İspanya’da iktidardaki Halkçı Parti’nin (PP/Partido Popular) oylarını (+ 3,3) ve sandalye sayısını (+14) arttırarak çıktığı ve tek kazananı olduğu tekrar seçim ülkenin yönetilebilirlik sorununu kökünden çözebilmiş değil. Sorun özünde Sol’un, bir araya gelmeleri mümkün olmayan iktidar alternatifi Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) ile 2014 doğumlu sistem karşıtı Podemos arasında ortadan ikiye bölünmüş olmasından kaynaklanıyor.
PP’siz iktidar arayışında olan PSOE’nin genç Genel Sekreteri Pedro Sánchez, 20 Aralıkta partisi tarihi bir yenilgi aldığı halde, Podemos ve yeni kuşak liberal parti Ciutadans’ı (C’s) yanına alarak bir hükümet kurmaya kalkışmıştı. Ayrılıkçı Bask ve Katalan partileriyle flört eden, dahası 78 Anayasası’na aykırı olan konfederal “Çok uluslu (plurinacional) İspanya” formülünü benimseyen Pablo Iglesias’ın partisi ile Katalunya’nın İspanya içinde kalmasını savunan Katalan kökenli C’s’i bir araya getirmek, Türkiye’de MHP ile HDP’yi koalisyon ortağı yapmak gibi beyhude bir girişimdi. Kaldı ki 78 Anayasası’nın mimarlarından biri olan PSOE’nin de en azından bu konuda Podemos ’la beraber olması imkânsızdı.
Konuyla ilgili yazılarımda altını hep çizdiğim gibi, İspanya’nın demokrasiye geçtiği 1982’den bu yana iktidar alternatifi olmuş PP ile PSOE’nin Almanya’da olduğu gibi Büyük koalisyon kurması yönetilebilirlik sorununu aşmanın tek anahtarıydı. Sonuçta biri merkezin Sağı, diğeri Solunda yer alan iki sistem partisi pekâlâ bir araya gelebilirdi. Başbakan Rajoy da bu konuda uzlaşmacı bir tutum takınmış, PSOE’ye elini uzatmıştı. Ama sosyalistler böyle bir ortaklığın PSOE’nin sonunu getireceğini, uzun vadede İspanya için de hayırlı olmayacağını çünkü ana muhalefeti üstlenecek Podemos ’un bir sonraki seçimde iktidar olması halinde daha büyük bir sorunla karşılaşacağını düşünmüşlerdi. Peki, ama o zaman çekimser oy kullanmak suretiyle sandıktan birinci parti çıkan PP’nin bir azınlık hükümeti kurmasının yolunu açmak daha akılcı bir tutum olmaz mıydı?
González formülü
“Kaosun eşiğindeki İspanya” başlıklı yazımda, PSOE’nin 26 Haziran seçimleri öncesindeki anketlerin öngördüğü gibi Birleşik Sol (Izquierda Unida) ile ittifak yapan Podemos ‘un (Unidos Podemos) ardından 3. sıraya düşmesi halinde bunun Sánchez için sonun başlangıcı olacağını belirtmiştim. 26 Haziranda sandıktan yüzde 33’le PP çıkarken, PSOE 5 milletvekili daha (85) kaybetmiş olsa da ana muhalefet konumunu koruyarak sürpriz yaptı. PSOE’yi yeni bir seçim bozgununa taşıyan Sánchez hiç olmazsa anketlere karşı bir zafer kazanmış oldu. (https://www.serbestiyet.com/Dunya/sandiktan-pp-yuzde-33le-cikti-699169)
26 Haziran seçim sonuçları, PSOE’ye yüzde 10 oy ve 52 sandalye fark atmasına karşın PP’ye de iktidar yolunu açmadı. PP, C’s ve Kanarya Partisi CC’nin desteğiyle ancak 170 sandalyeye ulaşıyor ve salt çoğunluğun (176) altında kalıyor. Büyük koalisyon en güçlü hükümet formülü olmayı, Podemos’u ilerde iktidar alternatifi yapma riskiyle beraber sürdürüyor. PP’nin azınlık hükümeti olması için, Podemos ve bağımsızlıkçı Katalan ve Bask partilerinden destek alması pek mümkün olmadığı için, PSOE’ye, en azından 6 sosyalist milletvekilinin çekimser oyuna ihtiyacı var. Dolayısıyla yukarıdaki soru yeniden gündeme gelmiş durumda: PSOE, PP’nin azınlık hükümeti kurmasına bir şekilde destek olmalı mı, yoksa üçüncü defa seçime gidilmesiyle sonuçlanabilecek bir maceraya mı atılmalı?
