Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIKapının önünde değil, içerideyiz artık

Kapının önünde değil, içerideyiz artık

Bugün, Casna Mağarası’nın eteklerinde yere bırakılan silah, yalnızca bir metal parçası değil; susmayı, susarak ölmemeyi tercih edenlerin simgesidir. Savaş, kendi dilini dayatır: emir, korku, düşmanlık. Barış ise dilini inşa eder: dinleme, tanıma, susma. Ama bu kez sessizlik, ölümün değil, birlikte yaşamaya açılan bir ihtimalin sesi olabilir.

Kafka, “Kanun Önünde” adlı o meşhur öyküsünde bir adamdan söz eder. Hayatını, girmeye cesaret edemediği bir kapının önünde geçirir. O kapı “kanun”dur. “Adalet”, “hakkaniyet”, “kurtuluş”… Ne derseniz deyin; o kapı, girilemeyen şeyin sembolüdür. Kapıcı izin vermez. Adam bekler. Ömrünü tüketir. Öykü, adamın bekleyerek öldüğü o eşikte sona erer.

Filistinli yazar Ghassan Kanafani, bu öyküyü şöyle yorumlar: “Kapının önünde beklemek, esarettir. Esas olan, kapıya dokunmaktır.”

Bugün, 11 Temmuz 2025’te, Türkiye tarihinde ilk kez o kapıya bir adım atıldı. 1999’dan sonra ilk defa Abdullah Öcalan doğrudan, sesli ve görüntülü bir mesajla PKK’ya silah bırakma talimatı verdi. Bu çağrının ardından, PKK’lıların ilk grubu Süleymaniye’deki Casna Mağarası yakınlarında silahlarını teslim etti.

Bu olay, yalnızca siyasal bir gelişme değildir. Bu, artık kapının önünde beklemek istemeyen bir halkın, ağır bedeller ödedikten sonra, o kapının eşiğine değil, içine adım atma kararıdır.

Eduardo Galeano, “Barış, ölülerin bile hatırlandığı bir sessizliktir,” der. Çünkü bazı barışlar, yalnızca silahların susmasıyla değil; o silahların gölgesinde büyüyen çocukların artık gökyüzüne bakabilmesiyle anlam kazanır.

Bugün o gökyüzüne, ilk kez gerçekten umutla bakılıyor olabiliriz.

Barış, bazen bir gürültüyle değil, bir sessizlikle gelir. Ama o sessizlik her zaman huzurun değil; kimi zaman bitap düşmüş halkların, yitip gitmiş hayatların arkasında kalan bir suskunluğun yankısıdır. Bugün barış ihtimaline dair konuşabiliyorsak, önce bu sessizliğin nasıl bir çığlıkla oluştuğunu bilmemiz gerekir.

Yaklaşık elli yıl süren bir çatışmadan söz ediyoruz. Sayılarla anlatılması kolay: on binlerce ölüm, milyonlarca göç, kaybolan diller, parçalanan hafızalar. Ama her sayı bir insanın ismi demekti. Ve her suskun mezar taşı, bu ülkenin geleceğine kazınmış bir soru işaretiydi.

Eduardo Galeano bir defasında şöyle demişti:

“Savaşlarda ölenlerin çoğu, savaşın ne olduğunu bile bilmeyenlerdir.”

İşte bu yüzden, barış yalnızca bir politik karar değil; aynı zamanda bu “bilmeden ölenler” için tutulmuş geç kalmış bir yas olabilir. Sessizlik, artık onların unutuluşu değil, hatırlanış biçimi olmalıdır.

Bugün, Casna Mağarası’nın eteklerinde yere bırakılan silah, yalnızca bir metal parçası değil; susmayı, susarak ölmemeyi tercih edenlerin simgesidir.

Ve Kafka’nın kapısına dönersek: Adamın kapıyı geçememesi yalnızca sistemin katılığıyla değil, kendisinin adım atmamayı kabullenişiyle de ilgilidir. Bugün bu ülke, o kapının önünde sadece beklemekle yetinmeyen insanlara sahip olduğunu gösterdi. Artık kapının ardında ne olduğunu görecek cesaretimiz var.

Savaş, kendi dilini dayatır: emir, korku, düşmanlık. Barış ise dilini inşa eder: dinleme, tanıma, susma. Ama bu kez sessizlik, ölümün değil, birlikte yaşamaya açılan bir ihtimalin sesi olabilir.

Barış, kolay olanı değil; zor ama gerekli olanı istemektir. Barış, bir masaya oturmak değil, o masaya oturmak için yüzleşmeyi göze almaktır. Barış, yalnızca silah bırakmak değil, öfkeyi bırakmak, belleği taşımaya razı olmaktır.

Bugün, 11 Temmuz 2025’te yaşananlar, barışın başlangıcı olabilir. Ama barış bir an değil, bir süreçtir. Ve her süreç gibi, zaman, sabır ve cesaret ister.

Kafka’nın öyküsündeki adam, ömrünü bekleyerek tüketti. Biz o hataya düşmemeliyiz. Barışı beklemek yetmez; barışa doğru yürümek gerekir. Çünkü artık biliyoruz ki, beklemek, kapının kapanmasına da neden olabilir.

Barış, hakikatin gömülmediği bir gelecek ister. Barış, farklılıkların inkâr edilmediği bir toplumsallık ister. Barış, adaletin ertelenmediği bir adım ister.

Eduardo Galeano şöyle yazmıştı:

“Sessizliğin bile rengi vardır. Ve barış, o rengi yeniden tanımayı gerektirir.”

Şimdi sessizlik, ilk kez gerçekten konuşmaya hazır. Artık kapının önünde değiliz. İçerideyiz. Ve içeride, birlikte yaşamak için bir nedenimiz var: Gelecek.

- Advertisment -