Ana SayfaVİDEO HABERAli Bayramoğlu: “Ana muhalefetin enerjisini adli süreçlere harcayarak siyasi alandan uzaklaşması amaçlanıyor”

Ali Bayramoğlu: “Ana muhalefetin enerjisini adli süreçlere harcayarak siyasi alandan uzaklaşması amaçlanıyor”

“Ali Bayramoğlu ile Bugünler”de bu hafta: “İktidar ve ana muhalefet arasında herhangi bir konuda siyasi farklı görüş beyan etme üzerinden giden yani tabiatıyla siyaset dediğimiz mekanizma üstünden giden bir tablo yok. Bir adli tiyatro şeklinde yaşananlar. Ana muhalefetin siyasi enerjini buralara hasrederek, gerçek siyasi alandan uzaklaşması amaçlanıyor.

İZLEMEK İÇİN

CHP Kurultayı’yla ilgili davanın duruşması görüldü. Dava, 8 Eylül’e ertelendi. Öncesinde mutlak butlan kararı çıkması, bir çağrı heyeti atanarak partinin yeniden kongreye gitmesi gibi birçok sonuç çıkabileceği tartışmaları sürüyor. Tartışmaları siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Son dönemde Türkiye’nin iç siyasi gündemine esas olarak bu tür tartışmalar, özellikle Cumhuriyet Halk Partisi etrafında dönen tartışmalar oluşturuyor. Bugün de Tunç Soyer’in, bir önceki İzmir Belediye Başkanı’nın gözaltına alındığını okuduk haberlerde. Gündeme, iki siyasi parti çatışma hali, daha adil bir ifadeyle esasen iktidardan ana muhalefe yönelik tutuklama, baskı kurma, takip etme, gözaltına alma gibi girişimler hakim.

CHP de bunlara meydanlarda yanıt vermeye çalışıyor. İktidar ve ana muhalefet arasında bunlar dışında herhangi bir siyasi tartışma, herhangi bir konuda siyasi farklı görüş beyan etme üzerinden giden yani tabiatıyla siyaset dediğimiz mekanizma üstünden giden bir tablo yok. Bir adli tiyatro şeklinde yaşananlar.

Bu adli tiyatronun da 17-25 Aralık’ta yaşandığı gibi iki boyutu var. O zaman bir tarafta bir darbe rezaleti vardı. Burada da CHP’yi kriminal ilan etme, gözden düşürme, boğma, hareket edemez hale getirme gibi bir AK Parti girişimi var. Neresinden bakarsanız bakın, dava dosyalarını incelemeye hiç gerek kalmadan bunu söylemek mümkün. Usulsüzlükler, haksızlıklar, keyfilikler, tutuklamalar üzerinden AK Parti’nin ana muhaleti bir yok etme, bir imha etme politikası izlediği tümüyle çıplak.

Kurultayı iptal etme davası da benzer bir şekilde tartışıldı.  Her ne kadar bu dava, CHP’li bazı üyeler tarafından kurultayın çürük olduğu, bazı görevli ve delegelere para verildiği iddiasıyla açılsa da biliyoruz ki akıllardaki ana soru mahkemenin vereceği kararın iktidarın ne kadar denetiminde, etkisinde olacağı sorusuydu. Bu soru geçerliliğini koruyor. Cumhuriyet Halk Partililer hem kendi içlerinde tartışıyorlar, bu davayı açanları veya bu davadan istifade etmek isteyenleri, örneğin Kılıçdaroğlu’nu bu süreci bir iç iktidar mücadelesi haline çevirmekle suçluyorlar. Ama diğer taraftan hep akıllarda olan siyasi iktidar bir kez daha bu davayı kullanarak ana muhalefet partisinin hareket alanın daha mı daraltılacak gibi bir endişe var. Karar Eylül ayına ertelendi ama endişe hala vaki. Butlan kararı verilebilir, kayyum atanabilir. Böyle bir durumda az önce söylediğim gibi karar iktidarın ana muhalefete yönelik imha etme, boğma, sıkıştırma hamlelerinin bir puzzle’ının bir parçası olarak görülecektir.

Ama diğer taraftan 17-25 Aralık hikayesinde olduğu gibi madalyonun diğer yüzü var. Evet o zaman bir darbe girişimi vardı ama darbe girişiminde gayrimeşru bir şekilde elde edilseler de yolsuzluk dosyaları vardı. Nitekim o dönemde suçlanan üç bakanın siyasi hayatı bitti. Bunlarla ilgili AK Parti kendisi tedbir aldı. Ancak yargılanmadılar. Bu sefer de şeklen benzer bir tablo ile karşı karşıyayız.

