Ana SayfaHaberlerAdnan Boynukara: Silah bırakma ve siyasetinin dönüşümü

Adnan Boynukara: Silah bırakma ve siyasetinin dönüşümü

Adnan Boynukara yazdı: “PKK’nın silah bırakması ve kendini feshetmesi, yalnızca bir örgütün sona ermesi değil, bir dönemin kapanması ve yenisinin açılmasıdır. Türkiye’nin yakın tarihinde ilk kez terörün gölgesi olmadan siyaset yapma ve toplumsal sözleşmeyi yeniden kurma şansı doğmaktadır. Bu, sadece bir ‘normalleşme’ değil, demokratikleşme eşiğidir.”

Çözüm Süreci’nin önemli aktörlerinden olan, eski AK Parti milletvekili Adnan Boynukara’nın Perspektif’teki yazısını aktarıyoruz.

PKK’nın silah bırakma ve kendini feshetme kararı, Türkiye siyaseti açısından hem tarihsel bir eşik hem de sahici politik mücadele imkânı sunmaktadır. Çünkü terör faaliyetlerinin sonlanması ve örgütün silah bırakma kararı, yalnızca güvenlik paradigmasının dönüşümünü değil, aynı zamanda siyasal sistemin yeniden yapılandırılmasını da zorunlu kılmaktadır. Yani silah bırakma ve fesih sonrası dönem hem terörün son bulması hem de politik yeniden kurulum sürecidir. Uzun yıllar, siyasal ‘mücadele’ perspektiflerini ve siyasal faaliyetlerini terörle mücadele eksenine oturtan siyasal partilerin, terörün ortadan kalktığı dönemlerde faaliyetlerini aynı düzeyde sürdürmeleri oldukça zor.

Bu karar, 2013-2015 yıllarındaki çözüm sürecinin yarım kalmış vaadine yeniden dönme imkânı da sunmaktadır. Ancak bu kez mesele yalnızca bir süreç yönetimi değil, kalıcı demokratikleşme altyapısını kurma sorumluluğunu gerektiriyor. Dolayısıyla bu dönemi, 90’lı yılların şiddet sarmalından bugüne taşınan politik tortularla hesaplaşma fırsatı olarak da değerlendirmek gerekir.

PKK’nın silah bırakması ve kendini feshetmesi kararından sonra silahlar bırakıldığında, Türkiye yalnızca çatışmasızlık dönemine değil, yeni bir siyasal toplumsallık evresine de girmek zorunda. Bu yeni siyasal sürecin en önemli aktörlerinden biri, kuşkusuz, son 20 yılın merkezi gücü olan AK Parti olacaktır. Dolaysıyla Türkiye siyasetinde oluşabilecek değişim ve bu değişimin AK Parti’yi nasıl etkileyebileceği konusu oldukça önemli. Tabii bahsettiğimiz olası değişim üç katmanlı. Bunları, siyasal anlayış değişimi, yönetme perspektifinin ihtiyaç duyduğu değişimi ve parti faaliyetlerinin değişimi olarak başlıklandırmak mümkün.

Terör Sonrası Siyasal Alan: Yeni Dil, Yeni İttifaklar, Yeni Kimlikler

Terör faaliyetlerinin devam ettiği dönemlerde siyaset, çoğunlukla “güvenlik-devlet” eksenine yaslanır. PKK’nın varlığı ve yürüttüğü terör faaliyetleri, Türkiye’de iktidar ve muhalefet partileri için hem mobilize edici hem de sınır çizen bir işleve sahip. Bu, sadece bir güvenlik tehdidi değil; aynı zamanda milliyetçilik, devletçilik, sosyal uyum ve vatandaşlık anlayışlarının biçimlenmesinde de temel belirleyicidir.

Silah bırakma sonrası bu çerçevenin yenilenmesi kaçınılmaz. Siyasal alan artık “şiddete karşı devletin bekası” veya “örgüt dilini tekrarlama” ikileminde değil, “eşit vatandaşlık, haklar, siyasal katılım, daha fazla demokrasi ve vatandaşın öncelendiği siyasal anlayış” gibi normatif eksenlerde yeniden şekillenir. Bu ise hem söylemsel hem kurumsal hem de toplumsal psikoloji düzeyinde dönüşüm anlamına gelir.

