Cumhuriyetçi hükümet, darbe yapmasından şüphelendiği Genelkurmay Başkanı Franco’yu Kanarya Adaları’na göndermiş, ardından karşılıklı cinayetler, Katolik kilisesine karşı hükûmetin baskıları yaşanmıştı. 1936’da korkulan oldu ve Franco, falanjist askerlerle birlikte başarısız bir darbe girişiminde bulundu. Çok da başarısız sayılmazdı. Başkent Madrid dışında ülkenin yarısını kontrol altına alacak kadar başarılı bir darbeydi.
Ve ardından bölünmüş ülkede milliyetçilerle cumhuriyetçiler arasında başlayan ve üç yıl sürecek bir iç savaş başladı.
Hikâyenin başlangıcı Suriye’den çok bizim 15 Temmuz’da yaşadığımız ve atlattığımıza benziyor. Ama devamı neredeyse Avrupa’da 80 yıl önce yaşanmış bir Suriye hikâyesi.
Aslında iç savaşın başında Avrupalı güçler İspanya’ya karışmama anlaşması imzalamışlardı.
Ama karışmama anlaşmasının altında Almanya’dan Hitler, İtalya’dan Mussolini vardı. İki emperyal olarak aç ülke için İspanya dünya sahnesine çıkmanın giriş kapısı oldu.
İmzaları kurumadan iç savaşa karıştılar. Uçak filoları, binlerce asker ve birkaç yıl sonra kullanacakları savaş makineleri ve taktiklerini sahada deneyecek kurmay kadrolarıyla Franco cephesinde savaşa katıldılar. Komşu Portekiz’deki Salazar iktidarı da Franco’nun yanında saf tuttu.
Dünyanın her yerinden Katolik kilisesi karşıtı cumhuriyetçilerle savaşmak için Katolik milisler İspanya’ya aktı. İrlanda Müfrezesi, Fransız Jeanne d’Arch güçleri, ABD, Brezilya, Norveç, Belçika hatta Avustralya’dan faşist cephede savaşmaya gelen Katolik gönüllüler.
Cumhuriyetçilerin ise iki büyük destekçisi vardı; Yoldaşlarıyla dayanışmaya gelen Sovyetler ve tarihî bağları olan Meksika. Silah, tank, uçak askerî malzemeler Sovyetler tarafından Fransa üzerinden İspanya’ya sokuldu.
Ama komşu Fransa sadece bu kadarına göz yummuştu. Britanya, Fransa ve ABD iç savaşa karışmama sözlerini savaş bitene kadar tuttular. Gözlerinin önünde Alman ve İtalyan destekli faşist Franco katliamlar yaparken izlemelerinin sebebi ise komünizm korkusuydu.
Şimdi “İslamcılar” kazanacağına laik diktatör kazansın dedikleri gibi o zaman da Sovyetlere yakın solcular kazanacağına faşistler kazansın istediler.
ABD tarihinin, Obama’dan bile daha sol liberal ilerici başkanı, New Deal’in babası Franklin Delano Roosevelt, hem komünizm korkusu hem de savaş karşıtı çizgisi yüzünden İspanya Savaşı’nı uzaktan izlemeyi, ABD askerinin botunun bir kere daha Avrupa topraklarına değmemesini tercih etti.
Ama binlerce Amerikalı gönüllünün, faşistlere karşı savaşmak için İspanya’ya gitmesini engelleyemedi. Abraham Lincoln, George Washington adlarını taşıyan tugaylar İspanya iç savaşında savaştılar. 900 Amerikalı İspanya iç savaşında hayatını kaybetti. İç savaşa gönüllü gidenlerden biri de İngiliz yazar George Orwell’dı.
53 ülkeden çoğunluğu Sovyetler tarafından örgütlenmiş sosyalistler de Enternasyonal Tugaylara katılmak için İspanya’ya gittiler. Dokuz bin Fransız’dan bini, beş bin Alman ve Avusturyalıdan iki bini, iki bin İngiliz’den beş yüzü orada savaşırken öldüler. İsveçliler, İtalyanlar, Çekler, hatta Kanadalıların bile tugayları vardı.
