Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIAdımın Onur olmasının Fatih Altaylı ile ilgisi ne?

Adımın Onur olmasının Fatih Altaylı ile ilgisi ne?

Önceki hafta Fatih Altaylı’nın merkezinde olduğu bir tartışma esnasında, Altaylı’nın Güneş gazetesi dönemi hatırlandı. Güneş’in o dönemki sahibi Asil Nadir’in davaları nedeniyle mali krizde olduğu sırada Altaylı, meslekte önemli sıçramalarını yaşamış, gazetenin Ankara temsilciliğini ve yayın koordinatörlüğünü yapmıştı. O sırada aylarca maaş alamayıp sonra kovulan, annemin de aralarında olduğu gazete çalışanları ise binanın karşısında Onur Direnişi eylemindeydi. İşten kovulduktan iki ay sonra doğum yapan annem çocuğuna Onur adını koydu.

Türkiye’nin “ana akım” televizyon/gazete/radyolarında uzun yıllar yöneticilik, yazarlık, programcılık yaptıktan sonra 2023 seçimlerinin ardından -rakip patronun gazetesindeyken “kriminal medya patronu” dediği- patronu için “Türkiye yeni bir dönemece girerken, dost dediğim birine daha fazla dert olmamam gerek herhalde. Benim özgürlüğüm, onun yükü olmamalı” gibi gazetecilik şahikası bir vecize sarf ederek Youtuber’lığa geçiş yapan eski televizyoncu Fatih Altaylı’ya, CHP genel başkanlığı yaptığı 13 yıllık süreçte birçok defa kendisinin programlarına konuk olan eski siyasetçi Kemal Kılıçdaroğlu kişisel bir mesele nedeniyle çattı.

Altaylı’nın kendisi için “AKP’nin adamı” demesine bozulan Kılıçdaroğlu, 75 yaşını aşmış emekli bürokratların Facebook postlarına benzeyen; bazı sözcüklerinin tüm harflerini, cümle içlerindeki bazı sözcüklerinin ise baş harflerini büyük yazdığı duygu ve hiddet dolu bir metin paylaştı.

Kılıçdaroğlu, bu metinde CHP’nin başında olduğu ve yani Fatih Altaylı’yla “teke tek” yayınlara konuk olduğu 2010-2023 yıllarından çok öncelerde yaşanmış, bilinen olayları hatırladı ve onlara atıf yaptı.

Atıf yaptığı olaylar arasında belki de en hatırlanmayan ve anlaşılmayan olayın üzerinden ise 33 yıl geçti; yaygın tabirle o zaman doğan çocuklar 33 yaşına geldi.

33 yıl önce…

21 Mart 1991 günü, Turgut Özal’ın Kıbrıslı prensi Asil Nadir’in iki yıl önce Mehmet Ali Yılmaz’dan satın aldığı Güneş Gazetesi’nin Beyazıt’ta Turanlı Sokak No:20’deki 7 katlı binasının 5’inci katındaki yemekhanesinde, gazetenin genel yayın yönetmeni Uluç Gürkan, 500’ün üzerindeki gazete çalışanıyla toplantı halindeydi.

Güneş’in Uluç Gükran’ın genel yayın yönetmenliğindeki son nüshalarından biri. 5 Mart 1991

İngiltere’deki dev şirketi Polly Peck International, dolandırıcılık ve zimmet suçlamaları nedeniyle mali krize girip iflas ederek kayyuma devredilen patron Asil Nadir’in de 16 Aralık 1990’da giriş yaptığı İngiltere’de tutuklanması nedeniyle, sahibi olduğu gazeteler ve diğer şirketlerde 5-6 aydır maaş ödemelerinde sorunlar başlamıştı.

Güneş batıyor

Gazetenin İstanbul’daki tüm birimlerindeki çalışanlarının katıldığı toplantıda son defa bir kısım ödemenin yapılacağını ve bundan sonrasında çalışanlara maaş ödenebilecek bir durumun olmadığını açıklayan Uluç Gürkan, birlikte çalıştığı yazı işleri ekibiyle birlikte istifasını duyurdu.

