27 Mayıs darbesinde Menderes ve arkadaşlarının idamından sonra, DP’nin devamı olarak birkaç parti kuruldu. DP’lilerin çoğu emekli orgeneral Ragıp Gümüşpala’nın kurduğu Adalet Partisi’ne yöneldi. Bu yönelimden askerler hoşnut değildi. Onlar askeri yönetimin devamından yanaydı ve sivillere iktidar verilmesini istemiyorlardı.
CHP ise yapılacak seçimlerden umutluydu. DP’nin 27 Mayıs’ın altında ezilip yok olacağına, halkın o korkuyla DP’nin devamı bir partiye oy vermeyeceğine inanıyorlardı. Ama beklenen gerçekleşmedi. 15 Ekim 1961’de yapılan genel seçimlerde CHP %36,5, DP’nin yerine kurulan partilerden AP ise %34,8 oranında oy aldı.
Seçim sonuçları, 27 Mayısçıları memnun etmemişti. General Fahri Özdilek, “Biz demokrasi dedik durduk ve seçimlere girdik. Seçimlerden çıkan netice bu mu olmalıydı?” diyordu.
Seçimden sonra CHP-AP koalisyonu kuruldu, İsmet İnönü yıllar sonra tekrar Başbakan oldu. Fakat AP, DP’lilere af meselesini gündeme getirince, CHP-AP koalisyonu bir yıl olmadan dağıldı. CHP bu sefer, YTP, CKMP ve bağımsızların desteğiyle hükümet kurdu.
1963’te yapılan yerel seçimler bir genel seçim havasında geçti ve AP % 45,4 oy alarak DP’nin varisi olduğunu gösterdi. Partinin lideri Ragıp Gümüşpala 1964 yılında vefat edince, partinin genel başkanlığına Sadettin Bilgiç’in seçilmesi bekleniyordu.
Askerler AP’nin başına Demirel’i istiyor
Ancak Çankaya Köşkü’nün ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gönlündeki isim Süleyman Demirel idi. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, milletvekili gazeteci Cihat Baban’a “Eğer Süleyman Demirel Adalet Partisi’nin başına geçebilirse bütün dertleri hallederiz. Aydın adam, yobazlığa yüz vermez. Benim gözüm de arkada kalmaz. O başkan olsun diye ben çok çalışıyorum. Bir muvaffak olursam rahat edeceğim.” diyordu. (Politika Galerisi, Cihat Baban, Remzi Kitapevi, 1970)
Kara Kuvvetleri komutanı Cevdet Sunay da, TBMM başkanlığına bir mektup göndererek, Adalet Partisi içinde Sadettin Bilgiç grubuna mensup kimselerin 27 Mayıs’a ve orduya yönelik yaptığı bazı eleştirilerin orduyu rahatsız ettiğini belirtti. Parti liderleri Çankaya Köşkü’nde toplantıya çağrıldı. 27 Mayıs’a bağlı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne saygılı olunduğuna dair teminat alındı. Sunay’ın mektubu, Adalet Partisi kongresinde Süleyman Demirel’in lehinde ve Bilgiç’in aleyhinde etkin bir silah görevi yaptı. Böylece Demirel partinin liderliğine seçilmeyi başardı.
AP’nin yeni lideri Süleyman Demirel, AP reyleri bölünmesin sloganıyla 1965 seçimleri için yoğun propagandaya girişti. Yaptığı mitinglerde elinde Kur’an ve bayrakla Allah, Peygamber diyerek konuşuyor ama ilginçtir bu yaptığı laikliğe aykırı görülmüyordu. Halk da çoğunlukta AP’nin çatısı altında toplanıyor, cemaat ve tarikatlar “CHP bir daha iktidara gelmesin” diye AP’yi destekliyordu. 1965 yılında yapılan genel seçimde AP %52.9 oy alarak tek başına iktidara geldi.
Seçim sonucu her yerde büyük bir coşkuya sebep olmuş, Anadolu’nun pek çok yerinde sevinç gözyaşları dökülmüştü.
