Ana SayfaGÜNÜN YAZILARILütfen sadede gelelim sayın Öcalan

Lütfen sadede gelelim sayın Öcalan

Dünyanın çözebildiği örneklerle aşılması hiç de zor ve karmaşık olmayan bir sorunumuz varken, DEM Parti’nin enerjisini ve aklını bu işlere yorması herkesin hayrına olur. Yoksa Gazali, Heisenberg, evrenin Öcalan’ın aklına yatmayan 13,5 milyarlık ömrü hayati meselemiz değil. Bu demlerin kıymetini bilmeli; Türkiye böyle zamanları çok fazla yakalayabilen bir diyar değil. Aksi hâlde savaş tekrar tetiklenirse, “o günlerde ne de fuzulî işlerle uğraşmışız” diye hep beraber dövünürüz.

Türkiye’de yarım asır süren çatışmalarda kaç bin kişinin öldüğü konusunda maalesef henüz malumatımız yok. Örgütün askeri kanadından şu an sorumlu olan Murat Karayılan, 12. ve son kongrede memnuniyetsiz ve gönülsüz hallerini gizlemeye tevessül etmeden, sivillerle beraber 45 bin civarında Kürdün öldüğünü konuşmasının duygusal anlamda doruk kısmında üstüne basa basa vurguladı.

Bu sayıya Rojava’da DAEŞ’e karşı direnişte ve çoğunluğu Türkiye’nin hava saldırılarında ölen 13 bin kişi de dâhildir. Rojava’da çoğunluğu DAEŞ’in bombalı intihar saldırılarında yaralanan 30 bin kişi var ve çoğu uzuvlarını kaybeden büyük bir veteran ordusunu teşkil ediyor. Suriye’nin kuzeyinde yaşıyorlar ve onlara dağlardaki fiziksel koşullardan yıpranmış, hastalanmış, yaşlanmış PKK’nin öz veteranları da katılmış durumda.

(Fark ettiyseniz savaş emeklileri için Arapça değil, Latince kökenli bir kelime kullanma uyanıklığı yaptım. İranlı yönetmen Abbas Kiyarüstemi, filmlerinde sistemi eleştirirken başvurduğu mübdi alegorilere gelen övgülere: “Bütün hepsi baskıcı bir rejimde zuhur eden yaratıcılığın nimetleri” derdi. Biz de Türkiye’deki baskıcı atmosfere minnettarız, çok şükür.)

Türkiye’de devletin “şehit” ve “gazi” unvanı verdiği on binlerce kişi zaten malum; bir de savaşa doğrudan taraf olmadığı halde göçle, sefaletle sınanmış milyonlar, milyonlarca yıl hapis yatmış yüzbinler var. Milyonlarca yıl zira 50 bin insanı 20 yıl boyunca hapiste tutarsanız, hepsinin yattığı ceza toplamda 1 milyon yıl ediyor. Bu, 20 yıl değil. Her mahkûm ayrı bir çile çekiyor; bu, 20 yıllık kolektif bir cefa değil. Her mahkûmun sürgünü, ailesi ayrı bir hikâye. Yani siz insanları “20 yıl yatırdık, ne var bunda?” diye geçiştiremezsiniz. Kelimenin tam manasıyla 1 milyon yıl yatırıyorsunuz. Velhasıl, bilanço ağır, manzara pek iç açıcı değil.

Peki yukarıda bir paragrafa sığdırmak zalimliğini gösterdiğimiz mezarlık ve zindan dolu hâl neden yaşandı? Abdullah Öcalan’ın sunduğu perspektife baktığımda, bu savaşta hayatını kaybeden 70 bin insanın, evrenin 13,5 milyar yıllık ömrünü akla yatkın bulanlarla bulmayanlar arasında yaşanan bir inatlaşmadan dolayı birbirini boğazlamasından olduğu zannına kapıldım. Bu büyük ve kanlı kavga elbette bundan olmadı; ortada bir Kürt, Kürtçe ve Kürdistan sorunu var.

(Kaçıranlar için Öcalan, örgüte sunduğu perspektifte evrenin yaşını tartışmaya açıyor.)

Kürt ve Kürtlük kısmıyla ilgili olarak sanırım dört ülkede de sorun anayasal düzeyde olmasa da toplumsal düzeyde çözülmüş görünüyor. Sokaklarda “Kürt diye bir şey yok!” diye size kimse çatal kaşık fırlatacak bir histeri içinde değil. Hatta “Kürtler Turgut Özal’ın şişko göbeğinden çıktılar” diyen münevver yeni nesil ırkçılar bile buna yeltenmiyor. Artık Türkiye’de bile Kürt ve Kürtlüğün varlığıyla alakalı bir problem yok; bu sorun aşıldı. Lakin bu minik bariyeri atlamak, Öcalan’ın dediği gibi bu kanlı hikâyenin en büyük başarısı olamaz.

