Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIDeğişim samimiyet ve cesaret gerektirir

Değişim samimiyet ve cesaret gerektirir

Bu moment CHP açısından büyük imkanlar yaratıyor. Özel-İmamoğlu ve arkadaşları tarihsel bir fırsat yakaladılar. Sahne ışıklarının altındalar; toplumun CHP’ye uzak düşmüş kesimlerine yeni bir ses verebilme; inandırıcılık kazanma, önyargıları kırma olanağına sahipler. Tarihin ince bir cilvesi şu ki tasfiye ettikleri Kılıçdaroğlu onlara yumuşatılmış bir toprak bıraktı. Kanımca bunu yapabilmelerinin tek koşulu samimiyet ve cesaret.

            Özgür Özel ve onu destekleyen İmamoğlu “CHP’de değişim” iddiasının taşıyıcılığına talip oldular ve yönetime geldiler. Kazanmaları bence sürpriz olmadı. Seçimlerdeki büyük hayal kırıklığının; ve yıllardır izlediğimiz Kılıçdaroğlu’nun, sürükleyicilikten, karizmadan yoksun profilinin yarattığı bir sonuç bu. Seçimlerden sonra yolun sonu gözükmüştü.

Değişime gelince…

Bunu vadeden Özel-İmamoğlu ve arkadaşlarının kamuoyunun izlediği açık bir fikir mücadelesi ile kazandıklarını söyleyemeyiz. Kılıçdaroğlu’na “seninle olmuyor biz yaparız” dediler ve bu yetti. Çünkü şartlar uygundu. Güçlü analizlere dayalı, yeni bir ideolojik-politik yapılanmaya ilişkin hazırlıkları yok. Olsaydı, bunu görürdük. Yenilenmeden ne anladıkları belirgin değil. Bu nedenle de, hem parti kadrolarında hem de seçmen tabanında herkes kendi beklentilerine uygun bir yönelim bekliyor ve bu, yönetim açısından zor bir durum.

Öte yandan bu moment CHP açısından büyük imkanlar yaratıyor. Sahne ışıklarının altındalar; yeni bir hikâyenin anlatılabilmesi için büyük şans yakalamış durumdalar. Toplumun CHP’ye uzak düşmüş kesimlerine yeni bir ses verebilme; inandırıcılık kazanma, önyargıları kırma olanağına sahipler. Kanımca bunun tek koşulu samimiyet ve cesaret.

Özgür Özel’in, siyaseti, her sözünü bin bir hesapla söyleyen, dengecilik içinde muğlak, sisli söylemlerle iş gören sıradan siyasetçi profili ile değil, bildiğini net, açık söyleyen bir entelektüel gibi yapması gerekir. Entelektüel cesareti siyasete sokabilirse fark yaratacaktır. Asıl değişim bu olacaktır ve Özel insanda umut yaratan; bu cesaretin işaretlerini veren bir profil.

                Öncelikle, parti tabanına teslim olmamalıdır. Tarih, bu tabanın duyarlılıklarının, fikir ve değer dünyasının CHP’yi iktidar, hatta etkili bir muhalefet gücü yapmaya yetmediğini; bunun imkânsız olduğunu defalarca kanıtladı. Kılıçdaroğlu’nun partiyi “sağcılaştırdığı”, “kimliksizleştirdiği” bu nedenle CHP’nin kayıplara uğradığı; katı laik, “Atatürkçü” çizgiye dönülmesi gerektiği imaları var. Ya da daha “sol” terminolojiye yönelmeyi çare gören, “Ecevit popülizmini” özleyen sesler duyuluyor. Kanımca bunlar çıkmaz yol. Türkiye’deki değişimi anlamamak anlamına gelir bu.

            Özel, tam tersini yapmalıdır. Kılıçdaroğlu’nun yumuşattığı toprağı işlemeye soyunmalıdır. Muhafazakâr dünyayı; onların duygularını iyi anlamalı ve bunu samimiyetle, cesaretle ifade etmelidir.

                Yeni ve gerçek duruma uygun bir yakın tarih anlatısı kurmalıdır öncelikle. 1930’lara, 50’lere uzanması gerekmez. Elbette o yıllara dair de bir bakışı olmalı. Fakat daha önemlisi son 30 yıla nasıl bakıyor; bunu toplumla tartışmalıdır. Türkiye’de askeri vesayet var mıydı? Bu soruya net bir cevap vermelidir. Bütün temel politikalarda son sözü generaller söylemiyor muydu; belli kesimleri “irtica”, “bölücülük” etiketleriyle sistemin dışında tutmuyor muydu? İkili bir iktidar yok muydu? Türkiye yarım demokrasiyle yönetilmiyor muydu?

