Kanser hastalığından bahsederken konvansiyonel tıp uzmanları, kanser hücrelerini öldürme, kanserle savaş gibi terimleri çok sık kullanmaktalar. Sağlık çevre ve gıda aktivistlerinden Mike Adams (kendini The Health Ranger-Sağlık Bekçisi- olarak nitelemekte) kanseri, "vücuda saldıran bir güç değil, DNA'nın uygunsuz bir ifadesi, hücresel düzeyde hücrelerin birbiriyle olan haberleşmelerinin bozulması” olarak tanımlıyor. Bu nedenle ailenin huzurunu bozan bir bireyin aileden uzaklaştırılmasının çözüm olamayacağı gibi, kanser hücreleriyle savaşmaktan değil onları şifalandırmaktan bahsetmeliyiz.
Dünyada her 4 erkekten ve her 5 kadından birinin kanserden öleceği tahminleri yapılırken; Amerika'da tsunaminin yaklaşması gibi, kanserin hızla yaygınlaşmasını gördükleri halde çaresizce seyirci kalındığını söyleyen Dr. David Brownstein, ülkesinde yakın gelecekte her 3 erkekten birinin prostat, her 7 kadından birinin meme kanserine yakalanacağını öngörüyor. Dr. Rashid Buttar 5 yıl içerisinde kemoterapi almış 20 yaşından büyük yetişkin Amerikalıların sadece % 2,1 inde etki görüldüğü, pankreas, uterus, melanoma, idrar torbası ve böbrek kanser hastalarından hiç birinin kurtulamadığını belirtiyor. Annesi gibi kendisi de meme kanserine yakalanan Dr. Veronique Desoulniers, meme kanseri tedavisinde kullanılan bir ilacın meme kanserine neden olduğunun ilaç şirketleri tarafından açıklanmadığını söylüyor.
Bizim ülkemizde de durumun diğer ülkelerden çok farklı olmadığını düşünüyorum. Bir kaç yıl önce tanıştığım bir Devlet Planlama uzmanının hazırladığı sunumda, 2030 yılına kadar nüfusun önemli bir kısmının kanser hastalığına yakalanacağı öngörülerek kaç kanser merkezine, onkoloğa ihtiyacımız olacağına dair veriler sıralanıyordu. Uzmana “kansere yakalanmayı beklemek yerine kanser olmamak için neler yapmamız gerekir?” sorusuna neden cevap aranmadığını sormuş, ancak tatmin edici bir cevap alamamıştım.
15 yıl önce dayımın akciğer kanserine yakalanma sürecinde neler yaşadıklarına şahit olmuş biri olarak, her kemoterapi ve radyoterapiden sonra o sağlam bedeninin nasıl enkaza dönüştüğünü üzülerek hatırlıyorum. O dönem sadece modern tıbba iman etmiş hastamız, iyileşmek için hiç bir farklı metodu denememişti. Bugünlerde başka bir yakınım kolon kanserine yakalandı, karaciğerine metastaz yapmış durumda. Kemoterapi haricinde dünyada pek çok -yan etkisi daha az, hayat kalitesini yükselten tedavi metotları uygulayan- uzman ve araştırma merkezleri var. Hastaya bunlardan bahsettiğimde bana “Yüzde yüz kanseri iyileştiriyor mu?” sorusunu sorması, ancak şu an kendisine uygulanan kemoterapi tedavisini -hiç bir garanti istemeden- gönüllü kabul etmesi, hastaların nasıl bir yanılsama içerisinde yaşadığının göstergesi gibi. Hasta, anlattıklarımdan çok az da olsa etkilenmiş olacak ki, bu tedavilerin güvenilirliği için kendi doktoruna danışmamı istedi. Doktoruyla bu konuyu görüştüğümde , şarlatanlara asla güvenmemem ve hastanın aklını karıştırmam gerektiği konusunda uyarı aldım. Adı bile her insanın tüylerini ürperten bu hastalık için hiç bir iyileşme garantisi vermediği halde, sadece modern tıbba güvenmemiz gerektiğinin altını çizdi. Oysa Dr. Boris Grinblat'tan, UCLA 'da yapılan bir araştırmada Kemoterapinin kanser hücrelerini harekete geçirdiğini öğreniyoruz. İmmünolog A.J.Lanigan ise, hastalıklarla mücadelede ana rol bağışıklık sisteminin olduğu halde, kemoterapide vücudun savunma askerlerinin yok edildiğini belirtiyor.
Pek çok kanser hastası yakını, kanser tedavisindeki bu durumu diğer hastalarda görmelerine rağmen, denemekten başka çarelerinin olmadığını düşünüyorlar. Aynı metotla farklı sonuca gitme umudu… Haftaya devam edeceğiz…