Ana SayfaYazarlarDaesh ile savaşan kadınlar

Daesh ile savaşan kadınlar

 

Bu yazımda Kuzey Suriye’de terör örgütü Daesh’e karşı yürütülmekte olan savaşla ilgili bir belgeselden söz edeceğim. Belçikalı ünlü savaş gazetecisi Pascale Bourgaux’nun Fransız televizyon filmi yapımcılarından Cinétévé için çektiği belgeselin özgün adı “Femmes contre Daesh”.  Belgesel, işlediği konunun yanı sıra, yapımına Fransız Milli Meclisi’nin televizyon kanalı LCP, Fransa’nın devlete ait bölgesel kanalı France 3 ile Paris merkezli uluslararası Fransızca kanalı TV5 Monde’un katkıları nedeniyle oldukça ilgi çekici.

 

Aslında belgeselin kamuya ait kanalların katkısıyla yapılmış olması, fark etse bile, sokaktaki Fransız için çok da önemli değil. Asıl ilgisini çeken, 13 Kasımda Paris’i kana bulayan ve Fransa’yı geçen günkü polis çifte karşı işlenen cinayette olduğu gibi tehditleriyle sürekli dize getirmeye çalışan gözü dönmüş bir terör örgütüyle savaşan kahraman kadınlar doğal olarak. Belgeselin adını ilk duyduklarında bu kadınların Cumhurbaşkanı Hollande’ın 13 Kasım ertesinde söz verdiği gibi, Fransa’nın terör örgütünü cezalandırmakla görevlendirdiği özel ajanlar olduğunu düşünenler olmuştur belki. Bu, sonuç itibariyle halk desteği dibe vurmuş olan Hollande’ın yeniden aday olmak için her şeyi yapabileceğine inananlar için hiç yabana atılacak bir olasılık değil. Özellikle Fransa’nın PKK’nın Suriye kolu YPG’ye danışmanlık hizmeti vermek üzere özel kuvvet gönderdiği ve bu kuvvetlerin son Mümbiç operasyonuna katıldığı bizzat Savunma Bakanı Jean-Yves Le Drian tarafından açıklandıktan sonra.    

 

LCP, France 3 ve TV 5 Europe’dan defalarca yayımlanan belgeselde hikâye edilen kadın kahramanlar, tahmin olunacağı gibi, YPG’nin kadın kolu, resmi adıyla Kadın Savunma Birimi YPJ’ye ( Yekîneyên Parastina Jin‎) mensup militanlardan başkası değil. Fransa, PKK ile hiçbir bağı olmadığını savunan ABD gibi, üstelik PKK ile ilintisini bile, bile, PYD’yi tanıdığına ve silahlı kolu YPG’ye danışmanlık yaptığına göre, devlet kanallarında “Daesh’e karşı savaşan kadınlar” isimli bir belgeselle YPJ’nin tanıtımının yapılmasını yadırgamamak gerekiyor. LCP tarafından aylar önce yayımlandığı anlaşılan, TV5 Europe’da geçen pazartesi günü izleyebildiğim bu belgesele You Tube’tan da ulaşmak mümkün.  (https://www.youtube.com/watch?v=OsZEfOjPmuM)   

 

Çarpıtılan gerçekler

 

Belgeselde YPJ militanı seçkin bir keskin nişancı olan Viyan ile askeri eğitim merkezinin başındaki Ararat başrolde oynuyor. 25 yaşında oldukları belirtilen bu iki kadın askerin günlük yaşamından kesitler aktarılan bu “romantik” belgeselde YPJ’ye katılan yüzlerde genç kadının bir ideal uğruna Daesh’e karşı ilk saflarda savaştığı mesajı veriliyor. O idealin ne olduğu satır aralarına gizlenen ve yalanlarla gerçeklerin birbirine karıştığı mesajlarda gizli. Bu mesajlardan en dikkat çekeni, YPJ’nin, dolayısıyla YPG’nin Esat rejiminin Kürtlere karşı uygulamış olduğu “yok sayma” politikasına karşı bir direniş hareketi olarak sunulması. Rejimin Kürtlere reva gördüğü muamele ne kadar doğruysa, PYD/YPG’nin Esat’a karşı olan muhalefetin içinde yer aldığı, hatta başını çektiği de o kadar yanlış elbette.

