Ana SayfaHaberlerGündemAdnan Boynukara yazdı: PKK silâhı bırakacak mı?

Adnan Boynukara yazdı: PKK silâhı bırakacak mı?

Çözüm sürecinin önemli aktörlerinden olan, eski AK Parti milletvekili Adnan Boynukara: “Bir çağrı yapılmasa dahi Kürt toplumundaki beklentiler, ülkenin gerçekleri ve zamanın ruhu PKK’nın silah bırakmasının çoktan geciktiğini gösteriyor. Tablo, PKK’nın arkaik bir örgüt haline geldiği ve bundan sonra varlığını ancak marjinal ve jeopolitik pazarlıkların bir unsuru olarak sürdürebileceğini ortaya koyuyor.”

Adnan Boynukara’nın Perspektif’teki yazısını aktarıyoruz

Devlet Bahçeli’nin çağrısı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oluru/desteğiyle başlatılan girişimden sonra DEM Parti heyetinin Öcalan ile görüşmesi ve Öcalan’ın PKK’ya silâh bırakma çağrısı yapmaya hazırlandığının açıklanmasının ardından, PKK’nın silâh bırakıp bırakmayacağı tartışılıyor. Devam eden kimi tartışmalar maalesef sağlıklı bir zeminde ilerlemiyor. Bazı kesimler meseleyi, “Bunun karşılığında PKK’ya ne veriliyor” ve/ya “Kandil silâhı bırakmaz ki” ifadeleri üzerinden değerlendiriyor. Şu açık, kimsenin kimseye bir şey verdiği yok. Girişimin amacı, ülkenin demokratik dönüşümü için silâhı aradan çıkarmak ve sorunların çözümü için siyaseti yol olarak kabul etmektir. Bununla birlikte asıl konu, Öcalan “silâhı bırakın” çağrısı yaptığında örgütün nasıl bir karar vereceğidir. Burada kastedilen Kandil. Dolayısıyla yapılacak çağrıya olumlu karşılık vermeyi sağlayacak faktörleri tartışmakta yarar var.

Bu aşamada iki ayrı konudan bahsetmek mümkün. İlki, karar alma öncesi etkenler, ikincisi ise bir karar alınacaksa bu kararın alınmasında belirleyici olacak faktörler. Karar alma öncesi faktörleri, örgüt içi tartışma geleneği ve Kandil’deki kişilerin kendilerini önceleme olasılığı olarak ifade etmek mümkün. Örgütler, tüm karar alma süreçlerinin ‘demokratik’, ‘katılımcı’ ve kararların ‘özgürce’ tartışılarak alındığını vurgulamaya özen gösterirler. Ancak bunun bir ‘nutuk’ olduğu gayet iyi bilinir. Hele liderin ve liderlik kadrosunun ‘tanrı’ yerine konulduğu örgütlerin karar alma süreçleri tam bir tiyatral formda gelişir. Ön hazırlık yapılır ve konuya ilişkin örgüt ana ekseni oluşturulur. Bu noktadan sonra genel eğilimin dışına çıkmak mümkün olmaz. Farklı değerlendirmeler ve fikirler ise “ajan provokatör” suçlamasıyla yaftalanır ve ölümle cezalandırılır. Dolayısıyla kararlarda mantıksal bir çerçeve aranmaz. Bu nedenle, İmralı’dan bir açıklama gelecekse bu durumun gözetilmesi ve oldukça somut ifadeler içermesi gerekir. Aksi durumda açıklama manipüle edilir. 

