Fransa’da Çalışma Bakanı Myriam El Khomri’nin adıyla anılan yeni İş Yasası tasarısına karşı düzenlenen ve yaşamı durma noktasına getiren grevlerle protesto gösterilerine ve gösterilerde meydana gelen polisinki dâhil şiddet olaylarına, siyasi arka planıyla, “Kaosun eşiğindeki Fransa” başlıklı yazımda değinmiştim. Göstericilerin zaman, zaman şiddete başvurmaları, dünyanın her yerinde olduğu gibi, Fransa’da da güvenlik güçleriyle karşı karşıya gelmelerine yol açmıştı.
Polisin şiddet kullanan göstericilere müdahalesinde kamu düzenini sağlayabilmek için bazen güç kullanması zorunlu hale gelebiliyor. Barışçıl protesto nasıl demokratik bir haksa, bu hakkı kullanırken şiddete yönelen kişileri başka türlü durdurabilmek mümkün olmayabiliyor. Ama polisin bu gibi zorunlu hallerde kullanacağı gücün “orantılı” olması gerekiyor. Elindeki taş ve sopalarla cam çerçeve indiren göstericileri güç kullanarak kıskıvrak yakalamak, bu mümkün değilse, göz yaşartıcı gaz kullanmak gibi caydırıcı yöntemlerle bölgeden uzaklaştırmak yerine yaralanmalarına yol açmak, demokratik hukuk devletinde “orantısız güç kullanma” ya da “polis şiddeti” olarak değerlendiriliyor elbette.
Bu konuyu yeniden ve doğrudan ele almamın nedeni, yazılı ve sosyal medyamızda doğurduğu tepkiler. Daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse, hükümete yakın medyanın Fransa’daki polis şiddetini çok abarttığına yönelik eleştiriler. Öyle ki, Fransa’da polis şiddeti hiç yokmuş ve tümüyle uydurulmuş gibi, sosyal medyada “Fransa’dan geliyorum, grev ve gösteriler de gördüm, polis şiddeti yok, Türkiye’de söylenenler yanlış “diye yazıp çizenler bile var. Hatta atıfta bulunduğum yazımın son bölümünü koymamam gerektiğini söyleyen arkadaşlar bile oldu.
Hükümete yakın medyanın, Gezi olayları sırasında polisimizin orantısız güç kullanmasını medyası eleştirmiş olan demokratik ülkelerden biri olan Fransa’da yaşanan polis şiddetini ön plana çıkarmasını anlayışla karşılamak gerekir. Polisin orantısız güç kullanması sadece Türkiye ya da Brezilya’da olduğu zaman değil, demokrat olmanın gereği olarak hangi ülkede olursa olsun eleştirilmelidir. Önemli olan, Batı medyasının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuda kaygılı olduğuna dair açıklamasını aktarırken yaptığı gibi, Gezi olaylarındaki ölüm olaylarına işaretle “Türk polis daha orantısız güç kullanıyor” türünde ilkesiz imalarda bulunmamaktır elbette.
Polis şiddetiyle ilgili vakalar 48’le mi sınırlı?
Ulusal Polis Genel Teftiş Kurulu IGPN ( L’Inspection générale de la police nationale) geçen Pazartesi yaptığı açıklamada, El Khomri Yasa tasarısına karşı Mart ayından bu yana 1500 dolayında protesto gösterisi düzenlendiğini, polis şiddetiyle ilgili 48 dosya açıldığını bildirdi. Le Monde’dan Adrien Sénécat, Salı günkü yazısında, 48 dosyadan sadece 10’unun medyaya yansıdığına dikkat çekiyor. Bilinen kurbanlardan ikisi ağır yaralılarla ilgili: biri Nisan ayında Rennes’de bir gözünü kaybeden 20 yaşında bir öğrenci; diğeri de iki haftadır komada olan 28 yaşında bir genç.
Sénécat ’ya göre, IGPN’ye ulaşan dosya adedi 48 ama “polis şiddeti bu kadarla sınırlı değil.” Şikâyetlerin kaydedilmesinde çıkarılan bazı zorluklar var. Örneğin bacağına isabet eden bir el bombası nedeniyle 5 gün rapor alan film yapımcısı Joël Labat geçen 23 Mayısta gittiği IGPN bürosunda şikâyetini kaydettirememiş. Joël Labat’nın gösteriyi filme aldığı için polisin kasten kendisine yaralayıcı bir el bombası attığına ilişkin bir iddiası da var.
Çektiği görüntüler Reporterre’de yayımlanan Joël Labat, IGPN’de şikâyetini gösterdiği filmle ispat etmek istediğini ama kendisine görüntülerin montaj olduğunun söylendiğini belirtiyor. Avukatı Raphaël Krempf, müvekkilinin şikâyetinin kabul edilmediğini, bunun üzerine ilgili komiserle görüşerek dosyanın kabulünü sağladığını açıklıyor. Müvekkilinin başına gelenin bir istisna olmadığının altını çizen Raphaël Krempf, polisin şikâyetlerin kabulünü hep yokuşa sürdüğünü, halkın da başına iş açmamak için polislerden pek şikâyetçi olmak istemediğini ve bu nedenle de IGPN tarafından açıklananın çok üzerinde şiddet vakası olduğunu öne sürüyor.
Sénécat, avukat Krempf’in söylediklerini, El Khomri tasarısına karşı düzenlenen protesto gösterilerinde meydana gelen şiddet olaylarının sayımını yapan BuzzyFeed France’ın vardığı sonuçların da doğruladığını belirtiyor. ( https://www.buzzfeed.com/davidperrotin/loi-travail-deux-mois-de-violences-policieres-presumees-resu) Buna göre IGPN’e iletilen ya da kabul edilen şikâyetler, toplam vakaların ancak üçte birine tekabül ediyor. Ayrıca şiddet vakalarının toplam sayısı da orantısız güç kullanımı için nihai bir gösterge değil. Bu rakamlar sadece güvenlik güçleri tarafından orantısız ve kurallara aykırı güç kullanılmasının insanlara verdiği zararı gösteriyor.
Sonuç olarak Fransa’da polisin orantısız güç kullanma eğiliminin oldukça yüksek olduğu ortada. Dolayısıyla IGPS tarafından açıklanan 48 vaka, orantısız güç kullanmanın insanlara verdiği zararın ancak küçük bir bölümünü gösteriyor.
Polis şiddetiyle ilgili gerçekleri olduğu gibi, hangi ülkede vuku bulduğuna bakmadan ortaya koymak ve eleştirmek, yukarıda altını çizdiğim gibi, her demokratın yükümlülüğü. Fransa denildiğinde, sadece Eiffel Kulesi, Côte d’Azur ya da Euro 2016’dan değil, Acil Durum (Etat d’urgence) Yasası’nın yol açtığı hak ve özgürlük kısıtlamalarından ve polis şiddetinden de söz etmemiz gerekiyor elbette.