Söylem düzeyinde hem “bölücülük, terör, terörist, hain” gibi yaftalamalar hem de örgüt merkezli dil, söylem geçerliliğini yitirir. Farklı düşünen aktörlerin ve partilerin kriminalize edilmesi veya örgüt jargonuyla suçlanmaları ‘meşruiyetini’ kaybeder. Kurumsal düzeyde, anayasa reformu, yerel yönetimlerin yetki konusu, hakların kamusal alanda kullanımı, hesap verebilirlik gibi alanlarda yeni düzenlemeler gündeme gelir. Toplumsal düzeyde ise kimlikler arasındaki duygusal mesafe azalır, empati yapma kapasitesi güçlenir ve travmaların konuşulabildiği siyasal hafıza alanı oluşur.

Bu bağlamda, terör sonrası dönem, bir “politik yeniden kurulum” süreci olarak işlev görür, görmelidir. Eğer yeni bir politik kurulum işlevi görmüyorsa, sorun var demektir. Tabii bu süreç, sadece terör atmosferinin ürettiği meselelerle sınırlı kalmaz, aynı zamanda demokrasi, hukuk devleti ve çoğulculuk gibi değerlerin yeniden üretimini zorunlu kılar.

AK Parti’nin Konumu: Kurucu Güçten Reaktif Aktöre

AK Parti’nin 2002-2015 arası dönemi, Kürt meselesinde kademeli bir açılım sürecine ev sahipliği yapmıştı. Yasal zeminde ihtiyaç duyulan bir çok düzenleme hayata geçirilmişti. 2013-2015 çözüm süreci, partinin demokratik dönüşüm iddiasının zirvesi sayılabilir. Ancak çözüm sürecinin farklı sebeplerden kaynaklı olarak çöküşü, PKK’nın terörü şehirlere indirme girişimi, öz yönetim denemesi, IŞİD’in Türkiye içine yönelik planlı/spesifik saldırıları, FETÖ’nün devleti işlemez kılma ve darbe girişimi gibi faktörlerin etkisiyle devleti yönetenlerin refleksleri (doğal olarak) farklılaştı. Bu ise farklı alanlarda siyaset ve yönetim perspektifi değişimi anlamına geldi. Buna, sistem değişikliğinden kaynaklı ittifak ‘zorunluluğuyla’ milliyetçi-muhafazakâr ittifak stratejisine yönelme ve bahsedilen nedenlerden dolayı güvenlik merkezli politikaların taşıyıcısı haline gelme eklenince siyasetin rengi değişti.

Geldiğimiz yeni aşamada, Cumhur İttifakı’nın PKK’nın terör faaliyetlerini sonlandırmasına ilişkin yeni girişimiyle birlikte silah bırakma ve kendini feshetme kararı, AK Parti’yi mevcut pozisyonda tutan ideolojik ve taktik gerekçeleri ortadan kaldırdı. Şiddet tehdidi azaldığında veya ortadan kalktığında, AK Parti ve diğer partiler için değişim kaçınılmaz. Öte yandan, mevcut siyasal sistem nedeniyle, var olan ittifak denkleminin değişmesi zor. Ancak ittifakı zorunlu kılan motivasyonlar değişeceği için ittifak edilen ana konularda değişim olasılığı mümkün. Ayrıca terör ortamının doğal sonucu olarak ortaya çıkan ve farklı seçmen bloklarıyla kurulan mesafeli ilişkilerin de ortadan kalkması elzem. Aksi halde bu tür mesafeler, siyaseten farklı maliyetler üretebilir.

Özellikle kentli, genç ve eğitimli seçmen gruplarında AK Parti’ye olan desteğin ‘azaldığına’ ilişkin değerlendirmeler, yalnızca ideolojik değil, yönetsel bir tatminsizlikle de ilgili. Bu seçmen kitlesi hesap verebilirlik, katılımcılık ve çoğulculuk gibi konulara duyarlı. Bahsettiğimiz duyarlılıkların artması, sadece söylemi değil, zihniyet değişimini de AK Parti açısından öncelikli bir konu haline getiriyor.

Dolayısıyla tüm partilerde olduğu gibi AK Parti de mevcut haliyle, “Terörsüz Türkiye” sonrası siyasal döneme, aynı formatta devam etmekte ve intibakta zorlanabilir. Bu nedenle, partinin kuruluş ilkelerine, felsefesine dönmesi ve demokratik merkezle yeniden bağ kurması zorunludur. Mevcut siyaset tarzını sürdürme hali ise kendisinin başlatmış olduğu “Terörsüz Türkiye” projesinin gereklerine uygun düşmez. AK Parti’nin önündeki yol ya siyasi yenilenme ya da kurumsal küçülme. Siyasal yenilenme sahici bir ivme kazandırır, kurumsal küçülme ise ülke açısından ciddi bir sorun olur.

