İZLEMEK İÇİN
Abdullah Öcalan’dan 26 yıl sonra ilk kez görüntülü bir mesaj geldi. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir video kaydında Öcalan’ın görünmesi simgesel olarak bir anlam taşıyor. Bundan 10 yıl önce Sırrı Süreyya’nın sesinden mektubunun okunması nasıl bir anlam taşıyorsa bu da benzer bir anlam taşıyor. Devlet-örgüt, devlet-Öcalan ilişkisine ve bunun tabileşmesine gönderme yapan bir görüntü bu. Öcalan’ın aslında bir anlamda siyasi arenaya çıkması demek. Belki Türk siyasetinin içine doğrudan dalmıyor fakat dolaylı bir şekilde bu siyasetin parçası olan ve daha önemlisi olduğu kabul edilen bir aktör haline geliyor. 26 yıl sonra belli ki prompterdan okunmuş bir metin var. Yani devletin katkı sunduğu teknolojik imkanlarla yapılan bir konuşma bu.
Konuşmaya bildiğim kadarıyla örgütün talepleri yol açmış durumda. Silah bırakma kongresinden sonra bir durağanlık yaşanmaya başlamıştı. Hem Ankara’nın adımları hem Rojava’daki gelişmeler hem de örgütün silah bırakma süreci açısından. Hatta bu konuyu yakından izleyenler en azından devlet ayağı üzerinden bazı bilgilere sahip olanlar, bu durağanlığın örneğin örgüt bakımından yol yordam bilmemek, net bir şekil oluşturamamak gibi bir dizi unsurdan kaynaklandığını söylüyordu. Örgütün “Öcalan bir kez daha silah bırakmak konusunda bizi teşvik etsin” talebi olduğunu belirtiyorlardı. Şimdi bunun gereğinin yerine getirilmesi gibi bir durum var.
Öcalan ne diyor diye baktığımız zaman aslında çok yeni bir şey yok. Ama yine de belki bir kaç hususun altını çizmek de fayda var.
Öcalan içinde bulunduğu anı ve koşulları veri alan bir siyaset izliyor. Geleceğe dair somut, açık bir tarifi yok. Kürt sorununda silah bırakılmasının ötesine geçen, sorununun özüne değen herhangi somut bir öneri ve talepte de bulunmuyor. Aşama aşama ilerlemek gördüğüm kadar Öcalan’ın ana eğilimi ve bu aşamada esas aldığı şey örgütün sağlıklı bir şekilde silah bırakması, konuşmasında söylediği gibi siyasete geçiş bakımdan örgütün Türkiye toplumuna, kamuoyuna güven vermesi. Örgütün, silah bırakma sözünü yerine getirerek üstüne düşen sorumluluğu, güven oluşturma sorumluluğunu karşılamasını telkin ediyor.
Sonra bunun nedenlerini açıklıyor. Bunları aslında daha önce de açıklamıştı. Silah evresinin bittiğini siyaset döneminin açıldığını, buna paralel olarak Kürt hareketinin ulus devlet kurmak, bağımsız devlet kurmak hedefinin bittiğini, entegrasyon üzerinden -entegrasyonist diye bir kavram kullanıyor- yol alması gerektiğini söylüyor. Kürtlerin yaşadığı topluma entegre olması ve bu toplumdaki insanlarla eşit olması istikametinde siyaset izlemesinin esas olarak çözüm olduğunu söyleyen bir bakış açısını tekrarlıyor.
Bir üçüncü hususu vurgulamak gerekirse, o da PKK’ya verdiği anlam. Kürt siyasi varlığının geri dönülmez bir şekilde şekilenmesini, bunun sistem ve toplum tarafından kabulünün gerçekleştiğini, PKK’nın bu istikamette büyük bir başarı elde ettiğini ima ediyor tekrar.
Ardından bundan sonraki aşamayla ilgili vurguladığı kimi hususlar var. Silahsızlanmayla ilgili yasal düzenlemelerin yapılması, bunun devlet kadar siyasi partilerin, dolayısıyla onlar üzerinden toplumsal temsilin varlığı ve desteğiyle gerçekleştirilmesi arzusu var.
Bu meclis komisyonu denilen şey de ana hatlarıyla buna tekabül ediyor. Anladığımız kadarıyla komisyonda bu barış sürecinin aktörleri nasıl korunacak, örgüt liderlerinin durumu ne olacak, bir entegrasyon mekanizması nasıl sağlanacak gibi konuların yasal çerçevesi tartışılacak.