Bu tartışma, bu devasa hadisede Kürtler için her zaman meselenin en karikatürize ve zaten gülünüp geçilecek tarafıydı. Abdullah Bey, “sadede gelelim” derken derdim Öcalan’a hürmetsizlik ve ukalalık yapmak değil; sadece Kürtçenin Kurmanci lehçesinin, küresel ısınmadan eriyen Grönland gibi eridiğini gören birinin endişesi ve acelesiyle aciliyeti vurgulamak. Ve bu dert, bir hayli büyük bir dert.

Kürt, Kürtçe ve Kürdistan dedik. Evet, Kürdistan. Kürtlerin yaşadığı yere Kürdistan, güllerin bulunduğu bahçeye gülistan, dedenizin mezarının olduğu yere de kabristan deniyor. Yüzlerce yıllık tarih atlaslarında “Güneydoğu Anadolu Bölgesi” diye bir yer maalesef mevcut değil. Bu meselede bu üçünün payı aynı değil. Kürt meselesi dediğimiz hadisenin %10’u Kürtlük, %50’si Kürtçe ve %40’ı Kürdistan. Bu yüzdelikleri kafama göre belirledim ama meseleyi kendine dert edinenler, hakkaniyetli pay ettiğimi söyleyeceklerdir.

Sakın ola ki beni, yıllardır devletçi Türklerin “Kürtler ve PKK Amerika’nın maşası ve ikinci İsrail için mücadele eden aparatlardır” propagandasına tuhaf şekilde kendileri de inanmış uçuk kaçık Kürt milliyetçilerinden sanmayın. Ne Avrupa ne Amerika ne de İsrail, hiçbir zaman Kürtlere “Hadi falanca ülkeyi bölelim” gibi bir teklifle gelmedi (İran için bile gelmediler). Eğer öyle bir teklif olsaydı, inanın ben de “Neden olmasın, hiç değilse birkaç gün düşünmeme müsaade buyurun” derdim.

Ama yok; maalesef bu tür planlar, üçüncü sınıf Türk dizilerinde İngiliz aksanıyla konuşurken yüzü karartılan masonik adamların planlarından öteye gitmedi. Türkiye; İncirlik Üssü’yle, jeopolitik konumuyla, İsrail’in güvenliği meselesinde arada çıkıntılık yapsa da gayet uysal haliyle, sağlam bir pazar olmasıyla, kör topal da olsa bir demokrasi sahibi olmasıyla, boğazıyla, Montrö’süyle vesaire vesairesiyle hiçbir zaman Avrupa ve Amerikalar için Kürtler uğruna vazgeçecekleri bir partner olmadı, olmayacak.

Madem olmayacak, öyleyse bu adına Türkiye dedikleri, atsan atılmaz satsan satılmaz memleket ile anlaşmalı. Anlaşmalı fakat Öcalan’ın Sümer rahip devletinden Muhammed Peygambere, belirsizlik ilkesinden Big Bang’e muhabbetini bir kenara bırakarak anlaşmalı. En azından şu hakiki müşkülatımıza bir girizgâh yapmalı. Tarih, felsefe ve astrofiziğe ancak vakit kalırsa dönülmeli. Şunu da ekleyelim: Elbette Kürtleri dünyada sempatik bulan, destekleyen, yeterince destekleyemediği için mahcup hatta suçlu hisseden çok çevre var ama bu sempati hiçbir zaman uluslararası ilişkilerde belirleyici olamadı.

Kimse çok tanımasa da anlatsak Türkiye’de de herkes İrlandalılar ve IRA’yı İngilizlere karşı sempatik bulur ama IRA, Türkiye’de de terör örgütü kabul ediliyor diye kimse sokaklara çıkıp kendini paralamaz. PKK için de Avrupa’da aynı hâl mevcut.

KURDÎ

Latin alfabesiyle Suriye’de çıkarılmış ilk Kürtçe dergi Hawar. Derginin çıkış tarihi 15 Mayıs; her yıl Kürtçenin Dil Bayramı günü olarak kutlanıyor. Dergi, Fransızcasıyla iki dilli olarak yayımlanıyordu.