Demirel Menderes gibi değil
Ancak zaman geçtikçe AP lideri Demirel’in tavırları ve kimi icraatları, onun Adnan Menderes gibi biri olmadığını göstermeye başlamıştı.
Demirel meydanlarda Allah diyor, Peygamber diyor, Ezan diyor, Bayrak diyor, milliyetçilikten bahsediyordu. Fakat seçim meydanlarında söylediği bu sözlere uygun icraatı olmuyor, tam tersine dindar ve milliyetçi kesim partiden yavaş yavaş uzaklaştırılıyordu. Bu durum zamanla muhafazakâr ve milliyetçi kesimlerde hoşnutsuzluk oluşturmaya başladı. Yine de 27 Mayısçılara karşı Demirel’in takiyye yapmak zorunda kaldığı düşünülüyor, “Ne yapsın adam, şimdilik askerleri oyalıyor” diye yorumlanıyordu.
1967 yılında Papa 6. Paul’un Türkiye’ye ziyareti sonrası gelişmeler, muhafazakâr kesimin bir kısmını farklı düşünmeye yöneltti. Resmî olmayan bu ziyaret için, caddeler, sokaklar Papa için süslenmişti. Havaalanında yapılan resmî karşılama töreninde Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Başbakan Süleyman Demirel hazır bulundu. Sonra hep birlikte Ayasofya’ya gidildi.
Papa Ayasofya’da ibadetini yaptı. Ardından tüm devlet erkânı ile hep birlikte Şâle Köşkü’ne, İstanbul Ortodoks Patrikhanesinin, 268. Ekümenik Patriği Athenagoras’u ziyarete geçildi. Ne var ki oraya vardıklarında görüşmenin özel olduğu beyan edilerek, kapılar devlet erkânının yüzlerine kapandı. Bu durum muhafazakâr kesimde büyük tepkilere yol açtı.
Şule Yüksel Şenler, Bugün gazetesindeki köşesinde bu durumu eleştiren “Ağlayın Ey Müslümanlar ağlayın” başlıklı bir yazı yazdı ve çok ses getirdi. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay Şule Yüksel Şenler’e dava açtı.
Şule Yüksel Şenler, sadece ateşli yazılar yazmıyor, ülkenin dört bir yanında büyük kalabalıklara hitap eden konuşmalar yapıyor, konferanslar veriyor, daha onun konuşmasını dinlerken kadınların çoğu başlarını örtüyordu. Ankara Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde yaptığı bir konferansı ise, Türkiye’de bazı gelişmeleri tetikleyecekti. Konferansa yalnızca çeşitli meslek grupları ve ev hanımları değil bu defa bürokratların, bakanların, milletvekillerinin hanımlarından ve üniversite talebesi genç kızlardan katılım olmuştu ve konferanstan gözyaşları arasında ayrılmışlardı.
Hatice Babacan olayı ve Demirel
Şule Yüksel’in Ankara’daki fakülte konferansı, Türkiye’de başka gelişmelere de yol açtı. Ankara Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde 10 bin kişiye verdiği konferansta etkilenenlerden biri olan İlahiyat Fakültesi öğrencisi Hatice Babacan, başörtüsü ile İslâm Tarihi dersine girdiği ve bunda ısrar ettiği için okuldan atılınca Türkiye’de kıyamet koptu.
Bugün, Sabah, İttihad, Yeni İstiklal gibi gazeteler, Hatice Babacan’ın okuldan atılmasına tepki gösteren yayınlar yaptılar. Yurdun her yanından olayı protesto eden telgraflar, mektuplar, telefonlar yağmur gibi yağdı.
İkinci sınıf öğrencisi Mustafa Demirsöz ölüm orucuna başladı. Fakültenin ön sokağında kurduğu bir çadırda haftalar geçirince komaya girerek hastaneye kaldırıldı. Fakülte yönetim kurulu bu sefer onu okuldan kovdu.
Bunun üzerine yurdun her yerinden öğrenciler Ankara’ya yürüyüş yaparak protesto ettiler. Olaylar nedeniyle tirajları 100 binlere ulaşan Bugün, İttihad, Sabah gazeteleri ilgililerin istifasını istiyordu. Gazete manşetlerinden sonra iş Meclis’e aksetti ama AP hükümeti bu konuyla ilgilenmedi. Sadece Adana milletvekili Hasan Aksay ve Maraş senatörü Ahmet Tevfik Paksu hadise üzerinde hassasiyetle duruyordu.
