AK Parti Malatya Milletvekili ve çözüm süreci için kurulan TBMM Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu üyesi olan Abdurrahman Babacan, İlke TV’ye konuştu. Röportajı aktarıyoruz.

Meclis komisyonunda İmralı ziyareti için oylamadan çıktınız. AK Parti, MHP ve DEM Parti “evet” oyu verirken, Yeni Yol çekimser kaldı. Demokrat Parti, DSP ve HÜDA-PAR teklife “ret” oyu verdi, bilgisi var. Öncelikle sizin tutumunuzu AK Parti olarak nasıl belirlediğinizi sormak isterim. Nasıl şekillendi tutumunuz?
Bu sorunu çözeceğiz. Yani siyasi irade olarak bunu kafasına koymuş bir iktidardan söz ediyoruz. Vatandaşın ve Türkiye’nin geleceği için bu sorunu çözmeyi hedefleyen bir iktidar. Dolayısıyla burada yapılması gereken, meseleyi teknik bir konu olarak görmek. Nitekim şu ana kadar 17 dinlemede olduğu gibi, 130’dan fazla sivil toplum kuruluşu, dernek, vakıf, kanaat önderi ve akademisyenin; sağdan soldan, farklı ideolojik arka planlardan gelen isimlerin görüşleri nasıl alındıysa, bu da aynı çerçevede değerlendirilmeli.
Bu konuyu gereğinden fazla büyütmemek lazım. Bu sorunun aktörlerinden biri Öcalan. Sorunu ortaya çıkaran aktörlerden biri de Öcalan. Dolayısıyla bu görüşme süreci, aslında şeffaflık göstergesidir. Toplumun önünde, barış meselesinin bütün aktörleriyle görüşülmesi, onların beyanlarının alınması işin gereğidir. Bu nedenle mesele büyütülecek ya da abartılacak bir durum içermiyor.
Şöyle eleştiriler geliyor: “Meclis olarak ayağına mı gideceksiniz?” Öcalan’ın çıkma ihtimali yok, gelme ihtimali yok. Dolayısıyla, daha önce olduğu gibi mevcut mevzuat çerçevesinde cezaevlerine gidilerek, orada dinlemeler ve beyan almalar gerçekleştirilebilir. Bu da devletin kontrolünde, her şeyin açık ve şeffaf olduğu bir süreçtir. Cezaevine gidilip ilgili aktörlerden birinin beyanının alınması ve bunun topluma şeffaf şekilde sunulmasından ibarettir.
Mesele aslında bu kadar basit. Burada herhangi bir kişiye ilave anlam atfetmek, meşruiyet kazandırmak gibi bir amaç yok. Mesele sorunu çözmektir. AK Parti iktidarı daha önce de bunu denedi, birçok kez adım attı. Fakat o dönemlerde iç ve dış dinamikler -FETÖ, Suriye, PKK başta olmak üzere- bu süreçleri manipüle etti, çarpıttı ve akamete uğrattı.
Şimdi ise PKK dahil hiçbir kimseye mazeret sunmaya imkân tanımayan bir iklim oluşturup, bütün tarafları dinleyip toplumun önüne koyma yoluna gidiyoruz. Bir kez daha vurguluyorum: Bu, profesyonel ve teknik bir gerekliliktir. Meseleye rasyonel ve teknik bir zeminden bakılmalı; bunun ötesinde bir anlam yüklenmemelidir.
CHP, İmralı’ya gitmeme kararı aldı. Siz AK Parti olarak bu kararı nasıl değerlendirdiniz?
CHP’li arkadaşlar yanlış yaptı. Aslında şöyle düşünmek gerekir: CHP’nin tarihsel serüvenine, özellikle Kürt meselesine bakınca, bugünkü tutumları kendi geçmişleriyle örtüşüyor. Sorunun kaynağı olan bir zihniyet dünyası, sorunun kaynağı olan bir örgütlenme biçimi, bugün “bu sürecin parçası olmayacağız” diyerek kendini yeniden göstermiş oldu. Bu, barış perspektifini dışlayan bir tutumdur.
Gayet tabii İmralı’ya gidip hangi itirazlarınız varsa açık açık söyleyebilirsiniz. Orada devletin kontrolü altında bir mahkûm var. Komisyon olarak böyle bir yetkiniz de mevcut. Gidin, bütün hesaplaşmalarınızı yapın; ne soracaksanız sorun. Zaten biz bunu yapacağız. “Niye silah aldın? Bu silahtan doğan masum insanların vebali ne oldu? Şimdi silah bırakma kararın güzel, ama bunu nasıl uygulayacaksın? PKK’nın Irak’tan Suriye’ye tüm unsurlarıyla silahı toprağa gömmesi için nasıl bir mekanizma kuracaksın?” gibi sorular orada sorulur.