Hadisenin yarısına tekabül eden ve çözümü görece daha kolay olan Kürtçe meselesinde DEM Parti şu an ikinci resmî dil tartışmasını çoktan açabilmeliydi. Kürtlerin çoğunlukta olduğu yerlerde Kürtçenin ikinci resmî dil olarak anayasal güvenceye alınması, bu sürecin olmazsa olmazı olmalı Kürt cephesinde. Ama maalesef DEM Parti şu an hiçbir şeyden bahsetmemeyi kendince sürece halel getirmeyecek yapıcı bir rol sayıyor.

Kimden duyduğumu hatırlamıyorum, birinin Kürtçe için şunu dediğini anımsıyorum: “Bu dilin ayakta kalmasının yegâne yolu, bu dilden Kürtlerin para kazanabilmesidir.” Bu muhteşem tespit, Kürtçenin—daha doğrusu Kurmanci’nin (Türkiye’deki Kürtlerin kullandığı Kürtçe lehçesi)—geleceği için anahtar cümle. Bu dil ikinci resmî dil olursa ve bölgedeki kamu kurumlarında Kürtçe bilen memur imtiyazı öne çıkarsa öyle günler gelir ki “Kurdî” LinkedIn profillerinde gururla “diller” bölümüne eklenir, YouTube’da Kürtçe dil kursu reklamları Kürtleri bile usandırır.

Kobani Üniversitesi’nden bir mezuniyet fotoğrafı

Asimilasyon o kadar hızlı ki, şu yazıyı yazmaya başlamadan önce Kürtçenin hâli yazımın sonuna geldiğimde daha kötü durumda olacak. Bu dil için asimilasyonun frenlendiği, hatta tersine çevrildiği; dilin akademikleşip bürokratikleştiği tek yer: Rojava.

Rojava’ya şöyle bir parantez açalım: Kürdistan tanımlamasında hep dört parça Kürdistan’dan söz edilir ve birbirinden kültürel ve dil olarak farklılaşmış Kürtler denir. Esasında dört değil, üç farklı Kürt ve Kürdistan var. Rojava’daki yani Suriye Kürtleri, Kuzey Kürtlerinin tamamen bir parçası; dil ve kültür olarak hiçbir farkı bulunmayan bir grup. İran ve Irak’ta yaşayan Kürtleri kuzeylilerden ayıran şey sadece Sykes-Picot ya da 1639’dan beri İran’la yapılan Kasr-ı Şirin Antlaşması değil; biraz da yüksek dağlar ve mesafelerdir. Yani, emperyalist kötü niyetli İngilizler ve Fransızlar Kürdistan’ı dört bölmeden neredeyse 300 yıl önce Türkler ve Persler bunu ikiye bölmüşlerdi. Ama Avrupalılar bu işte pir-u pak dersek de adil olmaz. Kürtlerin arasına çekilen yapay sınırlar hikâyesi, en yakıcı ve somut şekilde Rojava ile Türkiye arasında hissedilir. “Hissedilir” dediysek bu bir histen ibaret değil; düpedüz iki ailenin arasına devletler tarafından çekilen tel örgüden söz ediyoruz.

Rojava meselesi, PKK ve Türkiye’de yaşayan Kürtler için sadece Kobani direnişiyle başlamış bir hikâye değil. Kuzeyde yıllardır en çok okunan Kürt şairleri de en çok dinlenen Kürt müzisyenleri de buradan. Ve bu bölgedeki otonominin varlığının devamı, Kürtçenin geleceğiyle doğrudan ilişkili. Öyle ki bir gün Türkiye’de iki dilli eğitime ve bürokrasiye geçildiğinde, bu bölge akademik açıdan can suyu olabilir. Kobani Üniversitesi, kıt imkânlarla da olsa şu an mezunlarını vermeye devam ediyor.

İspanya’yı protesto eden Katalan eylemci bir kadın

Fransızca’da “tek toprak” anlamına gelen ve Türkiye’de politikacıların pek sevdiği, halka da sevdirdiği üniter kelimesine münasip devletlerden biri olan İspanya, benzer sorununu nasıl halletmiş, biraz irdeleyelim.

İspanya Anayasası – Madde 3:

                1.           Kastilyaca (İspanyolca), İspanya Devleti’nin resmî dilidir. Tüm İspanyollar bu dili bilmek ve kullanmak zorundadır.

                2.           Diğer İspanyol dilleri, ilgili özerk topluluklarında resmî olabilir. Onların kullanımı, saygısı ve korunması anayasa çerçevesinde garanti edilir.

                3.           İspanya’nın kültürel zenginliği, farklı dil ve diyalektlerin korunması anayasanın özel konusu olacaktır.

