Roma’da eski cumhuriyet hiç resmen ilga edilmedi; imparatorluk diye yeni bir rejim de resmen ilân edilmedi İÖ 27 yılında. Ancak o yıl Senato, son iç savaşlardan muzaffer çıkan Oktavyan’ı (Octavianus) “birinci vatandaş” (princeps) ilân etti, daimî imperium (kumanda, emretme) yetkisi verdi ve “ulu” (Augustus) adıyla/ünvanıyla taltif etti. Bu, fiilen yeni bir yönetim demekti. Ancak süreci en azından Jül Sezar’la (Gaius Iulius Caesar) başlatmak mümkündür. Zaten imparatorluk tarihini yazanlar, genellikle Sezar’ı bu sürecin en önemli aktörü olarak değerlendirirler. Sezar eski bir “patriçi” (patricius) ailesi veya klanından geliyordu. Güya Iulia veya Julia klanının kökleri Romalıların efsanevî Troyalı atası Aeneas’a kadar gitmekteydi. Patriçi veya patrisyenler (ya da patriçi klanları) Roma’nın ilk yüzyıullarında büyük önem taşıyan ayrıcalıklı bir sınıftı. Roma geleneğine göre bunlar, Roma’nın kurucusu Romulus’un ilk senatoyu kurmakla görevlendirdiği 100 kişinin soyundan geliyorlardı.
Veni, vidi, vici (geldim, gördüm, yendim)
Aslında Sezar’ın hayatı çelişkilerle doluydu. Hattâ bazen yaptıkları tam anlamıyla zıt şeylerdi. Son derece merhametli davrandığı anlar olduğu gibi, bazen de zulüm ve gaddarlıkta sınır tanımazdı. Ahlâkî erdemleri sayıp önemserken, geleneğe uygun davranış kurallarını hiçe saymaktan da geri durmazdı. Buna rağmen henüz genç yaşta Roma halkının sevgisini kazanmış biriydi.
Sezar farklı bir kişiliğe sahipti, gözünü daldan budaktan esirgemez korkusuz bir insandı. Hakkındaki öykülerden birinde, Rodos’a giderken gemisi Kilikyalı korsanlar tarafında ele geçirilmiş ve hayatına karşılık 20 talent fidye istenmişti. Bu kadarı bile yüksek bir bedeldi, ancak Sezar korkusuzca ortaya atılıp en az 50 talent edeceğini söylemişti. Korsanlar Sezar’ın bu çıkışına çok gülmüşlerdi, çünkü (Yaşar Kemal’in deyimiyle) “avurtları çökmüş” bu kel kafalı adamın 50 talent edeceğine pek inanmamışlardı. Bu arada, Sezar’ın yol arkadaşlarından bir kaçını fidye almak için geri gönderdiklerinde, kendisi bu zaman zarfında onlarla ahbap olmuş, sanki korsanlar kendi korumaları imişçesine onlara emirler vermeye koyulmuştu. Sonuçta, fidye ödenip Sezar serbest kalırken, korsanlara intikamını almak için geri geleceğini söyledi. Söylediklerinde ciddiydi de. Serbest kaldıktan hemen sonra Miletos’a gitti, bir filo topladı, dediklerini harfiyen yerine getirdi. Yakaladığı korsanları çarmıha gerdi. Ancak esirliği sırasında kendisine iyi davranmış olanların, bir merhamet gösterisi olarak, fazla acı çekmesinler diye önce boğazlarını kestirdi ve daha sonra çarmıha astırdı.
Henüz siyasete girmeden Roma halkının sevgisini kazanmış bir generaldi. Zaten kendisi de Romalıların kalbini kazanmak açısından oldukça kıvrak bir zekâya sahipti. Sadece büyük bir komutan, askeri ve siyasi bir deha olmakla kalmıyordu. Yaratıcıydı, edipti, hitabet ustasıydı. İÖ 47’de Pontus kralı II. Farnakes’i Zela muharebesinde bozguna uğrattıktan sonra (a) Appian’a göre, Senato’ya gönderdiği mektup (zafername); (c) Plutarkhos’a göre, arkadaşı Amantius’a anlattıkları; (c) Suetonius’a göre, dönüşünde düzenlenen resmî geçit töreninde taşınan bir flama, ya şu üç Latince kelimeyi içeriyordu, ya da sırf onlardan ibaretti: Veni, vidi, vici (geldim, gördüm, yendim [fethettim]). Bütün hızlı ve kesin sonuçlu eylemlerin ortak aforizması oldu.