Herkes Başbakan Demirel’in tutumunu merak ediyordu. Ancak Demirel üniversite yönetimiyle aynı fikirdeydi.
“İlahiyat fakültesindeki boykotu müdafaa edeceğimi mi zannediyorsunuz? 20. asrın 1968 Türkiye’sinde, başörtüsü Türkiye’nin hangi problemini halledecek? Müdafaa edeceğimizi mi zannediyorsunuz?”
Mecliste yaptığı bu konuşmayla CHP sıralarından büyük alkış aldı. “Bravo!” sesleriyle takdir gördü. Fakat kendi seçmenleri büyük hayal kırıklığına uğramıştı.
Mehmet Şevket Eygi’den Demirel’e telefon
Şule Yüksel Şenler’in Harbiye Spor Sarayı’nda 26 Mayıs 1968 günü konferansı vardı ancak iki gün önce Bandırma’da yaptığı konuşma nedeniyle çıkan bir tutuklama kararı İstanbul polisine tebliğ edilmişti. Buna rağmen Şule Yüksel Şenler, Harbiye Spor Sarayı’ndaki konferansa katılmaya karar verdi. Avukatları ve ailesi gitmemesi için yalvarsa da, tutuklanmayı göze aldığını söyleyerek konferansa gitti.
Hınca hınç dolu salonda konuşma yaparken, uzun polis otobüsleri Spor Sergi Sarayı’nın etrafında dizilmiş bekliyordu. Toplum polisleri de girişteydi. Bu arada dışarıda Şule Yüksel’in ağabeyi Üzeyir Şenler durumu Mehmet Şevket Eygi’ye telefonla bildirdi.
O da Başbakan Demirel’e telefon açtı.
“Sayın Demirel, seçim arefesindesiniz, Böyle bir oyun oynanıyor, size de seçim kaybettirmek için bu oyun. Şu anda Şule Yüksel, Spor Sergi Sarayı’nda, orası tıklım tıklım, bütün basın orada ve Şule Hanım herkesin gözü önünde tevkif edilecek, böyle bir plân var.”
Demirel:
“Ne yapayım yani şimdi?” dedi.
Mehmet Şevket Eygi:
“Siz talimat verin emniyete, bu tevkif olayını yapmasınlar. Biz onu gizleyeceğiz, teslim etmeyeceğiz. Bu davanın başka bir vilayete alınmasını sağlayın.”
Demirel:
“Bu beni aşar!” diye cevap verdi.
Bu cevap şok ediciydi. Şule Yüksel konferansı bitirince bütün kadınlar polislerin önüne geçti ve onu dışarıya çıkardılar. Dışarda da bir arbede yaşanırken gençler arabayla son anda kurtarıp kaçırdılar.
Şule Yüksel Şenler kurtarılmıştı ancak Başbakan Süleyman Demirel’in, Mehmet Şevket Eygi’ye, “Ne yapayım yani, bu beni aşar” sözleri kulaktan kulağa yayıldı.
Demirel ve Erbakan’ın Odalar Birliği kavgası
Demirel hükümetinin Sanayi Bakanlığı Erbakan’ı Türkiye Ticaret Odaları, Sanayi Odaları ve Borsalar Birliği’ne genel sekreter tayin etmişti. Kısaca Türkiye Odalar Birliği diye anılan bu birliğin başkanlığına ise “Ben masonluğumla iftihar ederim, masonluk milliyetçiliktir,” diyen Sırrı Enver Batur getirilmişti.
Bu dönemde Türkiye Odalar Birliği Genel Sekreteri Erbakan, Demirel’in bir dosyasını uygun bulmamış ve geri çevirmişti. Demirel ile Erbakan İstanbul Teknik Üniversitesi’ni birlikte okumuş iki arkadaştı. Demirel Erbakan’ı güçlü beyin görüyor ve hep övgüyle bahsediyordu. AP’ye girerse partiye yararlı olacağı inancını da taşımaktaydı.