Duygusal bir havada geçen toplantının ardından Uluç Gürkan alkışlar arasında gazete binasından ayrılırken çalışanlar İngiltere’de bulunan Asil Nadir’e hitaben 3 sayfalık bir bildiri yayınladı. O günkü haberlerde bildiriyle ilgili şunlar yer aldı: “Bildiride, özveriyle çalışanların müesseseyi ayakta tutmaya çalıştıkları, her çalışanın ortalama 10 milyon lira alacağı olduğu, bazı üst yöneticilerin tazminatlarını peşin olarak aldıkları ve otomobilleri mülkiyetlerine geçirdikleri, Güneş’in gelirleri ve mallarından elde edilen 5 milyar liranın Günaydın’a aktarıldığı, yine Günaydın’ın borçları nedeniyle Güneş’in malları üzerinde 35 milyar liralık ipotek bulunduğu kaydedildi. Ve Asil Nadir’den sorunların çözümü için müdahalede bulunması istendi.”

22 Mart 1991.

İngiltere’den gelen vekil: “Asil Nadir çok üzgün”

Kısa bir süre sonra Asil Nadir’in İngiltere’deki şirketlerinde yöneticilik yapan Ömer Erdal Yılmaz, Türkiye’ye gelip genel koordinatör unvanıyla tam yetkili olarak Güneş’in yönetimini ele aldı.

Uluç Gürkan’ın ayrılırken düzenlediği toplantı gibi gazete çalışanlarını, Beyazıt’taki binanın 5’inci katındaki yemekhanesine davet etti.

Basın emekçilerinin doldurduğu yemekhaneye giren Ömer Erdal Yılmaz, toplantıya başlamadan önce 500’ün üzerindeki gazete çalışanıyla tek tek tokalaştı.

2019’da altın rengine boyanmış 6 kilo metal külçeyi altın sanarak 200 bin dolar kaptırmasıyla gündeme gelecek olan Ömer Erdal Yılmaz, toplantıda profesyonel şirket yönetimi tecrübesinin çok olduğunu ve Güneş’i düzlüğe çıkartacağını vadederek, Asil Nadir’in de çok üzgün olduğunu ve çalışanlardan bir süre daha sabretmelerini istediği mesajını iletti.

Asil Nadir.

“Brunei Sultanı, Asil Nadir’e çok üzüldü, destek olacak”

Asil Nadir’in yakın ekibinde yer alan bir profesyonel yöneticinin İngiltere’den gelerek işin başına geçmesi, geriye dönük maaş ile ikramiye alacakları olan ve tazminat haklarının da yanmasını istemeyen çalışanlar arasında ilk günlerde bir umut yarattı.

Çalışanlar işlerine devam ediyordu ancak ödemeler yapılmadığı için alacakları da artmaya devam ediyordu.

Ömer Erdal Yılmaz, birkaç hafta sonra İstanbul’daki çalışanlarla düzenlediği ikinci yemekhane toplantısında “Brunei Sultanı da Asil Nadir’in durumuna çok üzülüyor ve maddi destekte bulunacak” dedi.

Gazete çalışanları, umutları Brunei’ye bağlayan bu sözleri inandırıcılıktan uzak bularak kendileriyle alay etmek olarak değerlendirdi.

Ömer Erdal Yılmaz.

Ankara Temsilciliği’ne yapılan atama

Mayıs ayının son günlerinde Güneş’in İstanbul, Ankara ve İzmir bürolarında maaşlarını alamayan çalışanlar, muhasebe bölümlerinin veznelerinin önünde kuyruk oluşturarak iş durdurma eylemine başladı.

İşten çıkarmalar ve Ankara temsilciliği ataması

Haziran ayında önce Güneş’in İzmir bürosunda çalışan 47 çalışanın iş akitleri feshedildi.

Aynı gün Ömer Erdal Yılmaz imzalı bir yazıyla gazetenin Ankara Temsilcisi Nurcan Akad görevden alındı ve o zamana kadar adı pek duyulmamış İstanbul’dan bir spor muhabiri olan Fatih Altaylı, Güneş’in Ankara temsilciliği görevine getirildi.

Nurcan Akad, atama yazısının tek imzalı olması nedeniyle geçerli olamayacağını belirterek görevini devretmedi ve mahkemeye başvuracağı söyledi.

Ancak bundan iki gün sonra gazetenin Ankara bürosunun Nurcan Akad’ın da aralarında olduğu tüm editoryal ekibi, idari birim çalışanları ve Ankara’daki matbaa işçileri tazminatsız olarak işten çıkartıldı. O günlerde gazetelerde “Güneş’in Ankara bürosunun tamamı işten çıkartıldı” diye yazıldı.

