arasında Avrupa, yeryüzünün yüzde 39’una sahip oldu bu sayede. Avrupa’nın kendi yüzölçümünün, dünyanın yaklaşık yüzde 7’si olduğunu düşünürsek, Avrupa dışından edinilmiş bir yüzde 32 demekti. Bu kadarı da çok önemliydi, ama aynı zamanda kıyı şeritleriyle sınırlıydı, çünkü mevcut maddî-teknik olanaklar, kıtaların içine nüfuz etmeye elvermiyordu. Buna karşılık, özellikle bir alanda muazzam bir bilgi sıçraması söz konusuydu: deniz ve okyanusların birbirine nasıl eklemlendiği. Bu, henüz gidilmemiş de olsa, artık herhangi bir yerin adresinin bilinmesi demekti. Bu zeminde, 1875-1914 arasında modern emperyalizm (Lenin’in konusu olan emperyalizm), Sanayi Devriminin ürettiği yeni bir avadanlıkla çıkagelecekti.