Galya zaferinden diktatörlüğe (fiilî veya ön imparatorluğa)
Daha önce Sezar, İÖ 60 yılında, Pompey (Gnaeus Pompeius Magnus) ve Krassus’la (Marcus Licinius Crassus), devleti birlikte yönetmek üzere özel bir antlaşma yapmıştı. Tarihçiler bu ittifakı (Latince üçlü yönetim demek olan triumviratus sözcüğünden) Birinci Triumvirlik diye adlandırır. İÖ 59 yılında konsül seçilen Sezar’ın bu dönemdeki en büyük askeri başarısı, bir yıl sonra sefere çıkarak o günlerde Galya (Gallia) olarak bilinen Fransa’yı Roma topraklarına katmasıydı. İÖ 58 yılında başlayan savaş İÖ 51 yılına kadar devam etmiş ve oldukça zorlu olmuştu. Sezar bu sırada İsviçre’de yaşayan Helvetii ve Alemanni kabilelerine karşı da savaşmış, iki kez Ren nehrini aşmış ve yine iki kez Manş Denizini aşarak İngiltere’ye kadar gitmişti. Galya Roma’nın bir eyaleti olduktan sonra, Fransa ve İspanya’da Latince de konuşulmaya başlanmıştı.
Galya zaferinden güçlü, zengin ve itibarlı bir adam olarak dönen Sezar bu kez ordusuyla İtalya’ya yöneldi. Kendisine rakip olabilecek diğer generalleri de tek tek etkisiz hale getirdikten sonra, artık siyasi anlamda kafasındaki projeleri hayata geçirebilecek bir konumdaydı. Sezar idealleri olan bir “düzen” insanıydı ve artık ülkesini istediği şekilde bir düzene koymasının zamanı gelmişti.
Pompey ve Krassus sahadan çekiliyor
Sezar devleti ortaklaşa yönetmek üzere diğer iki Roma vatandaşıyla üçlü bir ittifak kurmuştu. İkisi de ünlü generallerdi, geniş iktidar şebekeleri vardı, ayrıca özellikle Krassus çok büyük bir zengindi. Zaten o güne kadar Roma’da bir kişinin hangi devlet görevinde ne kadar süreliğine kalacağı, biraz babasının kim olduğuna, biraz da parasının miktarına bağlıydı. Krassus’un bu servetini patronu olduğu itfaiye birliğinden elde ettiği rivayet edilir. O zaman Roma’da itfaiyeciler, yangın çıkan yerlerde, ancak para peşin ödendiğinde müdahale ediyorlardı. Yangın çıkan yerin sahibi parayı ödeyemediğinde, Krassus binayı değerinin çok altında satın alıyordu. Bu yöntemle muazzam emlâk sahibi oluyor; bir yandan da tefecilik yapıyor ve faizle borç para veriyordu. Askeri tecrübesi de vardı; nitekim İÖ 71’de Spartaküs isyanını (ya da Üçüncü Köle Savaşını) Krassus bastırmıştı. Gelgelelim İÖ 53’te, 44,000 kişilik ordusuyla Mezopotamya’da Partlara karşı çıktığı seferde ağır bir yenilgi alıp esir düştü. Partların bu paragöz adama büyük bir öfkeleri vardı ve “şanına” yaraşır bir son hazırladılar. Krassus’un boğazına erimiş altın dökerek öldürdüler.