AK Parti İçin Çıkış Yolu: Yeniden Kurucu Merkeze Dönüş

AK Parti’nin “Terörsüz Türkiye” projesini hayata geçirdiği zeminde olumlu bir değişim yaşayabilmesi için dört boyutlu bir strateji izlemesinin yararlı olacağı açık. 

Birincisi, söylemsel reform. Bunu, yeni bir “Birlikte Yaşam” vizyonu ihtiyacı ve bu vizyonun hayata geçirilmesi olarak tanımlamak doğru olur. Partinin yeniden hak temelli, eşit haklara sahip vatandaşlık, hesap verebilirlik, katılımcı siyaset, ortak akıl gibi kavramsal çerçeveyi vurgulayan dile dönmesi kaçınılmaz bir gereklilik. “Kardeşlik” söylemi, soyut ifadeler yerine, anayasal ve kurumsal güvencelerle somutlaştırılmalı. Haklar meselesi, “çözülmesi gereken bir sorun” değil, birlikte ve yeniden tanımlaması gereken bir konu olarak ele alınmalı.

İkincisi, kurumsal reform. Yani, anayasal ve yönetsel açılımlar. Bu çerçevede öncelikli konu, var olan yasal mevzuatı uygulayacak siyasal iklimin oluşmasına öncülük etmek. Çünkü ülkenin yasal mevzuatı, birçok sorunu çözecek düzeyde. Gündeme gelen sorunların çoğunluğu ise uygulama kaynaklı. Siyasal iklimin değişmesi, var olan mevzuatın işletilmesi sonucunu doğuracaktır. Buna, zaten tüm partilerin tartıştığı, gündeme getirdiği anayasanın değiştirilmesi konusu eklendiğinde sorunlar büyük oranda çözülür. Demokratikleşmeye ilişkin adımlar, toplumsal kesimlere göre değil, tüm vatandaşları kapsayacak, genel bir demokratik dönüşüm perspektifiyle hayata geçirildiğinde meseleleri çözmek kolaylaşır. Bu bağlamda üzerinde durulması gereken diğer bir konu ise siyasi partiler arası iletişimin, temasın sağlıklı bir zemine oturtulması.

Üçüncüsü, etkinlik partisi olmak yerine, etkinlikleri analiz eden ve etkinliğin odağına halkı koyan bir politik faaliyet yaklaşımını hayata geçirmek. Çünkü mevcut durum, etkinliklerin etki/verimlilik analizini yapmadan, sadece “etkinlik yapıldı mı yapılmadı mı” sorusunun cevabına odaklanmış durumda. Bu, dünya siyasetinin genel bir sorunu olmakla birlikte, ülkemizde hem daha görünür hem de siyaseti ‘esir’ almış bir meseleye dönüşmüş durumda. Buradan sağlıklı politik dönüşüm, halkı anlama, sorunu tespit etme ve çözüm üretme dinamiğinin çıkması çok zor.

Dördüncüsü, kadroyu güçlendirme. Mevcut işleyiş dikkate alındığında, kadrolara ilişkin iki temel sorundan bahsetmek mümkün. İlki, siyaset yapmama veya yapamama. Bu, söylem ve politik tutum düzeyinde çok net görülen bir sorun/mesele. Çünkü genel anlamda siyaset yapma, Cumhurbaşkanı’nın söylemlerini tekrarlamaya dönüşmüş durumda. Karar alma süreçlerine katkı sağlayacak ve ortak aklı besleyecek politik bir tutum görülmüyor. Önümüzdeki süreçte bu halin sürdürülme imkânı yok. İkinci mesele, partinin kuruluş felsefesine dönmesi. Daha doğru bir ifadeyle, Muhafazakâr Demokrat anlayışı, tam demokrasi çerçevesinde güncellemek. Bununla birlikte, sivil siyaset yanlısı kadroların ön plana çıkarılması elzem. Dolayısıyla bunlara uygun bir kadro yenilenmesi, kadro reformu ihtiyacını unutmamak lazım. Yeni nesil seçmenlere hitap edebilecek, hak, hukuk, demokrasi söylemini benimseyen, faaliyetlerin verimliliğini analiz edebilen aktörlere ihtiyaç var.