Bir sorunu çözmenin yolu konuşmaktan geçer. Ama bu meseleyi başka bir anlama dönüştürüp, dar ufuklu ve kısa vadeli pragmatik siyasal hesaplarla buradan siyasi kazanç elde etmeye çalışmak samimiyetle bağdaşmıyor. CHP’li arkadaşlar gerçekten yanlış yaptı.
Başından beri tüm siyasi partiler, özellikle CHP dahil, sürecin şeffaf yürütülmesi gerektiğini söylemiyor muydu? Şeffaflık… Peki İmralı’ya gidip, sürecin baş aktörlerinden birine tüm soruların sorulabileceği, tüm cevapların tartışılabileceği bir zeminden kaçmak ne demek? Bu, kapalılığı istemektir. Şeffaflığı reddetmektir. Gidin, ilgili aktöre sorularınızı yöneltin.
Yakın tarihte, özellikle 2015 sürecinde ve daha önceki denemelerde, İmralı’nın görüşleri manipüle edilmeden, çarpıtılmadan, üzerinde oynanmadan doğrudan aktarılmış olsaydı belki bugün çok daha farklı bir noktada olurduk. 2013-2015 döneminde Öcalan’ın görüşleri, PKK kitlesine ve örgütüne doğrudan iletilebilseydi, belki PKK’nın o dönem oynadığı oyun bozucu rol karşımıza çıkmayacaktı. Demek ki o zaman bu işi çözme imkânımız vardı.
Dolayısıyla meseleye bu açıdan bakmak gerekiyor. Biz bu işi çözelim, bitirelim ve Türkiye’yi yeni bir ufka taşıyalım. Mesele budur.
İktidar partisi olarak AK Parti’nin süreçteki belirleyici rolü nasıl şekilleniyor? Bundan sonraki adımlarınız neler olacak? AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bundan sonraki açıklamaları hangi çerçevede ilerleyecek; hangi somut adımlar atılacak?
Toplum için, millet için yürütülen bir süreci, milli ferahı ve mutluluğu sağlayacak bir süreci sekteye uğratacak değiliz. Biz bunu Türkiye için yapıyoruz. Türkiye’nin geleceği için yapıyoruz. İnsanlar ölmesin, bu 45 yıllık beladan artık kurtulalım diye yapıyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızın rotası nettir. Bu rotadan biz bir milim sapmayız; Cumhurbaşkanımız zaten sapmaz.
Bundan sonraki süreçte de amacımız bu meselenin çözülmesi ve silahların tamamen susmasıdır. Bu sadece Türkiye’den çekilmekle sınırlı değildir. Irak’taki varlığın da sonlanması gerekir. Zap’tan çekilme olumlu bir adımdır; şimdi Vitina’yı ve diğer bölgeleri bekliyoruz.
Aynı zamanda, ABD yönetimi ve CENTCOM ile Cumhurbaşkanımızın liderliğinde eşzamanlı olarak Suriye denklemine dair çözüm için çalışıyoruz. 10 Mart anlaşmasının gereği olarak, Suriye’deki PKK uzantısı yapının Şam yönetimine entegre edilmesi için çaba harcıyoruz.
Dolayısıyla hem Türkiye içinde hem de dışında bu temel rota, Cumhurbaşkanımızın çizdiği rotadır ve biz bu rotadan ayrılmayacağız.
Yeri gelmişken çok kısa şunu da sormak istedim. Duhok’ta bir forum düzenlendi. Türkiye’den de gidenler olmuştu. Forumda Mazlum Abdi ve İlham Ahmed’in de bulunduğunu biliyoruz. Verilen mesajlarda Mazlum Abdi 10 Mart mutabakatına sadık, entegrasyon sürecini Şam yönetimiyle irtibatlı halde yürüttüklerine dair açıklamaları yaptı. Türkiye’deki sürece de destek mesajları verdiler. Acaba Mazlum Abdi’nin ya da İlham Ahmed’in Ankara’yla görüşmesi, Türkiye hükümetiyle görüşmesi gibi bir durum söz konusu olabilir mi? Sizin bu konuda bir bilginiz var mı?
Mazlum Abdi ve İlham Ahmed’in öncelikle söylem ile eylem arasında bir tutarlılık ve birlik sağlamaları gerekiyor. Şu anda Türkiye olarak biz bu tutarlılığı ve birliği yeterince görmüyoruz. Sahada hâlâ işi sulandırmaya, uzatmaya ve tavsatmaya dönük bir akıl var. Türkiye bu aklın fazlasıyla farkında. Cumhurbaşkanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı da bunun farkında. Dolayısıyla bunun doğru bir yol olmadığını, rasyonel bir akıl taşımadığını öncelikle bize göstermeleri gerekiyor.