Fakat dosyası geri çevrilince araları açıldı. Demirel, Erbakan için artık molla diyordu. Çünkü Erbakan okulda çok çalışkan olmasıyla ve dindarlığıyla ünlüydü. Odalar Birliği’nin seçimi Demirel ile Erbakan’ın arasını iyice açtı. Demirel, Erbakan’ın Enver Sırrı Batur’un karşısında aday olmasını istemiyordu.
Ancak Erbakan aday oldu ve kazandı. Demirel bunu hazmedemedi ve defalarca mahkemeye başvurarak Erbakan’ı Başkanlıktan polis zoruyla indirdi. Bu olay Erbakan’ın yıldızını parlattı. Muhafazakârların bir kısmı hitabeti de çok güçlü olan Erbakan’ı aradıkları lider görmeye başladı. Özellikle gençler, Erbakan’ın yanındaydılar.
Hatice Babacan olayı ile Erbakan’ın Odalar Birliği’nden uzaklaştırılması olayını görüşmek için bazen İskenderpaşa’da, bazen de başka evlerde sık sık toplantı yapılıyordu.
Mehmet Zahid Kotku: “Necmeddin’i feda ettik”
Erbakan’ın siyasete girme ve yeni bir parti kurma fikri ortaya çıkmış, bunu en çok isteyen AP’li senatör Ahmet Tevfik Paksu ile AP milletvekili Hüsamettin Akmumcu’ydu. İkisi de Nurcu kökenliydi. Hüsamettin Akmumcu, Bediüzzaman Said Nursi’nin avukatlığını yapmıştı.
Nurcuların Ankara’da açtıkları “Parlamenterler Dersanesi”ne gelen Tevfik Paksu, Hüsameddin Akmumcu gibi diğer muhafazakâr milletvekilleriyle bu konuyu görüştü. Bu yeni partinin liderliği için son günlerin gündemdeki ismi Necmeddin Erbakan’ı uygun görüyorlardı.
Paksu ve arkadaşlarının önerisini dinleyen Erbakan, şeyhi Mehmet Zahid Kotku’ya danışmadan evet diyemeyeceğini, bu meseleyi şeyhine kendisinin açmasının da tarikat adabına aykırı olduğunu söyledi.
Paksu ve ekibi, bunun üzerine İstanbul’a gitti, İskender Paşa camiinde Mehmet Zahid Kotku’dan Erbakan için izin ve icazet vermesini istedi. Şeyhten onay alınınca yeni bir partinin kurulması ve başına Erbakan’ın getirilmesi kesinlik kazandı. Mehmet Zahid Kotku, “Necmeddin’i feda ettik” diyordu.
İskenderpaşa camiinde yapılan istişarede önce AP’ye adaylık için müracaat edilmesi, olmazsa seçimlere bağımsız girmesi kararı çıktı. Parti daha sonra kurulabilirdi.
Bu karardan sonra Erbakan AP’ye müracaat etti. Ancak onun başvurusuna bazı AP’liler şiddetle karşı çıktı. İhsan Sabri Çağlayangil, İsmet Sezgin ve Mustafa Gülcügil, “Olmaz böyle şey, bir takunyalının elinde tesbihi ile AP saflarında yeri olamaz” diyorlardı. Erbakan veto edilmişti.
O dönemlerde AP hükümetinin bir kanun teklifi, muhafazakârların yaralarına tuz ekti. Anayasa Nizamını Koruma Kanunu adı verilen bu kanun, İslâmiyetten hiç bahsettirmeyip hemen mahkemeye sevk eden bir kanundu.
Bu kanunu duyan Konya’dan bir grup vatandaş Ankara’ya gelip Demirel’i ziyaret etti. Bu meseleyi dile getirip, “Beyefendi bu kanun tasarısı Anayasa nizamını korumuyor, biz bunu hukukçulara incelettik. Tamamen dinimize hedef alan bir tasarı, öyle ki bir İslâm büyüğünü dahi methedemeyeceksiniz. Yoksa savcılar yakanıza yapışır. O kadar komünist ve sol hareketler varken, bunlarla mücadele edilecekken Müslümanları yakmayın. Sizi onlar iktidara getirdi.”