Dikkat edilmesi gereken diğer konu ise açıklama dilinin Kandil’deki isimlerin kendilerini öne koymayacakları bir sadelikte olmasıdır. Çünkü 2013 ve 2015 açıklamalarının karşılıksız kalmasının arkasında, bu isimlerin kendilerini her şeyin önüne koyan tutumlarının etkili olduğu biliniyor. Hükümetin büyük adımına karşılık, ülkeyi terör kıskacına almayı kendileri açısından daha anlamlı buldular. Bu kararın nelere mal olduğunu ve toplumun ne tür sıkıntılar çektiğini kimse sorgulamadığı için de hâlâ aynı pozisyonları koruyorlar. Kullanılan üstenci dil, maksimalist talep yaklaşımı, süreçleri mitolojik ifadelerle hikâyeleştirme eğilimi devam ediyor. Dolayısıyla yaşananlardan ders alındığına ilişkin bir emare yok. Bugünlerde kullanılmaya başlanan, “Öcalan’ın sadece bir açıklama yapması yetmez, kendisinin de devreye girmesi, Kandil’e gelmesi gerekir” tür ifadeler, 2015’te çok iyi hatırladığımız bahaneler. Öcalan yapacağı açıklama ile pozisyonunu izah edecek. Soru şu: Siz ‘irademiz’ dediğiniz kişinin açıklamasını ciddiye alacak mısınız, yoksa ‘iradeniz’ olmadığını mı ilan edeceksiniz?

Bu değerlendirmelerden sonra, PKK’nın silâh bırakma kararında etkili olabilecek ve “PKK’nın silâh bırakmasının koşulları var mı” sorusunun cevabına netleştirme sürecine katkı sağlayabilecek ana konuları tartışmakta yarar var. Bu konuları aşağıdaki şekilde somutlaştırmak mümkün.

Alan hâkimiyeti

Geçmiş dönemlerde uygulanan terörle mücadele stratejisinin yanlış olduğu ve örgüte alan hâkimiyeti sağladığı biliniyor. Mevcut strateji ise ülkenin her noktasını kontrol etme ve alan hâkimiyetini tam olarak uygulama üzerine kurulu. Bunun sonucu olarak, örgütün ülke içinde barınma ve var olma imkânı kalmadı. 2015 ile mevcut hal kıyaslandığında konu netleşir. Burada ince bir detay var, örgütün terör saldırısı yapması ayrı, alan hâkimiyeti ayrı konular. Alan hâkimiyeti olmayan PKK, kimi terör saldırılarına girişebilir. Ancak bu tarz terör eylemlerinin PKK’yı getireceği yer, marjinal bir terör örgütü olmanın ötesine geçmez. Çünkü bundan sonra, örgütün alan hâkimiyeti kurma olasılığı ve imkânı yok. Kamuda tahkim olmuş terörle mücadele stratejisi, iradesi ve siyasi kararlılık, örgütün bir daha alan hâkimiyeti kurmasına izin vermez. Bunun en somut göstergesi ise hendek olayları ile öz yönetim ilanlarının örgütte oluşturduğu kayıplar ve halktan beklediği/umduğu fiili desteği alamamasının sonucu olarak ülke dışına çıkmasıdır.

Kandil korunaklı mı?

Dikkate alınması gereken bir diğer faktör, örgütün varlığını sürdürdüğü ve merkezi üs olarak konumlandığı Kandil’in durumu. Kandil, uzun yıllardır korunaklı olması nedeniyle örgüte barınma avantajı sağlıyordu. Ancak gelişen teknolojik imkânların, teknolojik gelişmelerin savunma alanında kullanılma kapasitesinin, güvenlik konseptinin gereği olarak (özellikle Irak ve Kandil çevresine) kurulan askeri üslerin, Türkiye’nin Irak merkezi hükümeti ve IKBY ile kurduğu ilişkilerin, Kandil’in örgüte sağlamış olduğu barınma avantajını ortadan kaldırdığı açık. Bu faktörler hem Kandil bölgesinin barınma imkânını kısıtlıyor, hem ülke dışında terörle mücadelenin sürdürülmesine katkı sağlıyor, hem de örgütün hareket kapasitesini sınırlıyor. Kandil artık korunaklı ve sıkışıldığında İran’a kaçılabilecek bir yer değil. Daha önemlisi ise, hükümetin ikinci kez sorunu çözmeye ilişkin somut girişiminin karşılıksız kalması durumunda, güvenlik riskleri konusunda daha duyarlı politikaların hayata geçirileceğidir. Takviye edilmiş ve özel alanlara odaklanmış mücadele konsepti ile Kandil’in mesele olmaktan çıkarılabileceğini söylemek mümkün.