“Özerk topluluklar” ve “bölgeler” kelimelerine ahali henüz amade değil derseniz, o kısma doğrudan Kürtlerin yaşadığı illerin isimleri yazılarak, bu bölgede hâkim dillerin kurumlarda ve eğitimde resmî olarak ikinci dil olarak kullanılması ve korunması anayasa çerçevesinde garanti edilir ibaresiyle kolayca halledilebilir.

Eğitim Meselesi

Kısa vadede çözümü karmaşık görünen ve asıl büyük sorun, bu dilin eğitim hayatına adaptasyonu olacak. Türkiye gibi büyük bir ülkede eğitim devasa bir sorun; sorunun asıl kaynağı da Tevhid-i Tedrisat denen ceberut merkezi sistem.

Bu merkeziyetçiliğin bütün hastalıklarını deşip anlatacağımız meselenin “Kürdistan” kısmı olan, sorunun %40’ı dediğimizi bir sonraki yazıda uzun uzun anlatacağız. Şimdilik burada kesip yine İspanya’daki özerk bölgelerdeki eğitim modelleri bize bir yol gösterebilir mi bakalım.

(Teşekkürler ChatGPT 4.1: Saatlerce İspanyolca kaynak çevirtip samanlıkta iğne aramaya hiç üşenmeden imdadıma koştun. Zaten bu sorunu biz çözmezsek, çok ciddi şekilde yapay zekâların bu tür meselelerde en geç 10 yıl içinde devreye gireceğine inanıyorum ve oldukça mukni olacaklardır.)

Katalonya

                •             Eğitim dili olarak Katalanca önceliklidir (immersiyon modeli).

                •             Devlet okullarında derslerin çoğunluğu Katalanca verilir; Kastilyaca ise hem zorunlu ders olarak hem de sınırlı saatlerle eğitimde yer alır.

                •             Amaç, mezun olan herkesin hem Katalanca’yı hem de Kastilyaca’yı tam anlamıyla konuşabilmesidir.

                •             Özel okullarda ve üniversitelerde de benzer sistemler uygulanır.

                •             Aileler çocuklarının hangi dilde eğitim göreceğini tamamen seçemez; bölgesel kurallar geçerlidir.

Bask Bölgesi

                •             Birden çok eğitim modeli vardır:

                •             Model A: Eğitim Kastilyaca, Baskça ise ek/ikinci dil olarak

                •             Model B: Hem Baskça hem Kastilyaca eşit ağırlıklı

                •             Model D: Tüm eğitim Baskça, Kastilyaca zorunlu ders olarak

                •             Veliler, çocuğu için bu modellerden birini seçebilir (çoğunluk Model D’ye kaymaktadır).

                •             Üniversitelerde ve resmî eğitimde Baskça kullanım oranı her yıl artmaktadır.

Bu tabloda şu an başlangıç için en uygulanabilir model, Bask Bölgesi’ndeki Model D’yi tersinden uygulamak: Tüm eğitim Türkçe, yanında Kürtçe zorunlu ders olarak. Elbette zorunlu Kürtçe ders vermeyen okullar da olabilir. Ama bölgede resmî olarak devlet kurumlarında Kürtçenin ikinci resmî dil ilan edilmesiyle, Kürtçe bilen memur olmak isteyen Türk ve Arap çocukları da Kürtçenin zorunlu ikinci dil olduğu okulları tercih edecektir.

Tabii bunun için üniversitelerde eğitim fakültelerinde Kürtçe bölümlerinin açılması gerekecek. Dil enstitüleri, Kürdoloji bölümleriyle bu büyük dönüşümün yapılması kaçınılmaz.

Hülasa:

Dünyanın çözebildiği örneklerle aşılması hiç de zor ve karmaşık olmayan bir sorunumuz varken, DEM Parti’nin enerjisini ve aklını bu işlere yorması herkesin hayrına olur. Yoksa Gazali, Heisenberg, evrenin Öcalan’ın aklına yatmayan 13,5 milyarlık ömrü hayati meselemiz değil. Bu demlerin kıymetini bilmeli; Türkiye böyle zamanları çok fazla yakalayabilen bir diyar değil. Aksi hâlde savaş tekrar tetiklenirse, “o günlerde ne de fuzulî işlerle uğraşmışız” diye hep beraber dövünürüz.

Bir sonraki yazıda: Anayasada Türklük ve özerklik meseleleriyle devam edeceğiz; yani meselenin %10’luk Kürtlük ve %40’lık Kürdistan kısmıyla.

- Advertisment -