 

Belgeselde dikkat çeken bir başka husus da, YPJ’nin “kahraman kadınlarının” PKK’nın bir parçası olduğu gerçeği. PKK’nın adı belgeselin birçok yerinde geçiyor. Hatta terör örgütünün kuruluş yıldönümü bile kutlanıyor. İzleyicilere bu hareketin liderinin çerçevelenmiş resminin gösterildiği “Abdullah Öcalan” olduğu da söyleniyor. Ama ne PKK’nın Türkiye’de bugüne kadar gerçekleştirdiği eylemlerden, ne iflas eden işgal stratejisinden, ne de Fransa’nın da terör örgütleri listesinde yer aldığından söz ediliyor. Bir yerde Türkiye yok sayılıyor; belki filmle ilgili olası itirazlarını savuşturmak, belki de bu bölgeyle hiçbir ilintisi olmadığını vurgulamak için…

 

Belgesel öncelikle 13 Kasım Paris kurbanlarının anısına saygı duruşunda bulunan YPJ’li kadınların ve mensubu bulundukları PKK’nın Fransızların sempatisini kazanması için çaba gösterildiği izlenimi veriyor. Örneğin YPJ’li kadınların dindarlıktan uzak Fransızlarınkine benzer yaşantıları ön plana çıkarılıyor ve bu tüm Kürtlerin ortak bir özelliğiymiş gibi takdim ediliyor. Filmin bir yerinde YPG ile ittifak ilişkisine girdiği anlaşılan bir grup Arap erkek YPJ’lilerden kendi kadınlarını da yetiştirmelerini istiyor.  

 

Belgesel hakkında daha fazla bilgi aktarmaya gerek yok herhalde. Belli ki belgeselin temel amacı PYD/PKK’yı ve askeri kolu YPG/YPJ’yi Fransız kamuoyu nezdinde parlatmak. Fransız hükümetinin YPG’ye destek olmak üzere bölgeye özel kuvvetlerini gönderdiği resmen açıklandığına göre bunun doğal olduğunu da kabul etmek gerekir.

 

Ne var ki sokaktaki Fransız’ın değil belki ama belgeseli izleyen ve bölgedeki gelişmeleri biraz bilen insanların kafasında birçok soru oluşuyor. Yanıtlanması gereken ilk soru şu: nasıl oluyor da Fransa, tıpkı ABD gibi, Daesh’e karşı savaştaki müttefiklerinin eş zamanlı olarak NATO müttefiki Türkiye’ye saldıran bir terör örgütünün Suriye kolu olması gerektiğini kabul ediyor? ABD, uyarılara karşın PYD’nin PKK ile bağı olmadığı öne sürüyor, Fransa ise belgeselden de anlaşıldığı kadarıyla bu gerçeği biliyor. Peki, ama biri bu gerçeği bilen, diğeri bilmeyen bu iki NATO müttefiki nasıl Mümbiç’te YPG’nin de içinde yer aldığı yerel güçlerle birlikte hareket edebiliyor? Bu iki ülke arasında Suriye’nin geleceği konusunda bizim bilmediğimiz gizli bir mutabakat mı var?

 

Bu ve benzeri soruları çoğaltmak mümkün ve bunlar üzerinden Suriye’nin geleceğiyle ilgili çeşitli senaryolar üretenler de var. İlk başta akla geleni ve en çok konuşulanı, ABD ve Fransa, hatta tüm Batılı müttefiklerin en azından Suriye’nin kuzeyinde PYD/PKK’nın kontrol edeceği özerk bir bölge oluşturma arzusunda olduğu. Ama Türkiye’nin şiddetle itiraz ettiği böyle bir özerk bölgenin -diyelim ki kuruldu- bir örgütün yönetimine bırakılabilmesinin bir koşulu var. O da söz konusu bölgede demokratik bir yönetim olmaması. Demokratik bir sistemde Kürtler içinde bir azınlığı temsil eden PYD/PKK, nasıl olacak da hep iktidarı elinde tutabilecek?

 

Kabul etmek gerekir ki bir özerk bölgenin demokratik olmayan bir statüye kavuşturulması, o bölgenin bağlı olduğu ülkenin de anti-demokratik bir sistemi olmasını gerektirir. Demokratik olmayan bir Suriye oluşacak ki bir özerk bölgesinde sürekli bir örgüt ya da siyaset iktidarda kalabilsin. O zaman da başka sorular takılıyor insanın aklına. En önemlisi de şu: Esat rejimini sürekli olarak iktidarda tutan ve halkı dışında kimsenin rahatsız olmadığı anlaşılan Suriye’de demokratik olmayacaksa neden yeni bir anayasa yapılacak ki?          

- Advertisment -