Baas rejimi çöktü

PKK’nın gelişmesinde, kök salmasında, uluslararası kamuoyuna açılmasında, Türkiye içine yönelik terör saldırılarını sürdürmesinde, örgüte eleman sağlamada ve lojistik ihtiyaçların karşılanmasında Suriye Baas rejimi hayati imkânlar sunuyordu. Baas rejimi sadece kendisi destek vermekle kalmıyor, örgütün Rusya ve İran’la ilişkilerini de koordine ediyordu. Kandil’deki karar vericiler içindeki Suriyelilerin ağırlığı dikkate alındığında, Baas rejiminin örgüt için ne anlama geldiği daha iyi anlaşılır. Bu arada, PKK’nın Baas rejimiyle işbirliği içinde Suriye’de elde ettiği alan hâkimiyetini ve ABD’nin örgütün ismini değiştirerek transfer etmeye çalıştığı meşruiyeti de akılda tutmak lazım. Suriyeliler yeni Suriye yönetimine dahil olduklarında, bu imkân da ortadan kalkacak. Hasılı, Esad rejiminin devrilmesi, örgüte büyük bir darbe oldu. Örgüt çevrelerinin yeni girişim üzerinden yaptıkları analizler ve “Türkiye sıkıştı, onun için adım atmak istiyor” türü değerlendirmeler, özünde örgütün kaybettikleri ve bir adım sonra tümden yitirecekleriyle doğrudan ilgili. Suriye halkının, PKK/YPG’nin Baas rejimiyle kurduğu kirli işbirliğini unutması ise mümkün değil.

Örgüte coğrafi derinlik sağlayan İran meselesi

İran; PKK’nın Suriye, Irak, Kandil ve sıkıştığında İran’da serbest hareket etmesine imkân tanıyan ülkeydi. Son iki yıldır yaşananlar nedeniyle İran, uzun yıllar sonra ilk kez milis transferi üzerinden ‘egemenlik’ alanını genişletme stratejisini sorgulamaya başladı. Özellikle tüm sermayesini yatırdığı Baas rejiminin devrilmesi, Irak’ta ortaya çıkan sıkışmışlık ve İran içinde giderek derinleşen ekonomik yoksulluk, hem İran’ı zorlamaya hem de İran’ın içine dönmesine neden olmaya başladı. PKK’ya coğrafi derinlik sağlayan ve Haşdi Şabi’yle ortak çalışma imkânı tanıyan İran artık yok. İran’ın içine girdiği bu durum, önümüzdeki süreçte PKK’nın hareket kabiliyetini büyük oranda sınırlayacaktır. Kandil’de sıkıştığında İran’a geçen PKK’nın aynı rahatlıkta hareket edebileceğini söylemek mümkün değil. Bunun farkında olan örgüt, uzun yıllar sonra ilk kez, 6-7 ay önce PKK’nın İran kolunu aktifleştirme kararı almıştı.

Küresel sistemin sörf tahtaları

PKK uzun bir süre küresel sistemin sağladığı iki sörf tahtası üzerinde kendini gösterdi. Bunların ilki, Soğuk Savaş sonrası yükselen liberal dalga ve liberal dalganın, kimlik siyasetine geniş alan açmasıydı. PKK da tüm varlığıyla bu alanı kullandı. Her türlü faaliyetin odağında kimlik siyaseti vardı. 11 Eylül, kimlik siyasetini bitirdi. Artık kimlik siyasetinin alıcısı azaldı ve o dönem kapandı. 11 Eylül kimlik siyaseti imkânını elinden almış olsa da PKK, Türkiye’de hem uzatmalı bir kimlik siyaseti takip etti, hem de yeni sörf tahtası olan İslam ve Müslüman düşmanlığı yaklaşımından yararlandı. PKK, 11 Eylül sonrası seküler bir örgüt olarak yeni sörf tahtası üzerinden yükselmeye başladı. İran’ın yaşadığı içe kapanma, Baas rejiminin devrilmesi ve IŞİD bekçiliği gibi faktörler nedeniyle bu imkân da bitiyor. ABD, yaptırım kapsamına almış olduğu yeni Suriye yönetimiyle görüşmek için Şam’a kadar geldi. Yani artık PKK’ya alan açan yapısal bir gereklilik de yok.

Kürtler silâhlı örgüt istiyor mu?