Diğer Siyasi Partiler: Konumlanma Zorlukları ve Dönüşüm Potansiyelleri

AK Parti özelinde yaptığımız değerlendirmeler, aslında tüm partilerin meselesi. Çünkü var olan siyasal iklim ve terör atmosferi hepsini etkiliyor, kuşatıyor, hatta ‘esir’ alıyor. Yine de bazı partileri ayrı ayrı değerlendirmekte yarar var.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) için silah bırakma sonrası dönem hem bir fırsat hem de bir sınav niteliğinde. CHP uzun yıllar güvenlikçi politikalarla özdeşleşmiş, Kürt meselesinde net pozisyon almaktan kaçınmış ve yıllar önce yazılmış bir metin üzerinden meseleye bakmayı tercih etmiş bir parti. Bu durumun temelinde, partinin devlet geleneğiyle olan yakın bağı, ‘ulusal bütünlük’ kavramını çoğu zaman etnik eşitliğin önüne koyması ve Kürt meselesini bir ‘bölünme tehdidi’ olarak kodlaması yatıyor. Dolayısıyla CHP için dönüşüm, yalnızca stratejik değil, kurucu kodların yeniden yorumlanmasını da gerektiriyor.

Örgütün dahi kendini güncellediği bir zaman diliminde, siyasi partilerin yenilenmekten uzak durmalarının imkânı yok. Aslında kendini yenileme konusunda çaba gösteren CHP, son yıllarda farklı toplumsal kesimlere açılma stratejisini hayata geçirmeye çabaladı. Özellikle yerel seçimlerde Kürt seçmenle kurduğu dolaylı ittifak ve “helalleşme” söylemiyle daha kapsayıcı bir çizgiye yönelmeye çalıştığı açık. Ancak CHP’nin ana kimliği o denli baskın ki bu tür stratejilerin kapsamlı bir yenilenmeye hizmet etmesi zor görünüyor.

CHP’nin vermesi gereken temel karar, yeni merkez solcu kadrolar ile ulusalcı Kemalist damar arasında nasıl bir ilişki, iletişim kuracağıdır. PKK’nın silahsızlandığı bir ortamda CHP, sivil çözümün güçlü savunucusu olarak konumlanabilir. Bu ise kendi seçmen tabanındaki ulusalcı damar ile Kürt seçmene dönük demokratik talepler arasında denge kurmayı başarmasına bağlıdır. Parti, kurumsal düzeyde bir dönüşüm ve iç söylem tutarlılığı sağlayabilirse, merkez solun yeniden inşasında rol oynayabilir. Ancak bunu sürdürebilmesi için hem kadrolarını hem de toplumsal tabanını ikna etmek zorunda.

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) için silah bırakma sonrası dönem çok daha kolay ve verimli olabilir. Devam eden sürecin taraflarından birisi olması, bu kolaylığı sağlıyor. Dolayısıyla MHP’nin, varoluşsal olarak güvenlik-devlet paradigmasına yaslanmayı aşarak, silahlı tehdidin ortadan kalkmasının verdiği imkânlara göre konumlanma olasılığı yüksek. Zaten bu MHP’nin vücuda geldiği yıllardaki vatansever çizgisiyle uyumludur. Zira son yıllarda milliyetçiliği “seküler ırkçılık” düzeyine sıkıştıran partilerin zuhur etmesi, MHP’yi tabii olarak vatansever çizgiye oturtmuştur. Dolayısıyla PKK’nın silahları bıraktığı bir ortamda MHP, vatansever söylemi üzerinden hem kendisine daha güçlü bir alan açabilir hem de “terörle mücadele” merkezli siyaseti yürütmek isteyen kimi partilerin yaşayacağı sıkışmışlıkta, seçmen için yeni bir adres olabilir. 

Bu durumun, MHP tabanında bazı dirençlerle karşılaşabileceğine ilişkin kimi değerlendirmeler var. Parti içinde ve seçmen nezdinde, PKK’nın silah bırakma kararının bir ‘tuzak’ olduğu yönündeki algılar güçlü. Bu nedenle partinin söylemini vatanseverlik üzerinden daha belirgin hale getirmesi, yalnızca stratejik değil, tabanını dönüştürmeye yönelik bir çaba da gerektirir. Bunu yapabilen bir MHP’nin ortaya çıkacak yeni siyasal iklime uyumu, ülkenin geleceği açısından çok kıymetli. Özellikle genç ülkücü taban, toplumsal barış söylemiyle yeniden şekillenen siyasi iklimin taşıyıcı aktörlerinden birisi olabilir.