Bu soruya eski Başbakanlardan Felipe González, hafta sonu yapılan PSOE Federal Komite toplantısının hemen öncesinde yanıt verdi. González, El País’te yayımlanan “Biran önce hükümet kurulmalı mı? (¿Investidura cuanto antes?) başlıklı yazısında, bütün siyasi liderlerin üçüncü kez sandığa gidilemeyeceği görüşünü dile getirdiğini, bunun da biran önce hükümetin kurulması gerektiği anlamına geldiğini vurguluyor.
Eski Başbakan, hükümeti kurma görevinin seçimlerin galibi Rajoy ’da olduğu görüşünde. Bu nedenle 20 Aralıktan bu yana izlediği “bekle ve gör” politikasını bir tarafa bırakması ve sorumluluk alması gerektiğini belirtiyor. Sorumluluk almanın sadece diğer siyasi partilerin ne düşündüğüne göre hareketle etmek değil, bir icraat programı önermekle mümkün olduğunun altını çizen Felipe González, İspanya’nın çıkarları gereği hiçbir partinin de Rajoy ’un kuracağı hükümeti engellememesi gerektiğini vurguluyor.
Demokratik dönemin yarısının azınlık hükümetleriyle geçtiğini anımsatan González’ in PSOE için tavsiyesi ana muhalefette kalması. Bu aslında Sánchez’in 20 Aralıktan sonra yaptığı gibi, Sol hükümet arayışında olmaması için bir uyarı niteliği de taşıyor. PSOE’nin PP hükümetine girmemesi gerektiğini savunan González, buna karşılık devlet işlerinde sorumluluk üstlenen bir politika öneriyor. Bu öneriler PP hükümetinin oluşumunu çekimser kalarak kolaylaştırmak anlamına geliyor mu çok açık değil ama öyle anlamak mümkün.
Aslında bu konuda sosyalistler arasında bir görüş ayrılığı var. Pedro Sánchez, Federal Komite toplantısında PSOE’nin muhalefette kalacağını söyledi ki bu partide genelde paylaşılan bir görüş. Ama ardından PP hükümetine olumsuz oy vereceklerini vurguladı. Rubén Amón’un el El País’te yayımlanan analizine göre bu tutum 3. seçimlere kapı aralıyor ve sosyalist aileyi de bölüyor. (http://politica.elpais.com/politica/2016/07/09/actualidad/1468061003_487508.html)
PSOE’nin böyle bir tutum izlemesi herkesin hemfikir olduğu ana muhalefet rolünü oynaması için yeterli mi? Hükümet olmazsa, ana muhalefetin de olması mümkün değil elbette. PP’yi bloke eden bir politikayla bir kez daha seçimlere gidilmesi PSOE’ye yarar mı, kuşkulu. 20 Aralıktan bu yana geçen zamanın PP’nin toparlanmasına yaradığına bakılırsa, Sánchez’in bir kez daha kendini yanlış politikalara kaptırdığı izlenimi ediniliyor.
PSOE’nin doğru veya yanlış politikalar izlemesi öncelikle partiyi ilgilendiriyor elbette. Ama bu politikaların, yol açtığı siyasi belirsizlikle, ülke ekonomisi üzerinde de ağır bir faturası var. Bu fatura üçüncü kez seçime gidilmesi halinde daha da ağırlaşacak kuşkusuz.