            28 Şubat seçilmişlere karşı örtük bir darbe değil miydi? AKP seçim kazandıktan sonra “ordu göreve” pankartlarının utancını yaşamadık mı? 367 felaketine, Yargı eliyle siyasete müdahale edildiğine tanık olmadık mı? Erdoğan bu kavgaları aşa aşa büyümedi mi? Muhafazakarlarla kopmaz gönül bağları bu mücadele içinde oluşmadı mı?

            Dahası var: Cemaatin başa bela olması sadece Erdoğan’ın sorumluluğunda mıdır? Devlete sızma fikri nereden güç buldu? Açık politikanın yapılabildiği, her eğilimin özgürce kendini ifade ettiği bir toplumda sızmacı yöntemler kabul görür müydü? Seçilmiş siyasetçiler; darbe tehdidi altında olmasalar, kendi kadrolarıyla çalışma fırsatı yakalasalar, sızmacı örgütlere alan açılır mıydı? Yargı siyasi militanlık yapmasa Cemaat vücut bulur muydu?

            Özgür Özel’in bunları tartışma cesareti göstermesi çok önemli. Kılıçdaroğlu, “helalleşmeden” öteye geçemedi. Altını inandırıcı biçimde dolduramadı. Doğaldır. Her sözün zamanı var. Ama artık bunları konuşmayan bir CHP, muğlak bir “yenilendik” sloganıyla, desteğine, ilgisine çok ihtiyaç duyduğu kesimlere açılamaz. Toplumu sarsması, ezberleri bozması, şok yaratması lazım.

            Elbette bu tarihin öteki yüzü ve iktidar tarafından içine düşürüldüğümüz durum da tartışılacaktır.

            İktidar yaşananlardan doğru dersler çıkartmadı. Döndü dolaştı rövanşist otoriter siyasetlere saplandı. Toplumun sert biçimde bölündüğü, bundan güç devşirildiği, düşmanlık duygularıyla yüklü bir nefret iklimine sürüklendik. Siyaset elbette farklı çıkarların, tercihlerin, fikir ve kültür farklılıklarının çatıştığı bir alandır. Toplumların varoluşunda farklılıklar, çatışmalar, ayrışmalar vardır. Fakat bugün yaşadığımız, medeni bir siyasi rekabet değil. Bu ayrışmaları, düşmanlaşmadan, kurallara bağlayarak, şiddeti dışarıda bırakan bir tahammül içinde yaşayabilmek medeniyettir. Gücü eline geçiren hukuku çiğnemeyecek. Ötekini düşman bellemeyecek. Devletin şiddet tekelini rakibinin üzerine kural dışı kullanmayacak. Adil, temel hakları teslim eden, zulmetmeyen medeni bir yönetim uygulayacak.

Türkiye artık bunu anlayacak tecrübeleri yaşadı, şartlar olgunlaştı. Düşmanlıkları bırakacağız. Üçüncü dünyanın dışına çıkacağız. Neden Batı’yı da aşan, ondan daha adil, daha diğerkam bir toplum olmayalım? Durmadan ikiyüzlülüklerinden dem vuruyoruz. Çoğu yerde haklıyız. Ama bunu adil olmayan hallerimizi, kendi ikiyüzlülüğümüzü örtmek için kullanmaktan vazgeçmeliyiz. Gerçekten özgür, adil, insani değerler üzerinde anlaşmış bir toplum olmalıyız. Türkiye siyasetinin bütün aktörleri bu amaç üzerinde birleşerek rekabet etmeyi kabul etmeliler.

Böyle bir tarih anlatısı gerçekleri ifade etmek cesareti göstermek demektir. Nalına da mıhına da vuran adil bakış budur.  

Kısacası CHP tarihteki rolünü yeniden tartışırken muhafazakarları da kendi içlerine bakmaya davet etmelidir. Bu söylemin hakkını verdiği ölçüde sadece kendisini değil; iktidar tabanını da dönüştürme kapılarını açabilir.

            “Biz geçmişi değil, geleceği tartışacağız. Yeni toplum tasavvurumuzu anlatacağız. İktidarın hikayesi tükendi. Biz kazanacağız”.

Bu bakış yanlıştır. Kazanamazsınız. Elbette bir gelecek tasavvuru olmalıdır. Nasıl bir ülke vadediyor CHP; sorunları nasıl tanımlıyor, çözüm önerileri nelerdir? Bunun önemini tartışmak bile gereksiz. Fakat yetmez.  

            Tarihin üstünden atlayarak; yaşanmışlıkları hiç olmamış sayarak başarılı olamazsınız.

            Neden böyle düşündüğümü sonraki yazıda anlatmaya çalışacağım.

- Advertisment -