16 Haziran 1991.

İşten çıkartılan gazete çalışanları, kıdem tazminatları ve geriye dönük alacaklarını tahsil edebilmek amacıyla dava açabilmek için aralarında para topladı. Türk-İş Destekleme Fonu’ndan işten çıkartılan Güneş çalışanlarına para yardımı yapıldı, Türkiye Gazeteciler Sendikası da basın emekçilerine destek için yardım kampanyası başlattı.

Bu sırada meslekte onuncu yılına girmiş ancak adı henüz duyulmuş olmayan Fatih Altaylı, Ankara bürosundaki çalışanlarını tazminatsız işten çıkartan Güneş’in Ankara temsilcisi olarak basındaki ilk kayda değer unvanını elde etti.

“Ankara temsilcisiyim ama evim İstanbul’da”

Yaklaşık 3 ay sürecek bu efsane Ankara temsilciliği döneminden bahsettiği yıllar sonraki bir yazısında, 1991’de Güneş gazetesindeki ekonomik koşullar özelinde her hafta sonu Ankara’dan İstanbul’a uçakla gidip geldiğini şöyle anlatıyordu:

“1990’ların başı yanılmıyorsam. Güneş Gazetesi’nin Ankara temsilcisiyim ama evim İstanbul’da, eşimle yeni flört ediyoruz, bu yüzden her hafta sonu İstanbul’a geliyorum. Genelde de Yavuz Çizmeci’nin kurduğu Ahmet Özal’ın da gizli ortak olduğu iddia edilen VIP Air’i tercih ediyorum. Tercihimin sebebi 1 saat önce gelme zorunluluğu olmaması ve son anda gelen yolcuları bile uçağa almaları.”

“Vezne önünde bekleme” eylemi

Ankara bürosunun çalışanları işten çıkartılıp, her hafta İstanbul’dan Ankara’ya uçakla gidip gelen Fatih Altaylı’nın Ankara temsilciliği devam ederken Ağustos ayında halen maaşların ödenmediği Güneş’in İstanbul’daki ofisinde de “vezne önünde bekleme” eylemi başladı.

İlk önce birkaç çalışan, binanın 3’üncü katındaki muhasebe biriminin veznesinin önüne giderek “Maaşlarımız yatmazsa çalışmaya devam etmiyoruz. Binadan da çıkmıyoruz” dedi. İş bırakma eylemcileri kısa sürede kalabalıklaştı. Gazete binasındaki çalışanların büyük bölümü eyleme katıldı. 3’üncü kat veznesinin önünde oluşturulan sembolik kuyruk, merdivenlere ve diğer katlara kadar uzandı.

Yaklaşık bir yıldır maaşlarını düzenli alamayan, son aylarda ise hiç alamamaya başlayan ve haklarını yakma kaygısıyla Ömer Erdal Yılmaz’ın sıklıkla tekrarladığı vaatlerin gerçekleşmesini bekleyen çalışanlar, 7 katlı binanın her yanında nöbete geçti.

İş bırakanlarla 7. katta “teke tek” görüşmeler ve silah iddiası

Ankara ve İzmir bürolarındaki çalışanları çıkartan Güneş yönetimi, İstanbul’da gazetenin kalbinde başlayan iş bırakma eylemini ilk birkaç gün durulmasını bekleyerek izledi.

Ancak bu sefer daha öncekiler gibi sönümlenmeyeceği anlaşılınca grev kırıcılık taktikleri devreye sokuldu.

Kuyrukta bekleyen çalışanlardan bazıları, patron katı olarak bilinen 7’inci kata “teke tek” görüşmeye çağrılmaya başlandı. Kimileri, ilk taksiti peşin verilen ve toplamı maaşa yaklaşmayan küçük paraları kabul etmek zorunda kalarak çalışmaya dönmeye başladı.

Kim bilir belki de uzun yıllar yapılacak bir televizyon programının adına ilham vermişti bu “teke tek” görüşmeler.

O günlerde iş bırakma eylemine devam eden çalışanlar arasında, Ömer Erdal Yılmaz’ın, grev kırıcılık teklifini kabul etmeyen bir çalışanla yaptığı “teke tek” görüşme esnasında gayriihtiyari yaptığı izlenimi vermeye çalışan bir hareket yaparak belinde silah olduğunu belli ettiği iddiası dolaştı.

Kimi çalışanların teklifleri kabul ederek yeniden çalışmaya başlaması, kimilerinin ise başka işler bularak binadan ayrılması üzerine kuyrukta bekleme eylemini sürdüren çalışanların sayısı 42’ye kadar düştü.