Belki de üzerinde en çok durulması gereken faktör, ülkede yaşayan Kürtlerin tutumu. PKK’nın terörü şehirlere indirme projesi olan “hendek olayları” ve örgüt talimatıyla başlayan “öz yönetim” ilanının yol açtığı tahribat Kürtlerin hafızasındaki yerini ve tazeliğini koruyor. Kürtler, belki de uzun yıllar sonra ilk kez örgütle aralarına mesafe koymuşlardı. Bölge insanı haklarından, demokratikleşmeden, sivil siyasetten bahsediyor. Silâhlı bir örgüt olarak PKK varlığını kendisi için risk görüyor, hatta istemiyor. Kürtlerin HDP/DEM’e verdiği desteği, örgüte verilen destek olarak okumak doğru değil. Örgüt kadroları bunu böyle göstermeyi seviyor. Ancak, Rawest Araştırma’nın araştırmasına göre, “örgüt Türkiye’ye karşı silâh bırakmalı” diyenlerin oranı, Kürtler içinde yüzde 70’ler civarında. Kürtler içinde “örgüt silâh bırakmasın” diyenlerin oranı ise sadece yüzde 12. Bunun hep böyle olduğuna ilişkin bir bilgi yok. Büyük olasılıkla geçmişte bu durum çok farklıydı. Kürtlerin büyük kısmı silâhlı bir örgütün varlığına karşı. Somut bir veri olmamakla birlikte bu değişimde önceki çözüm girişimleri ve PKK’nın süreci akamete uğratmasından sonra yaşananlar da etkili olmuştur. PKK’nın bu değişimi görüp görmediğini süreç içinde anlayacağız.

Sonuç olarak; “silâh bırakma” çağrısının yapılıp yapılmayacağını, çağrı yapılırsa örgütün nasıl bir tutum alacağını ve ifade ettiğimiz faktörlerin dikkate alınıp alınmayacağını bekleyip göreceğiz. PKK’nın çoklu taraflardan oluşan yapısından ziyade asıl konu, Kandil’in silâhı bırakma çağrısına nasıl bir karşılık vereceği. 2013 ve 2015 çağrılarından önce “İrademiz Öcalan” ve “Önderliğin kararı kararımızdır” diyenlerin nasıl davrandıklarını hepimiz izledik. Bugün de aynı sözler duyuluyor. Öte yandan, PKK da silâh bırakmanın koşullarının olduğunu çok iyi biliyor. Ancak çağrı geldiğinde geçmişten farklı davranıp davranmayacağına ilişkin somut bir kanaat yok.

Kandil’in geçmişi tekrarlaması durumunda iş halka düşüyor. Önceki sürecin akamete uğramasının nelere neden olduğunu çok iyi bilen toplumun tutumu çok daha kıymetli. Halk, sürecin olumlu sonuçlanması için pozisyon alabilir. Yüksek sesle, “evet, sorunlarımız var, hak ihlalleri var ama biz bunların çözümünün yolu olarak demokratik siyasetin devreye girmesini istiyoruz” şeklinde bir pozisyon alırsa işin şekli değişir. Bu durumda Kandil’in tutumu, yönetilmesi gereken bir ayrıntıya dönüşür. Aslında, bir çağrı yapılmasa dahi Kürt toplumundaki beklentiler, ülkenin gerçekleri ve zamanın ruhu PKK’nın silâh bırakmasının çoktan geciktiğini gösteriyor. Tablo, PKK’nın arkaik bir örgüt haline geldiği ve bundan sonra varlığını ancak marjinal ve jeopolitik pazarlıkların bir unsuru olarak sürdürebileceğini ortaya koyuyor.

Dolayısıyla en basit ifadeyle mesele, “demokratik sivil siyaset mi çatışma mı” sorusuna verilecek cevap. Çatışmanın ne tür sonuçlar ürettiğini hep birlikte yıllardır gördük ve görüyoruz. Bu nedenle bundan sonra, sivil siyaset alanının nasıl bir sonuç ve çözüm üreteceğini görmek istiyoruz. Aslında yeni girişimin temel amacı da bu. Konuyu bu bağlamın dışında değerlendirmek, yüzyıllık sorunu basit iç siyasi çekişmelere meze yapmaktır. Hep birlikte buna karşı çıkabiliriz.

- Advertisment -