Ana SayfaHaberler“Türkiye’de sıkışıp kalmış insanlara devletten önce siz merhamet edin”

“Türkiye’de sıkışıp kalmış insanlara devletten önce siz merhamet edin”

Vuslat Bayoğlu yazdı: “25 yıldır Güney Afrika’da yaşıyorum. Mart 2012 gazete manşetlerine göre Güney Afrika’da madencilik yapan Türkiye’nin iftiharı 3 gençten biriyim. 2017 manşetlerine göre ise renkli listelerle aranan bir kanun kaçağı. Bu madalyonun bir yüzünde orantısız devlet gücü var ise diğer yüzünde de yüzleşilmesi gereken acı gerçekler var. Türkiye sınırları içinde normalleşme bekleyen insanlarla ast üst ilişkisini devam ettirenlere seslenmek istiyorum: Türkiye’de sıkışıp kalmış insanlara devletten önce siz merhamet edin. Bu insanlara 1400 yıllık İslam tarihinden çekip çıkardığınız menkıbelerle ve gün aşırı görülen rüyalarla bir de siz psikolojik baskı uygulamayın. Hiçbir kritik, hiçbir analiz, hiçbir yeni akıl ve çözüm önerisi bu duvarı aşıp size ulaşamıyor. Bir çözüm önerim var diyen derhal kendini tarihin kötü karakterlerinden biriyle eşleştirilmiş olarak buluyor. KHK’larla mağdur edilen insanlar Türkiye sınırları dışında bir dağda yaşamıyor. Her sokaktan, her aileden birileri var.”

Mart 2012 gazete manşetlerine göre Güney Afrika’da madencilik yapan Türkiye’nin iftiharı 3 ODTÜ’lü gençten biriyim. 2017 manşetlerine göre ise renkli listelerle aranan bir kanun kaçağı. 

Bu iki tarih arasında işlerimi büyüttüğümü, Türkiye’nin daha da iftihar edeceği şeyler yaptığımı zannederken nasıl oldu da bir kaçağa dönüştüğümü anlamadım. Sosyal medyada izlediğim bir Kürt annenin bir TV programında söylediği gibi: “Bir yolda yürüyorduk, sonra bir kuyuya düştük.”

Kuyuya düşene kadar Ankara’nın prestijli bir iş merkezinde Türkiye  ofisimiz vardı ve 2016 Temmuz’nda çocuklarımı Türkiye’ye tatile göndermiştim.

Gazete manşetleri hakkımızda ne hüküm verirse versin kalp dilimiz Türkiye. Bu bir tercih değil. İngilizce’de durumumuzu tarif eden hoş bir söz var: “You can take the boy out of the country but you cannot take the country out of the boy.”  

Bu nedenle Türkiye’den gelen her olumlu haber bizi sevindirir ve her kötü haber de üzer. 

İşte bu haberlerden birinde; Türk Milliyetçisi bir partinin başkanının beklenmedik çağrısına 50 yıllık Kürt silahlı örgütünün olumlu cevap verdiğine şahit olduk.  Tüm siyasi partilerin destek verdiği bu gelişmelere paralel olarak KHK’lar ile hayatları perişan olmuş insanlara da bir normalleşme olacağına dair açıklamalar yapıldı.  

Arkasında bir devlet aklı olduğunu düşündüğüm bu olumlu gelişmeyi kendi çapımda desteklemek için X hesabımdan bir mesaj yayımladım. Çoğu olumlu çok sayıda tepki alınca meramımı biraz daha açmak istedim. Çünkü 10 yıldır Türkiye’de ve dünyanın farklı yerlerinde maddi manevi zor zamanlardan geçen yüzbinlerce insanın artık haklı çıkmak değil mutlu olmak istediğini görüyorum.  