“İşten çıkartıldınız artık binayı terk edin”

2 Eylül 1991 günü, Güneş’in avukatı, yıllarca beraber çalıştığı arkadaşlarının yanına yüzünde üzgün bir ifade ve elinde 42 adet sarı zarfla gelerek, “Arkadaşlar, işten çıkartıldınız. Bunlar, çıkış belgeleriniz. Artık binayı terk etmeniz gerekiyor” dedi.

Grevciler, zarfları almayı reddetti. “Bu zarfları da almıyoruz, binadan da çıkmıyoruz. Hakkımızı alana kadar buradayız” sesleri yükseldi.

İlerleyen saatlerde, binadan ayrılmayı reddeden çalışanların yanına tekrar gelen gazete avukatı, “Tebligatlar, muhtarlığa bırakıldı. Bu tebligatları teslim alsanız da almasanız da artık binayı terk etmeniz gerekiyor. Israr etmeniz halinde polis çağrılacak ve polis eşliğinde binadan çıkartılacaksınız” dedi.

Yazı işlerinde sessizlik

İş akdi feshedilen 42 çalışan, gazetenin yazı işleri ve haber merkezinin bulunduğu 6’ncı kata topluca çıktıktan sonra binadan ayrılacaklarını söyledi. Hakkını aradığı için işten çıkartılan 42 çalışan, haberlerini ve yazılarını hazırlamakta olan arkadaşlarının yanına gazetenin 6’ıncı katına çıktı.

İşten çıkartılan çalışanlardan biri, editoryal ekipten tüm arkadaşlarının kendilerini görebildiği ve duyabildiği açık ofis şeklinde tasarlanmış 6’ıncı katta, “Arkadaşlar, biz gidiyoruz. Bizi işten çıkarttılar. Hepinizin gayet iyi bildiğiniz, yaşadığınız şekilde 1 yıldır hakkımızı alamamamız nedeniyle yaptığımız iş bırakma eyleminden dolayı tazminatsız olarak, yüz kızartıcı suç maddesiyle işten çıkartılıyoruz” diye konuştu.

Bazıları masalarında çalışan gazeteci arkadaşlarının yanlarına gitti. Kendileri de aynı şekilde maaşlarını alamayan editör, muhabir ve yazarlardan hiçbiri, işten çıkartılan arkadaşlarına bir şey söyleyemedi.

Onur Çadırı

İşten atılan 42 çalışan, binadan ayrıldı ancak çok uzaklaşmadı. Hemen o gün binadan çıktıkları gibi karşı kaldırıma geçerek oturma eylemine başladılar.

Oturma eylemi ertesi günlerde de devam etti. Birkaç gün sonra oturma eylemi sırasında yağmur başladı. Kaldırımın bir kenarına branda çekildi.

Sonbahar başlamıştı ve nöbet eyleminin ne kadar süreceği belirsizdi. Kış geliyordu ancak gazete binasının önündeki nöbetin terk edilmemesi gerekiyordu.

Bir çadır getirildi. Çadıra, üzerinde “Onur Çadırı” ve “1 yıl bedava çalıştık. Hakkımızı isteyince sokağa atıldık” yazıları bulunan bir levha asıldı. Levhanın en üstünde ise “Haklı direnişimiz … gününde” yazıyordu ve boşluk kısmı her gün elle güncelleniyordu.

Artık adı Onur Eylemi olan nöbetin Onur Çadırı’nı gazeteci meslek örgütleri, başka alanlardan sendikalar, gazeteciler, avukatlar, siyasetçiler ve destek vermeye gelen birçok vatandaş ziyaret etmeye başladı.

16 Şubat 1992.

İşten çıkartıldıkları ve Onur Çadırı eyleminin başladığı günlerde 7 aylık hamile olan eski Güneş çalışanlarından biri, Kasım’da doğum yaparak ilk kez anne oldu.

Tüm eylemci arkadaşlarının da istedikleri gibi Onur adını koyduğu bebeğiyle daha sonraki aylarda ara ara eylem çadırını ziyarete gitti.

“Arkadaşlar sizler haklısınız”

Aylarca direniş nöbeti tutulacak Onur Çadırı’nın kurulduğu günlerde gazete yönetiminde de bir değişiklik yaşandı. 3 ay önce getirildiği Ankara temsilciliği görevinde çok başarılı olduğu anlaşılan Fatih Altaylı, gazetenin yayın koordinatörlüğüne getirildi.