CHP de çok temiz değil bazı açılardan. Mesela Tunç Soyer’in gözaltına alınmasında şikayeti yapan mevcut Başkan’ın etrafındaki kişiler olabilir iddiası var. Şimdi bu henüz tabii bir iddia bilmiyoruz ama eğer böyleyse iş dönüyor dolaşıyor, sadece bir iktidar manevrasına değil aynı zamanda ana muhalefet partisinin içerisindeki ilişkilerin gelmiş olduğu noktaya işaret ediyor. Siyasi yollarla çözüm bulamayan, etik mekanizmalarıyla, ahlak mekanizmalarıyla meselelerini halledemeyen, iktidar mücadelelerinin mahkemelere yansımasına dönen bir resim demek bu. Bu resim bize tamamen bu siyasi partinin iç siyasi müdahalelere, mücadelelere gark olduğunu gösterir. Nitekim konuştuğumuz kurultay davanın en çok dile getirilen tarafı da bu değil mi? Bultan kararı çıkarsa ve Kılıçdaroğlu hiçbir şey yaşanmamış gibi tekrar genel başkanlığı gelirse diye bir tartışma var ortada ve Kılıçdaroğlu da bunu reddetmedi. Partiyi kayyuma bırakacağıma orada ben otururum mealinde bir açıklama yaptı. Dolayısıyla neredeyse Kılıçdaroğlu ve yanındaki kişilerle, İmamoğlu ve Özgür Özel arasındaki bir iktidar mücadelesinin aracı haline gelen bir mahkeme süreci bu aynı zamanda.

İki boyut bunlar. Bu iki boyutun ikisini de göz önünde bulundurmadan tek bir boyutlu analiz yapmamak lazım. Bu ikinci boyut, ilki kadar vahim. Türkiye, en azından Türk muhalefeti mevcut siyasi iktidarı otoriter buluyor. Otoriterleşmekte devam edeceğine dair bir kanaati var. Türkiye’yi kötü yönettiğini düşünüyor ve tek umut olarak da ana muhalefet partisinin yani Cumhuriyet Halk Partisi’nin güçlenerek Tayyip Erdoğan’ı sandıkta yenmesi ortaya çıkıyor. CHP’nin gelen baskılarla, doğan sosyolojik hareketlenme de kısmen buna işaret ediyor. Ama bunun tek başına yeterli olmadığı da yine anketlerde görülüyor. Çünkü kutuplaşma olduğu oranda AK Parti de CHP gibi oylarını arttırabiliyor. Dolayısıyla bir siyasi hamle, bir siyaset yaparak Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu seçimi kazanması mümkün. Ama mevcut tablo bize gösteriyor ki Cumhuriyet Halk Partisi tüm tarihi boyunca olduğu gibi bir kez daha dış siyasi mücadeleyi sadece itiraza, iktidarın yanlış olduğu ne yapılmaması gerektiğine endeksleyen bir tavır içerisinde. Gerçek siyasi mücadeleyi ise kendi içinde parti içi dar siyasi iktidar kavgaları etrafında yapıyor. Bu ilk defa olmuyor. Hizipleşme kelimesini üreten parti Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Çeşitli hiziplerin kendi iç kavgaları, Ecevit-Baykal kavgası, ondan sonra devam eden pek çok kavga, Baykal’ın bir kasette devrildikten sonra genel başkanlıktan yerine Kılıçdaroğlu’nun gelmesi, Kılıçdaroğlu’nu destekleyen kimi grupların işe hakim olmak isteyince Kılıçdaroğlu’nun bu grupları kez yine mahkemeler üzerinden elemine edip iktidarı tam ele geçirmesi gibi bir dizi iç kavga ve ilkesizlik üstüne kuran bir tablo var karşımızda. Bütün bunlar dediğim gibi iç siyasiyetin ne tür araçlarla ilerlediğini bize gösteriyor.

Anlamı ne bütün bunların? Siyasetsizlik, çok açık bir şekilde. Yani ana muhalefetin siyasi enerjini buralara hasrederek, gerçek siyasi alandan uzaklaşması. Bu tablo kendi başına keskin ve endişe vericidir özellikle iktidarın değişmesini bekleyenler açısından.

Türkiye’nin bugünkü resmi iç siyasette iki büyük siyasi partinin ilişkileri bakımından maalesef bu. Bir tarafta son derece otoriter,hukukun bittiği, keyfiliğin üst düzeye geldiği bir dizi hamle ile ilerlerken iktidar, diğer tarafta sanki aynı yöntemi kendi içinde kendi iç çalışmalarında başka bir şekilde araç haline getiren muhalefet var. Bu Türk demokrasisinin, temsili demokrasinin özellikle yaşadığı sefaleti bize gösterir diye düşünüyorum.

- Advertisment -