25 yıldır Güney Afrika’da yaşıyorum. Babamın mezarı da burada. Annem, kardeşlerim, yeğenlerim de burada yaşıyor. Sükunetimi bozarken Türkiye’de sıkışmış kalmış hayatların biraz olsun normalleşmesinden başka hiçbir beklentim olmadığını aklı selim insanlara öncelikle belirtmek isterim. 

Türk devlet aklı derken de tek bir parti başkanını değil, Doğu Roma İmparatorluğu’ndan bile devraldığı kurumları olan örgün, sofistike bir yapıdan bahsettiğimi açıklamama gerek yok sanırım. 

Evet. Bildiğimiz dünyanın sonuna yaklaşıyoruz. Fiziksel üretimden sonra zihinsel üretim de bizden daha dayanıklı ve daha bilgili makinelerin eline geçiyor. 50 yıllık gelecek planları hazır sandığımız ABD, Almanya gibi devletler dahi yaklaşan dalgaya hazırlıksız olduğunu gösterdi. Türkiye; ana sermayesi insan ve coğrafi konum olan bir ülke. Ve yaklaşan büyük değişim Türkiye için olağanüstü tehlikeler ve bir o kadar da fırsatlar barındırıyor.

İşim gereği enerji, maden ve ileri teknolojideki gelişmeleri yakından takip etmeye gayret ediyorum. Bir iş insanı olarak görebildiğim bu yakın geleceği Türk devleti içinde benden çok çok daha iyi görebilen insanların ve mekanizmaların olduğuna şüphe yok. Gündelik siyaseti aşan bir bakış açısıyla toplumun neredeyse tamamının enerjisini  boşa harcayan, insan ve coğrafya merkezli sorunlarının aşmak istendiği anlaşılıyor.

Bu küçük bir ihtimal dahi olsa inanmaya ve destek vermeye değer. 

Hep bildiğim şu söz meğer Karl Marx’a aitmiş. “Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşelidir.” 

İyi niyetinden şüphe duymadığım insanların hayatları cehenneme dönmüş durumda. Ancak bu madalyonun bir yüzünde orantısız devlet gücü ve acımasız bir siyasi iktidar var ise diğer yüzünde de yüzleşilmesi gereken acı gerçekler var.

Muhatabımız üzerinde sözümüzün tesirli olması için önce kendimize karşı dürüst olmamız gerekiyor. 

Gelin şu noktada anlaşalım. 

Dünya üstünde hiçbir ordu ya da yargı sistemi subaylarının ya da savcılarının devlet mekanizması dışında bir otoriteden komut almasına tahammül göstermez. Benzer yapılanmaların ırksal ya da mezhepsel saiklerle başkaları tarafından da örülüyor olması hafifletici bir sebep değildir.  

Manevi rehberlik olarak başlayan ilişkilerin neye dönüşebileceğini anlamak isteyenler siyaset bilimi külliyatını karıştırabilir. Buna zamanı olmayan Yüzüklerin Efendisi filmini bu gözle bir daha izleyebilir.  Bu ilişkiler ağı açığa çıktığında acı verici bir ayıklama olması kaçınılmazdı. 

Ancak bu ayıklama 12 Eylül rejimi tarafından dahi yapılsaydı kocaları yüzünden eşlere, babaları yüzünden çocuklara zulmedilmezdi. 10 yıldır adalet mekanizmasında yaşanan depremin şiddetini maalesef pozitif hukuk değil, din adamları ve fetvalar belirledi. İtiraf etmeliyiz ki; bozulmasında payımız olan bu kantar bizi de tarttı. 

Sözün özü, Türkiye’nin son 10 yılı pek çok trajediye sahne oldu. Bugün, KHK’lılarla ilgili bir düzenlemeden söz edilmesi, ilk adımın devlet tarafından atılmaya hazır olduğunun bir işaretidir bana göre. 