Ekim ayında da, gazetenin künyesinden patron olarak Asil Nadir’in adı çıkartıldı, patron vekili olarak gelen Ömer Erdal Yılmaz’ın adı eklendi. Gazete, Asil Nadir’in şirketinden Ömer Erdal Yılmaz’a ait bir şirkete devredilmiş olarak gösterildi.

İşten çıkartılanlar, binanın karşısındaki Onur Çadırı’ndan, Ömer Erdal Yılmaz’ı ve Fatih Altaylı’yı görüyorlardı. Fatih Altaylı, vekil patron Ömer Erdal Yılmaz’ın bazen çantasını taşıyor, bazen binaya girerken önden koşup ona kapıyı açıyordu.

Fatih Altaylı, Onur Çadırı’nda nöbetin devam ettiği aylarda, 24 saat nöbet tutulan çadıra bir gece çok ufak bir ziyarette bulundu. O sırada çadırda bulunanların anlattığına göre alkollü olduğu tahmin edilen Fatih Altaylı, duygulanmış bir halde “Arkadaşlar sizler haklısınız” demekle yetindi.

“Çalışmaya devam ediyoruz ama değişen yok”

Onur Çadırı’nı gazete binasından tek ziyaret eden Fatih Altaylı değildi. Güneş’te çalışmaya devam eden birçok çalışan da çadıra uğrayarak, halen bir kuruş alamadıklarını anlatıyordu. “Yapılması gereken sizin yaptığınız. Çalışmaya devam ediyoruz ve halen değişen bir şey yok” diyorlardı.

Hem çalışmaya devam edenler için hem de dışarıda Güneş’e dava açıp diğer yandan iş arayanlar için büyük bir geçim sıkıntısı vardı.

Onur Çadırı eylemindekilerden biri, “Eşim, ailesinin köyden gönderdiği bulgurla, nohutla idare etmeye çalışıyor. Çocuklarım, evde üşüyor” diyordu.

Hayalet bina

1992’nin Mart ayında Güneş gazetesi “ara verme” şeklinde duyurulan bir açıklamayla yayınına son verdi. Gazetede çalışmaya devam edenler, yayına “ara verildiği” açıklamasını televizyondan öğrendi. Ömer Erdal Yılmaz, ortalıktan kayboldu, İngiltere’ye gittiği iddia edildi.

Gazete çalışanları, Onur Çadırı eylemcisi arkadaşlarıyla birlikte basın toplantısı düzenledi. Çalışanlar adına konuşan gazeteci, “Gazete satıldı mı? Biz işten çıkartıldık mı? Hiçbir şey bilmiyoruz. İşveren, açıklama yapana kadar buradan çıkmayacağız. Gazetemizi terk etmiyoruz” dedi.

İşten çıkartılanlar Onur Çadırı’nda nöbet eylemine devam ederken işten çıkartıldıklarıyla ilgili bir bildirim yapılmayan çalışanlar da gazete binasında nöbete başladı.

Bobinci Rıza

Gazetenin yayınını durdurmasının ve gazete binasındaki nöbetin başlamasından yaklaşık bir ay sonra 4 Nisan günü, Ramazan Bayramı’nın ilk günüydü.

Binada nöbete katılanlardan, “Bobinci Rıza” diye tanınan matbaa işçisi Rıza İpek, arife günü gazete binasından evini aradı ve eşine “Bir şeker alabilecek durumum yok. Çocukların yüzüne bakamayacağım. Bayramda gelmeyeceğim” dedi.

Eve gitmeyen Rıza İpek, o bayramın ikinci günü gazete binasında kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.

“Asil Nadir ve uşakları daha kaç can istiyor?”

Rıza İpek için gazete binasının önünde tören düzenlendi. İpek’in cenazesini taşıyarak Sirkeci’ye sessiz yürüyüş yapıldı.

Yürüyüş sırasında önceki aylarda, yine Asil Nadir’e ait olan ve yine ödeme problemleri yaşanan Günaydın gazetesinde çalışan 35 yaşındaki Erdoğan Öztürk’ün de gazete binasında kalp krizi sonucu hayatını kaybetmesine vurgu yapılarak “Dün Erdoğan, bugün Rıza, yarın sıra kimde” ve “Asil Nadir ve uşakları daha kaç can istiyor” yazılı dövizler taşındı.