Pek çok konu muhtemelen MİT ve örgüt arasında görüşülmüş ve bir sonuca bağlanmıştır. Şimdi mesele bunların hukuki güvenceleriyle ilgili görünüyor.
Aşama, söylediğim gibi, Kürt sorununa temas etmeden örgütün silahsızlanması ve silahlı unsurların entegrasyonu üzerine kurulu bir aşama.
Bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Peki nereye varır? Tabii bu tartışılır. Bundan sonra gelişmeleri dikkatle izlemek lazım. Bu Türkiye açısından hipotetik olarak pozitif bir durumdur. Kürtler açısından da öyle. Üç hususun altını çizeyim. Türkiye açısından pozitif, çünkü silah ve çatışma baskısı bittiği an siyasetin normalleşmesi ivme kazanabilir. Diğer taraftan Kürt sorununun çözümüne yönelik olarak yeni evrenin siyaset ve demokrasi üstünden bir kapının açılmasına imkan verebilir. Üçüncüsü de Kürtlerin bulundukları ülkelerde varlıklarının altını çizip, belirli haklarla koruyarak, ayrılma yerine o topluma entegre olmak istikametinde bir hedefe sahip olmaları Kürtlerin tarihinde yeni sayfa açar. Dediğim gibi bunların hepsi tabii bir dizi hipotez ve gelişme üstünden ilerliyor. İhtimallerin gerçeğe dönebilmesi için bu ilerlemenin derinleşmesi, kalıcı olması, karşılıklı güven içinde yerleşmesi gerekir.
CHP li belediye başkanlarına karşı bu hafta yeni bir operasyon oldu. Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Adana Büyükşehir Belediye Başkanı tutuklandı. Adıyaman Belediye Başkanı ev hapsi ile bırakıldı. CHP’ye yeni dalgalar gelmeye devam ediyor. Bunlarla ilgili ne söylemek istersiniz?
Burada büyük bir çelişki var karşımızda. Bir tarafta barış siyasetine, genişleyecek siyasi alan üzerinden muhtemel bir demokrasiye işaret eden bir silah bırakma süreci, devletin Kürt varlığını dolaylı kabul etmesi gibi bir tablo yaşanırken, diğer taraftan bir boğma süreci, siyaseti de karşımıza çıkıyor. Ana muhalefet yönelik bu siyaset monolitik, tekil, güvenlikçi siyasi alan kurma politikasına işaret ediyor. Ve ilk süreçle araında müthiş bir çelişki var.
Tayyip Erdoğan’ın yapmaya çalıştığı şey artık net. Seçimlerde yarışacağı kişiyi belirliyor ya da yarışmak istemediği tehlikeli bulduğu kişileri bertaraf ediyor. Birinci hamlesi bu. İkincisi yarışacağı partinin karmakarışık, iç sorunlarla boğuşan hale gelmesine zemin oluşturuyor. Üçüncüsü bu siyasi parti ile yolsuzluklar arasında bir özdeşlik ilişkisi kurmaya çalışıyor ve bunu elindeki, kuvvetler birliği düzenindeki yargı gücüyle yapıyor. Bu, açık olarak tam bir otoriter totaliter düzen girişimidir.
Elde sadece seçimler kalıyor bu cendereyi kırmak için. Seçimlerde ne olacaktır? Erdoğanın Kılıçdaroğlu’nu ya da Özgür Özel’i karşısına almak istiyor olabilir ama bu yaşananlar sonucunda büyük bir reaksiyonla da karşılaşıp iktidarı kaybedebilir. Ama tersi de olabilir. Kürtlerin desteğiyle, Kürt sorununda yaşanan ilerlemelerle bir dönem daha Türkiye Erdoğan’la yaşayabilir.
Dediğim gibi, bir tarafta Kürt sorununda silahsız durumun vadettiği pozitif, demokratik gelişmeler var. Ama diğer tarafta tek adam düzenine dayanan, hukuk devletinin tamamen devre dışı olduğu bir tablo bulunuyor. Onun için çok uzun vadeli konuşmak zor. Kürt sorunundan hareketle ihtimaller ve hipotezler dışında yol açıcı bir pist çizmek, bir resim çizmek de zor.
Nitekim mevcut koşullarda, CHP meselesini öne alanlar bakanlar Kürt açılımının sahte bir gelişme olduğunu düşünüyorlar. Kürt sorununu mesele edenler ise, diğer süreci biraz hafifsiyorlar. Bunların hepsi tabii hastalık göstergesi.
Ne zaman demokrasi sağlanır? Seçmen devreye girebilecek mi? Bunu bize zaman gösterecek.