Bu tugaylardan savaşta sivilleri, rahipleri katledenler de oldu. Ama bugün Suriye’de her gördüğüne radikal cihatçı diyen solcular onları “yabancı savaşçı” diye aşağılamadı. Hâlâ İspanya’daki iç savaş anmalarında onurlandırılıyorlar.
Savaş sırasında 500 bine yakın İspanyol mülteci oldu. Avrupalılar tarafsızlıkları bozulmasın diye mültecileri de kabul etmek istemediler. Fransa’ya üç yıl süren iç savaş sırasında 300 bin İspanyol mülteci olarak sığındı. Kötü şartlarda, bez çadırlarla kurulan kamplarda kaldılar. Naziler Paris’i işgal edince ülkelerine döndüler.
Savaşın en korkunç günü 27 Nisan 1937 Pazar günüydü. Bask bölgesindeki küçük bir kasaba olan Guernica’da o gün şehir pazarı kurulmuştu. Guernica savaşın neticesi için kritik bir konumdaydı. Orası da düşerse savaşı bitirecek Bilbao direnemeyecekti.Saldırıyı Alman hava kuvetlerinin en seçkin birliği olan Kondor Lejyonu yaptı. Gökten şehre bomba yağdı. Gün bittiğinde beş bin nüfuslu şehirde 1600 kişi hayatını kaybetmiş, şehir harap olmuştu.
Saldırıyı dünya tesadüfen orada olan Amerikalı gazeteci George Steer’in makalesinden öğrendi. “Guernica’nın Trajedisi” başlıklı haber başka dillerde de yayınlandı. http://www.poieinkaiprattein.org/kids-guernica-guernica-youth/picasso-s-guernica-and-guernica-1937/news-report-by-george-steer-for-the-times-about-guernica-1937/
Haberi Fransızcasından okuyan Pablo Picasso çok etkilenip, meşhur Guernica tablosunu yapmıştı. Guernica katliamı Avrupa’da büyük gösterilerle kınandı. Tarafsızlığı bozulmasın diye Bask bölgesinden kaçan 3500 yetim çocuğu bile kabul etmek istemeyen Britanya’daki iktidar, yardım kuruluşlarının organizasyonunu engelleyemedi.
Ama yine İspanyol cumhuriyetçilerine Avrupalı dostları yardım etmediler.
Savaş Guernica’dan sonra iki yıl daha sürdü. Sonunda Franco birlikleri 1939’da Madrit’e girdiler. Kazandı. Geride yıkılmış şehirler ve 500 bin ölü ve bir o kadar mülteci kalmıştı…
Buraya kadar benzerlikler çok. Ama sonrasının benzememesini umalım.
Çünkü “İspanya İç Savaşı”na tarafsız kalan ABD, Britanya ve Fransa bunun bedelini ağır ödediler.
Almanya ve İtalya’nın işlevsiz hale getirdikleri Milletler Cemiyeti, İspanyol İç Savaşı’yla hükmünü kaybetti, Almanya-İtalya ve İspanya arasında Çelik Paktı ittifakı kuruldu.
Hitler için İspanya İç Savaşı, gücünü göstermek ve silah makinelerini denemek demekti. ABD, Britanya ve Fransa’nın çekingenliği ve tarafsızlığı onu cesaretlendirdi. Ve kısa bir süre sonra da bu öz güvenle Avusturya ve Çekoslovakya’yı ilhak etti.
Yani bir bakıma İspanyol İç Savaşı, 2. Dünya Savaşı’nı tetikledi. Komünizm korkusuyla iç savaşta tarafsız kalan ve katliamları izleyen ABD, İngiltere ve Fransa ise birkaç yıl sonra komünistlerle yan yana milyonlarca insanın hayatını kaybedeceği bir savaşın içinde kendilerini buldular.