İlerleyen zamanlarda gazete binasında su ve elektrik kesildi. Muhataplar ortaya çıkmadı. Bina hayalet bina halini alınca içerideki nöbeti sürdürmenin koşulları kalmadı. Onur Çadırı da artık nöbet beklenecek bir gazete binasının kalmaması üzerine yerinden kaldırıldı.

Onur Çadırı’na Onur Ödülü

Çağdaş Gazeteciler Derneği, 1991 yılı için verilen meslek ödüllerinde Onur Ödülü’nü mesleki ilke ve gazetecilik onurundan ödün vermeyerek işten çıkartılan Güneş gazetesi çalışanlarına verdi.

14 Mayıs 1992’de düzenlenen törende, Onur Ödülü’nü Onur Çadırı eylemcileri adına Yusuf Enginkaya, ödülü dönemin ÇGD Genel Başkanı Mustafa Ekmekçi’den aldı.

Onur Çadırı 5 yıl sonra kazandı

Onur direnişi eylemcileri, Onur Çadırı’nı ilk günlerde ziyaret ederek kendilerinden ücret talep etmeksizin avukatlıklarını üstlenen bir sendika avukatı Fatma Atanur Feyzioğlu ile eşi Güven Feyzioğlu’nun özverili çabalarıyla 5 yıl kadar sonra hakları olan toplam paranın yüzde 70’ini tahsil edebildi.

5 yıl sonra aldıkları elbette maddi değer olarak emeklerinin karşılığı değildi. Ancak eyleme adını veren ve artık ilk kimin söylediği hatırlanmayan “Artık bu durum onurumuza dokunuyor” haykırışıyla simgeleşen onur mücadelesi için çok anlamlıydı.

Fatih Altaylı, o günleri yazdı: “Güle eğlene çalışıyorduk, çok keyifli günlerdi”

Hem işten çıkartılanların hem çalışmaya devam edenlerin büyük sıkıntılar çektiği, matbaa işçisi Rıza İpek’in gazete binasında nöbet beklerken kalp krizi geçirerek hayatını kaybettiği o günlerden, Fatih Altaylı da 2019 yılında Güneş’in son aylarında genel yayın yönetmenliğini yapan Nahit Duru’nun vefatı üzerine yazdığı yazıda şöyle bahsetti:

“İstanbul’da Güneş gazetesini yapıyorduk. ‘Gel abi gazetenin başına geç’ demiştik.

Gazetenin sahibi batıp, maaşlarını ödeyemez hale geldiğinde de hiç umurunda olmamıştı. Beş parasız günlerimizdi. Maaş falan alamıyorduk. Maaşsız çalışıyordu herkes. Üç beş bir şey bulursak personele dağıtıyorduk. Ben de bulduğum para ile gazeteye kâğıt alıyordum.

Güle eğlene çalışıyorduk. Ama her akşam rakımızı içmeye gidiyorduk yine de. Bir akşam, gazeteden çıkıp Beşiktaş Çarşı’da balıkçıya gittik. Abisini, Cahit Abi’yi çarpmış, rakı parasını denkleştirmişti. Yemekte canı turp çekti Nahit Abi’nin. Dükkanda yoktu ama dükkan çarşının göbeğindeydi, önümüzde manav vardı. ‘Fatih şuradan iki turp kapsana’ dedi. 10 dakika sonra baktı bende hareket yok. ‘Ulan bi turp al dedik mal gibi oturuyorsun burada’ diye kızdı.

‘Abi alayım da, manavı öperek mi alayım’ dedim. Para yoktu para. ‘Nasıl yok ulan’ dedi. Gazeteyi bayilere benim Citroen otomobilimle dağıtıyorduk. Arıza yapmıştı. Son paramı tamirciye vermiştim.

Çok keyifli, çok unutulmaz günlerdi.”

“Keyif” ve onur

Fatih Altaylı, o günleri yazısında “keyifli günlerdi” diye, o dönem Güneş’te işten çıkartılanlar ise eylemlerine verdikleri adla “onurlu günlerdi” diye anıyor.

O günlerde Güneş gazetesinde keyif ve onur kavramları bir arada bulunamadığından herkes birini seçmek zorunda kalmıştı.

2 Eylül 1991 günü, Güneş’te işten çıkartılanlar arasında olan ve iki ay sonra doğum yapan annem de 33 yıldır oğluna her seslenişinde o günleri hatırlıyor.

- Advertisment -