Süleyman Demirel bu sözleri işitince hiddetlendi.
“Beyler teokratik düzen özlemi çekenler hüsrana uğrayacaklardır. Siz de yanlış yoldasınız. Bu kanun mutlaka meclisten çıkacaktır. Bizi iktidara getirdiğiniz yolundaki iddialar yanlıştır. Bizi halk iktidara getirdi. Siz Konyalılar dindarsınız, vilâyetinizde dindar. Bize rey vermeye mecbursunuz. 1969 seçimlerinde hodri meydan. Anayasa Nizamını Koruma Kanunu’nu mutlaka çıkaracağız. Gidebilirsiniz beyler, görüşmemiz bitmiştir.” (Muhterem Başkan, Mehmet Cemal Çiftçigüzeli, Fetih Yayınları, 1975)
Bu arada seçimlere gün gün yaklaşılıyordu. Hararetli nutuklar, ateşli beyanatlar birbirini kovalıyordu. Demirel yine ezan-bayrak edebiyatıyla nutuklar atarken, Milliyetçi Hareket Partisi adayı Ahmet Er, radyoda yaptığı konuşmada Muhammedî düzen dediğinden 163. maddeye göre hakkında dava açılıyordu. AP’liler ise memleketin bazı kesimlerinde ve bilhassa köylerde iç kapağına AP’nin amblemi kır at resmi yapıştırılmış Kur’an-ı Kerim’ler dağıtıyordu.
Erbakan Konya’dan bağımsız aday oldu. Seçimde Konyalılar Erbakan’a üç milletvekiline yetecek kadar oy verdiler. Milletvekili seçilen Erbakan’ı kurbanlar keserek, “Allah yardımcın olsun” diye dua ederek Ankara’ya uğurladılar.
Daha sonra MNP kuruldu ve Erbakan Genel Başkan oldu. Ancak 1971 muhtırası nedeniyle kapatılınca, yerine daha sonra MSP kuruldu ve ilk seçimde %11 oy alarak anahtar parti konumuna geldi.
Erbakan’ın yaptığı konuşmalar İsmet İnönü’nün ilgisini çekiyordu. Yaptığı bir mitingte, “Memleketten bir bilim adamı çıktı, o da dinci çıktı” demişti.
MSP önce CHP ile sonra AP ile hükümetler kurdu. AP ile yapılan koalisyonlarda Demirel’i daha yakından tanıdılar.
Demirel’den Nurcuları temizleyin yazısı
Cevat Akşit o günleri şöyle anlatıyor.
“Ben Erzurum’da Yüksek İslam Enstitüsü Müdürlüğü görevi yaparken, kendini nurcu diye öne çıkaran, bir takım hocalar vardı. Mesela Mehmet Kırkıncı Hoca bunlardan biriydi, Demirel’i destekliyorlardı ve onunla bizzat görüşüyorlardı. Bunlar hep beni “Bu adam Atatürk düşmanıdır, Cumhuriyet düşmanıdır, şeriatçıdır” falan diye Genel Kurmay Başkanı’na, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e ve valiliğe dilekçe gönderiyorlardı. Hem de her hafta.
Demirel Başbakan iken bana bir iki defa yazı yazdı. “Yüksek İslam Enstitüsü öğrencilerinin yüzde 80’i nurcudur. Hepsini temizleyeceksiniz,” diye. Bu yazıları zata mahsus, çok gizli ve üç kırmızı a ile yazılmıştı. Yazının devamında, Atatürkçü gençler yetiştireceksin, okulun bahçesinde heykel yok, heykel dikeceksin, gereğini rica ederim, Süleyman Demirel imzalı özel. Laik Devlet’in Başbakanı bunu söyler, problem yok.