Guernica tablosunun daha büyük bir kopyası İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden kurulan BM Güvenlik Konseyi salonunun arkasına asıldı. Savaşın kazanan büyük ülkeleri ABD, Britanya, Fransa, Rusya ve Çin’e veto hakkı tanındı.
Ama o salonda, Guernica tablosunun önünde veto için kalkan ellerle sağlanamayan ateşkes yüzünden Halep’te insanlar katledildi, 40 yıllık bir diktatörlüğe, Rus ve İran ordularına, Şii milislere karşı direnen bir halkın özgürlük ümitleri yok edildi.
Halep düşerken Guernica’yı ve ardından dünyanın yaşadığı akıbeti hatırlıyor insan.
İnşallah tarih en azından bundan sonrasında böyle tekerrür etmez.
HASSASİYET, HASSASİYET, HASSASİYET
Diyarbakır’da düşen F-16’yla ilgili ilk haberleri Türkiye İhlas Haber Ajansı’ndan öğrendi. İlk haberlerde düşen pilotun kadın olduğu bilgileri vardı ve TGRT’de de bu pilotun fotoğraflarına yer verildi. O ana kadar TSK'dan herhangi bir açıklama gelmediği için haberler yerel muhabirlerin bildikleri çerçevesinde yapılmıştı. Daha sonra uçaktan atlayan pilotun bahsedilen kadın pilot olmadığı ortaya çıktı. Genelkurmay Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanı Tuğgeneral Ertuğrulgazi Özkürkçü bu haberle ilgili bir basın bildirisi yazarak gazetecilere gönderdi. Bildiride İHA ve TGRT’yi sorumsuzlukla suçladı. Bildirinin sonunda büyük harflerle hassasiyet, hassasiyet, hassasiyet yazmaktaydı.
Gerçekten sorumluluk ve hassasiyete her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğu zamanlardayız. Ama galiba bunu sadece haber yapan ama daha sonra haberlerini düzelten gazetecilerden değil askerlerden de bekliyoruz. Örneğin, aynı Genelkurmay sözcüsü keşke 2014 yılında “Karargâhta 40 Paralel Paşa” manşeti atan Akşam Gazetesi’ni yalanlarken de “Anılan haber ve yorumlarla, TSK içinde hiyerarşi ve disiplin dışı oluşumların teşkilatlanabildiği imajının oluşturulmak istendiği üzüntü ile izlenmektedir” demeseydi ve daha sorumlu ve hassas davransaydı.
Ya da 31 Mart 2016’da yine medyada çıkan darbe iddiaları için “Milletinin engin sevgi ve güveninden güç alan, demokrasiye bağlılığını her ortamda dile getiren Türk Silahlı Kuvvetlerinde idari ve adli mekanizmalar sürekli ve etkin olarak çalıştırılmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetlerinde disiplin, mutlak itaat ve tek emir komuta esastır. Hiçbir yasa dışı, emir-komuta hiyerarşisi dışı oluşum ve/veya harekete taviz verilmesi söz konusu değildir” açıklaması yapan Genelkurmay sözcüleri iddialar hakkında daha sorumlu ve hassas davranıp bu kadar büyük laflar etmeselerdi.
Ya da Sabah gazetesindeki orduda paralel yapılanma iddiaları üzerine bir köşe yazısı için anında yazarına soruşturma açılıp ifadeye çağrıldığı haberini medyaya göndermeden önce iddiaları sorumluluk ve hassasiyetle değerlendirselerdi.
Ve son olarak darbeden beş gün sonra sitelerinden Akın Öztürk’ü aklayan http://www.bbc.com/turkce/36858601 ve şimdi siteden kaldırdıkları o açıklamayı da http://www.tsk.tr/BasinFaaliyetleri/BA_193 biraz daha sorumlu ve hassas davranarak keşke yapmasalardı.
Katılmamak mümkün değil; HASSASİYET, HASSASİYET, HASSASİYET…