DEM Parti açısından silah bırakma sonrası dönem, siyasal meşruiyet ve temsil gücünün yeniden inşası anlamına gelebilir. Örgütle arasındaki ilişkinin/mesafenin netleşmesi, DEM Parti’nin toplumsal tabanında bir farklılaşma/bölünme riski taşısa da, silahların bırakılması sonrası dönemde bu ayrışmanın yumuşaması beklenir. HDP’nin geçmişte yerel yönetimlerdeki yönetim tecrübeleri ve Meclis’teki demokratik temsil pratiği, bu dönüşüm için güçlü referanslar sunmaktadır. Parti, sivil siyaset alanında daha güçlü ve yaygın bir aktör haline gelebilir, gelmelidir. Ancak bu durum, iki temel faktörle doğrudan ilgili. İlki, ağırlıklı etnik temsile dayalı parti görünümünden çıkıp çoklu temsiliyet yaklaşımına yönelme konusunda sergileyeceği dönüşüm. İkincisi ise silah bırakma sonrası örgütün kendini farklı harflerle konumlandıracağı pozisyon ile siyaset arasındaki ilişki. Bu iki konudaki esneme katsayısı ve özgünlük birçok şeyi belirleyecektir.

Diğer siyasi partiler, özellikle DEVA, Gelecek Partisi, Saadet Partisi, Yeniden Refah Partisi gibi partiler için bu dönem, demokratik açılımlara dayalı yeni bir siyasal vizyon sunmak için eşsiz bir fırsat olabilir. Silah bırakma sonrası siyaset, bu aktörlere hem farklı toplumsal yapılarla ilişki kurma hem de toplumsal uzlaşma temelli bir siyasal dil geliştirme imkânı sunabilir. Ancak bu partilerin söylem netliği, kadro niteliği ve toplumsal karşılığı hâlâ sınırlı düzeyde.

Tarihi Fırsatlar, Siyasal Eşikler

PKK’nın silah bırakması ve kendini feshetmesi, yalnızca bir örgütün sona ermesi değil, bir dönemin kapanması ve yenisinin açılmasıdır. Türkiye’nin yakın tarihinde ilk kez terörün gölgesi olmadan siyaset yapma ve toplumsal sözleşmeyi yeniden kurma şansı doğmaktadır. Bu, sadece bir ‘normalleşme’ değil, demokratikleşme eşiğidir.

Bu eşik, siyasi aktörlerden yalnızca strateji değil, zihniyet değişimi de talep etmektedir. Terörün olmadığı bir ortamda, artık kimlikler üzerinden korku üretme değil, haklar üzerinden güven inşa etme zamanıdır. Her parti, iç tutarlılığını, tabanıyla ilişkisini ve anayasal demokrasiye katkı kapasitesini yeniden değerlendirmek zorundadır.

AK Parti açısından bu dönem, ya güvenlik siyasetinde ısrar edip sivil siyasetin gerisinde kalmak ya da bir kez daha kurucu merkeze dönüp Türkiye’nin demokratik geleceğini omuzlamak arasında bir tercihi ifade ediyor. Diğer partiler içinse bu eşik, ezberlerin değil, yenilikçi politikaların belirleyici olacağı bir siyasal geleceğe açılan kapıdır.

Tarih, bu tür dönüm noktalarında hem siyasetçilerin cesaretiyle hem de toplumların sahip çıkmasıyla yön değiştirir. Bu nedenle, “silahların susması” yalnızca hükümetlerin ya da örgütlerin değil, toplumun da üzerine düşünmesi gereken bir çağrıdır. Çünkü bu fırsat değerlendirilemezse, kaçan yalnızca terörsüz ortam değil, adalet, eşitlik ve ortak gelecek olur. Bu nedenle sadece siyasi partiler değil, medya, akademi, sivil toplum ve kanaat önderleri de sürece yapıcı katkılar sunmalı. Toplumun farklı kesimleri arasında empati ve diyalog geliştirilmedikçe, siyasal aktörlerin atacağı adımlar da sınırlı kalacaktır.

Kısacası, ülkeyi yönetenlerin ve siyaset kurumunun önünde, silahların terk edildiği bir ortamda siyaseti ve toplumsal barışı yeniden inşa etmek gibi tarihsel bir görev durmaktadır. Bu görev, sadece siyasal partilerin değil, aynı zamanda tüm toplumun omuzlaması gereken müşterek bir sorumluluk. Bu eşikte verilecek kararlar, Türkiye’nin sadece bugünkü değil, gelecek kuşaklara bırakacağı siyasal mirası da belirleyecektir. Çünkü bugün verilecek kararlar, yarın nasıl bir ülkeye uyanacağımızı belirleyecektir. Dolayısıyla bu sadece siyasi partilerin değil, tüm Türkiye’nin sınavıdır.

- Advertisment -