Dillerde bir “dava” sözü var. Bunun üzerinde durmak gerekir.
Toplum-siyaset ilişkisi neyin üzerinde yürür? Bu önemli bir soru.
Gündelik hayatımız sürüyor. İyi bir işimiz olsun istiyoruz. Çocuklarımız kaliteli eğitime ulaşabilsin; konforlu bir çevrede yaşayalım; kaliteli konutlarda oturalım; olabildiğince dilediğimiz malları tüketelim; tatil yapalım; dünya görüşümüze, değerlerimize karışılmasın, onlara uygun yaşayalım; etnik kimliğimiz nedeniyle ayrımcılığa uğramayalım; güvenlik içinde olalım, geceleri rahat uyuyalım istiyoruz…
Bu kadar değil elbette. Fikirlerimiz var hayata dair. Sorumluluk duyduğumuz sorunlar var. Konuşalım; gruplaşalım, sesimizi duyuralım arzusundayız. Neler oluyor “yükseklerde”; haber alalım, kanaat oluşturalım; yanlış kararlardan kaçınalım; beğenmediğimiz yöneticilerin değişmesini savunabilelim… Kurallar buna elversin diye düşünüyoruz.
Hiç kimse kuralların dışına çıkamasın. Güç kullananlar da denetlensin…
Budur siyasetten beklediğimiz dünya.
“Yeni başlayanlar” kıvamında oldu; farkındayım. Ama bana “dava” diye büyük harflerle seslenildiğinde içimden bunlar geçiyor.
* * *
Ne davası?
Bu saydıklarımsa dava; hayır bu “normal siyaset”… Saydıklarım önemsiz mi? Ulaşmak kolay mı? Hiç değil. Siyasi partiler bunun için var ve bu başlı başına çok zorlu bir mücadele.
Ama hayır; “dava” sözünün başka bir tınısı var. “Bu işlerle yetinmeyin; onların da en iyisini biz yaparız ama sizi daha büyük, daha ulvi bir dünyaya çağırıyoruz”diyen bir romantizm kokusu saçıyor üstümüze. Sanki bizi “adanmışlığa” çağıran bir yanı var. “Yüce bir yolda” katlanılması gereken meşakkatli bir yürüyüş ister gibi bizden…
O sadece bir parti değil; bir “hareket”… Bizim en derinde yatan varoluşsal sorunlarımıza “büyük ideal” üzerinden çare vadediyor gibi…
Böylelikle kendi varlığını, diğer siyasi rakiplerinden farklılaştırıyor. “Onlar sıradan. Onlar bu ‘küçük çıkarlar dünyasına’ ait. Onu da beceremezler; ama zaten bunlar bu topluma yetmez…” İma edilen bu.