Ama aynı Demirel geldi Erzurum’a, Başbakan iken gitti Mehmet Kırkıncı efendiye. Biz de protokole dahiliz, gittik. Demirel Mehmet Kırkıncı’nın elini öptü, takkesini giydi, iki saat diz çöktü önünde. Bana nurcuların kökünü kazıyacaksın diyen Demirel, Mehmet Kırkıncı’nın elini öpüp, iki saat oturdu yanında. Ben o zaman nefret ettim. Ecevit ondan daha dürüsttü.” (Erbakan Hoca tam bir dervişti, Prof. Dr. M. Cevat Akşit ile Erbakan Hoca’yı konuştuk, Ekrem Şama, Milli Gazete, 25 Şubat 2014, https://www.milligazete.com.tr/haber/1038846/erbakan-hoca-tam-bir-dervisti)
28 Şubatta laiklerin lideri Demirel
12 Eylül darbesinden sonra partiler kapatılınca, muhafazakâr kesim bu sefer Turgut Özal’ın kurduğu ANAP’a yöneldiler. Liderleri yasaklı olduğu için dört eğilimin oylarını alan Özal, muhafazakârların hassasiyetlerini dikkat eden bir lider oldu. Bütün İslâmî gruplara, tarikat ve cemaatlere maddi manevi destek sağladı. Vakıflar, dernekler, şirketler kurmaları için teşvik etti. Özal’ın varlığı, Demirel’i oldukça geri plana itti. Muhafazakâr kesime göre Demirel kendilerinden görünüp arkadan kuyu kazan, el altından solcuları köşe başlarına getiren biriydi. Vural Savaş, Sabih Kanadoğlu gibi isimleri Cumhuriyet başsavcısı yapan oydu. Özal ise, Demirel’in aksine seküler görünüp el altından dindarları köşe başına getiriyordu. Ani ölümünden sonra bu yönü daha da ön plana çıkarıldı, cenazesine büyük katılım oldu, yas tutuldu.
Siyasi yasaklar kalktıktan sonra Demirel DYP’nin başına geçti ama eskisi gibi yüksek oy alamadı. Özal’ın ölümünden sonra SHP’nin desteğiyle Cumhurbaşkanı seçildi. Cumhurbaşkanı seçilince Cumhuriyet gazetesi yazarı Cüneyt Arcayürek’i danışman yaptı.
Erbakan’ın RP’si o dönemde yükselişe geçti ve birinci parti oldu. Demirel, RP’nin Çiller liderliğindeki DYP ile koalisyon kurmasını hiç istemiyordu. Cumhurbaşkanlığı döneminde muhafazakârlara karşı açıkça tavır göstermekten çekinmedi.
28 Şubat döneminde askerlerle iş birliği yapması, Çiller’e karşı Hüsamettin Cindoruk’a DTP’yi kurdurarak DYP’yi bitirmeye çalışması, Başbakan Erbakan’a söven Tuğgenerale sahip çıkması, onu bir anda laiklerin lideri yaptı.
Ankara Müzik Festivali’nin açılışında gerçekleştirilen konserde, “İşte çağdaş Türkiye!..” deyince, salonda bulunan on bin kişi ayağa kalkıp alkışladı ve “Laik Türkiye!..” sloganları attı. Görünürde yıllarca tarikatlarla ve Nurcularla iç içe olan Demirel, şimdi artık laik kesimin lideri konumundaydı.
Fakat bu tarz eylemlerinin yanı sıra, yakın arkadaşı ve danışmanı Cüneyt Arcayürek’in yazdığı seri kitaplarda onun muhafazakârlar, Erbakan ve Çiller aleyhinde söylediklerinin ortaya çıkması Demirel’i önce kendi partisinde, sonra sağ kesimde gözden düşmesine yol açtı.
Tayyip Erdoğan Ak Parti’yi kurup tek başına gelince Demirel etkinliğini iyice kaybetti. Buna rağmen 27 Nisan muhtırası döneminde cumhuriyet mitinglerini savundu. Perde arkasından DYP ile ANAP’ı birleştirmeye çalıştı. Bunlardan bir sonuç alamadı. Muhafazakârlar tarafından tamamen terk edildiğinin farkındaydı. Memleketi Isparta’ya gittiğinde bile çok az kişi karşıladı onu.
Yanındaki gazeteciye şöyle diyecekti.
“Görüyorsun Yavuz, bu halk beni takmıyor artık.”