ABD ile yürütülen diplomatik temaslar da zaten bu çerçevede ilerliyor. Hem Cooper’la hem Barack yönetimiyle hem de Trump yönetimiyle bu görüşmeleri bu yüzden yapıyoruz. Eğer gerçekten bir entegrasyon olacaksa bizim çizgimiz nettir: Biz Suriyeli Kürtleri Türkiye’deki Kürtlerden, Iraklı Kürtleri de Türkiye’deki Kürtlerden ayırmıyoruz. Bizim açımızdan Türkiyeli Kürtlerin mutlu yaşamaları ne kadar önemliyse, Suriyeli ve Iraklı Kürtlerin de iyi, müreffeh ve barış içinde yaşamaları o kadar önemlidir. Bölgedeki Kürt nüfusuna tarihsel ve sosyolojik bağları kopararak bakmıyoruz. Arzumuz da bu yöndedir.
Ancak SDG ve YPG’nin şunu görmesi gerekir: Suriyeli Kürtler açısından 10 Mart anlaşması tarihte hiç olmadığı kadar iyi bir zemin sunuyor. Esad döneminde Kürtlerin bırakın anayasal ya da kültürel haklarını, kimlikleri bile tanınmıyordu. Dolayısıyla ilk defa demokratik bir Suriye’nin işaretleri verilecekse, Mazlum Abdilerin yapması gereken şey bu sürecin doğrudan ve kurucu parçaları olmak; Şam yönetimiyle birlikte anayasal düzene entegre olarak yeni düzenin kurucuları arasında yer almaktır. Bizim istediğimiz budur.
Bunun dışında, “Entegrasyon önemli ama adem-i merkeziyetçilik daha iyi bir formül; federasyon daha iyi bir çözüm” demek İsrail’in tezleriyle örtüşür. Çünkü İsrail hem kuzeyden hem güneyden kendi koridorunu kurma hayali kuruyor ve burada SDG ile YPG’yi bir aparat olarak kullanmak istiyor. YPG’nin bu tuzağa düşmemesi lazım. Eğer düşerse Türkiye’nin tavrı nettir: Türkiye buna askeri olarak izin vermeyecektir.
Meclis’te 17 dinleme yaptığınız komisyonda, 18. toplantı oylamayla sonuçlandı. Partilerin komisyon çalışmalarının bir raporunu sunması bekleniyor. Sizin raporunuz nasıl şekilleniyor ya da şekillenecek?
Evet, epey zamandır hukukçu üyelerimiz bu konuda çalışıyor. Hem yapısal, hem yasal hem de idari düzenlemelere dair alternatifli bir hazırlık içerisindeyiz. Şu var ki; kendisini feshettiğini ilan eden bir örgütten bahsettiğimize göre artık yeni bir hukuki realite, yeni bir hukuki zemin oluşmuş durumda. Dolayısıyla bu fesih durumunun gerektirdiği bir kanuni düzenleme yapılması gerekiyor.
Biz bir hukuk devletiyiz. Hukuk devletinde “Sen feshedildiğini söylüyorsun ama ben buna inanmıyorum” deme lüksü yoktur. Bir örgüt kendini feshettiğinde, o örgüte üye olan, örgüt bağlamında teslim olan kişiler için hukuk yeni bir çerçeve oluşturmak zorundadır. Çünkü burası hukuk devletidir.
Bu durum şuna benzer: Teslim olan ile çatışmada ele geçirilen arasında mevcut hukukta nasıl bir ayrım varsa, aynı şekilde feshedilmiş örgüt ile kendisini feshetmeyip çatışmayı yöntem olarak sürdüren örgüt arasında da hukuki bir fark olacaktır. Biz de bu farkı gözeterek, temel adalet ilkeleri doğrultusunda çalışıyoruz.
Ayrıca meseleye toptancı yaklaşmıyoruz; kategori kategori değerlendiriyoruz. Her bir kategoriyi kendi içinde ele alan bir düzenleme oluşturuyoruz. Suça bulaşmış olanlar, eline silah almış olanlar, yalnızca propaganda yapmış olanlar, hükümlüler, Avrupa’da ya da sürgünde bulunanlar… Yani suçun neresinde yer aldıkları ve ne ölçüde yer aldıkları dikkate alınacak.
Bu nedenle farklı kategorilere göre kademeli bir hukuki metin ve öneri hazırlıyoruz. Kademeli ve kategorik bir yaklaşım diyebiliriz.
Son günlerde çokça tartışılıyor, Selahattin Demirtaş’ın tahliye edilmesi gündemi, AİHM ve AYM kararlarının uygulanması. Siz AK Parti olarak Selahattin Demirtaş’ın bu süreçte tahliyesinin etkileri neler olabileceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
O soru şu an biraz bizim başımızdan daha erken bir soru. Çünkü hukuki sürecin tamamlanmasının ardından bakılacak. Bizim Türkiye olarak AHİM’e yaptığımız itiraz, AHİM tarafından nihayet karara bağlandı. Bundan sonra artık hukuk mercileri gereğini yapar. O yüzden henüz o siyasi değerlendirmelere şu an girmeyelim.