Hal gerçekten böyle ise Türkiye sınırları içinde bir normalleşme bekleyen bu insanlarla ast üst ilişkisini devam ettirenlere seslenmek istiyorum:

Türkiye’de sıkışıp kalmış insanlara devletten önce siz merhamet edin. Yapay zeka çağında hala 1960’lardan kalma örgütlenme yöntemleriyle bir yere varılamayacağını anlamak bu kadar zor olmamalı. Hali hazırda  toplumsal baskı altında yaşayan insanlara 1400 yıllık İslam tarihiden çekip çıkardığınız menkıbelerle ve gün aşırı görülen rüyalarla bir de siz psikolojik baskı uygulamayın. 

Kıssadan hisselerdeki mutlu son bir türlü gelmedikçe yaşayacakları manevi yıkımın nelere sebep olacağı üzerine rica ediyorum kafa yorun. En başta kendiniz İslam tarihinden efsaneleşmiş karakterlerle karbon kopya hayatlar yaşamadığınızı anlamalısınız. 

Bu sanrı ile çevrenize kalın bir duvar örmüş durumdasınız.  Hiçbir kritik, hiçbir analiz, hiçbir yeni akıl ve çözüm önerisi  bu duvarı aşıp size ulaşamıyor. Çünkü o eleştiriyi getireni afaroz etmeye yetecek kadar yaşanmışlığı tarihin sayfalarından bulup çıkarabiliyorsunuz. Bir çözüm önerim var diyen derhal kendini tarihin kötü karakterlerinden biriyle eşleştirilmiş olarak buluyor. 

Bir zamanlar mottosu diyalog olan bir hareketin duymak istemediği her sözü şeytanlaştırması kendisi için büyük bir fakirleşme sebebi değil de nedir?

Türkiye’de korku, endişe ve yoksunluk içinde yaşayan kardeşlerime ise diyebileceğim bir şey yok. Oturduğum yerden ne yaşadıklarını anlamam mümkün değil ama gördüğüm şu: Sizler ödenmesi gereken bedelleri kat be kat ödediniz. Hiç kimseye karşı bir borcunuz kalmadı. Kimseye minnet etmeyeceğiniz bir sistem kurulması halinde elimden gelen maddi desteği vermeyi bir borç bilirim. 

Ve son olarak;  hala bir yerlerde olduğuna inandığım o devlet aklına seslenmek ve Aliya İzzetbegoviç’in sözünü hatırlatmak isterim: Düşmanlarımıza tek bir borcumuz var: ADALET. 

Ki bu insanlar düşman değil. Başkaları için fedakârlık yapmaya kilitlenmiş, bu misyonun maddi-menevi baskısı altında ezilen, mahkeme tutanaklarından okuduğum Ali Bulaç’ın sözleriyle, inşa ettiklerine inandıkları “Nuh’un Gemisine” insanları taşımak için herşeyi göze almış bir topluluk. Yolu cehenneme çıkmış olsa da  bu idealizm bir değerdir ve bu insanlar onurlu bir çıkışı hak etmektedir. 

Babaların kızlarını ihbar ettiği dehşet günleri de geride kaldı. Şampiyonluğu alamayan takımın taraftarını yatıştırma aracı olacak kadar tüketilmiş bu konu raf ömrünü çoktan tamamlamıştır. 

“Bırakacak silahları, seçimlerin yönünü değiştirecek oy potansiyelleri yok, niye barış yapalım” sığlığına umarım saplanıp kalınmaz. KHK’larla mağdur edilen insanlar Türkiye sınırları dışında bir dağda yaşamıyor. Her sokaktan, her aileden birileri var ve bu insanların “güvercin tedirginliği” çevrelerinde yaşayanların da ağzının tadını kaçırmakta. 

Anne babası tecrit edildiği için intihar eden çocukların olduğu bir toplum huzuru bulamaz. Ve bu bir kitlesel silahtan daha yıkıcıdır. Sınırlı bir normalleşme bile kelebek etkisiyle toplumsal bir ferahlama getirecektir.

Tek dileğim bu ihtimali tüm tarafların görebilmesi ve destek vermesi, en azından engel olmamasıdır

- Advertisment -