Sezar İÖ 48’de diğer ortağı ve rakibi Pompey’i de bertaraf ettiğinde, artık dünyanın en güçlü insanıydı ve onu engelleyecek kimse kalmamıştı. Roma’da ve Latincede dictator, olağanüstü bir durum karşısında sınırlı bir süre için olağanüstü yetkiler verilen bir konsül demekti. Çok büyüyen Roma artık Senato’nun iç rekabetleri dışında, daha merkeziyetçi bir yönetim sistemine ihtiyaç duyuyordu. Sezar bu şartların bileşim sonucu İÖ 46’da on yıllığına “diktatör” (dictator) seçildi. Bundan böyle Roma devlet dininin baş rahibi (pontifex maximus) ünvanını da almıştı ve bütün lejyonlar onun emrindeydi. İÖ 44’ün Şubat ayında Sezar ömür boyu diktatör seçildi. Ancak bu davranışı Senato ve Cumhuriyetçi cepheyi iyiden iyiye öfkelendirmişti. Dokunulmaz gibi görünen mevki, Sezar’ı kimi saldırılar karşısında savunmasız bırakmıştı. Bir kısım senatör Sezar’dan intikam alıp Senato egemenliğini geri getirmek istiyordu.
“Sen de mi Brütüs?”
Sezar’dan kurtulmak istiysen senatörler, eski konsüller ve praetor’lar vardı. Suikasta öncülük edenler Brutus ve Cassius’tu. Suikast haberi dışarı sızmış, hattâ rivayete göre kâhin Spurinna, “en geç [Roma takviminde törensel bir gün olan] Idus Martiae’de [Martın 15’i] gelecek bir tehdide karşı dikkatli ol” demişti.
Suikast günü Sezar evde kalmayı düşünmüştü, ancak en yakını olan, oğlum dediği Brütüs (Marcus Junius Brutus), beklemekte olan senatörleri hayal kırıklığına uğratmamalı diyerek onu ikna etmişti. Sezar evden ayrılıp ya Pompey Tiyatrosu’na, ya Senato’nun giriş salonuna geldiğinde, birkaç senatör sanki soracakları bir şeyler varmışçasına yanına sokuldu. Tillius Cimber onunla konuşan ilk kişi oldu. Sezar onun konuşmasını kesip beklemesi gerektiğini söylediğinde, Cimber Sezar’ın togasını omuzlarından tutup aşağı çekti (kollarını hareketsizleştimek için). Sezar kızdı ve “ama bu şiddet” diye bağırdı. Tam o esnada diğer suikastçılar harekete geçti. Casca Sezar’ı ensesinden bıçakladı. Sonra vücuduna bişr hançer, bir hançer daha, bir hançer daha saplandı. Katil senatörler, bıçak ve hançerlerini 23 kez Sezar’ın bedenine sapladı. Sadece ilk darbeden bir inilti çıkartmış olan Sezar, tek kelime etmeden dayandı. Sadece Brutus vurduğunda, “Sen de mi Brütüs?” dedi. Bu onun ağzından çıkan son söz oldu. Öldükten sonra bir hekim (Antistius), bütün yaralar içinde sadece birinin ölümcül olduğunu söylemiş. Kim bilir, belki de o darbeyi Brütüs vurmuştu.
Sezar siyaset sahnesine ilk adım attığı günden itibaren Roma Cumhuriyeti tarihinde hiç kimsenin cesaret edemeyeceği şeyler yapıyordu. Her şeyden önce bir rejim değişikliğine giderek, Roma Cumhuriyetini fiilen ortadan kaldırmış ve imparatorluk sisteminin temellerini atmıştı. Sezar suikastından sonra Cumhuriyeti tekrar geri getireceklerini düşünen senatörler asla bu amaçlarına ulaşamadılar. Ancak imparatorlara suikast düzenlemekten de hiçbir zaman geri durmadılar. İS 235-284 yılları arasında tahta çıkan 21 imparatordan sadece biri doğal nedenlerle öldü; geri kalanların tamamı, çoğunda senatörlerin parmağının olduğu suikast veya darbelere kurban gitti.
Aslında tarihteki çoğu siyasi mücadele, özü itibarıyla Sezar’lar ile Brütüs’ler arasında geçmekte. Bu hayat hikâyesinde Sezar değişimi ve yeni düzeni (imparatorluğu), Brütüs ise statükoyu (cumhuriyetin korunmasını) temsil ediyordu. Sahi, siz hangisini seçerdiniz? Acaba gönlünüz kimden yana? Sezar mı, Brütüs mü?