Ana SayfaYazarlarKim daha demokrat, muhalif aydınlar mı sıradan seçmenler mi?

Kim daha demokrat, muhalif aydınlar mı sıradan seçmenler mi?

Baştan şunu söyleyip gerilimi düşürsem iyi olacak: Aslında ezici çoğunluğumuz için göğsünü gere gere “demokrat benim” diye bağırmak biraz hadsizlik olur. Bu toplumun çoğunluğunu içine alacak genişlikte tarihi bir demokrat patika/ damar/ gelenek yok ve olmadığını hepimiz biliyoruz.

 

Fakat insanı bazı iddiaların üzerine gitmeye tahrik eden tartışmalardan geçiyoruz ve kimi nispiliklere göz atmak hiç fena olmaz. Yani; kim kime göre nerede duruyor gibi soruları kurcalamaktan söz ediyorum. 

 

Türkiye’de, kendilerine “ilerici-demokrat” kimlik vehmeden müzmin muhalif laiklerde, yaygın bir inanış var: Onlar ne kadar demokratik değerlerle yüklü, ayrımcılığa karşı duyarlı, hak ve adalet kavrayışları gelişkin ise; muhafazakâr toplumsal çoğunluk da o kadar bu değerlerden nasibini almamış, demokratik zihniyetle tanışmamış, ötekinin varlığı ve hakları üzerine duyarsız yapıdadır.

 

 Bu düşünüşün ancak “makarnacı”, “bidon kafalı” gibi hakaretlerle tatmin olabilen en vülger sözcülerini hepimiz tanıyoruz. Fakat sorunun asla bu lümpen mahalleyle sınırlı olmadığını; Türkiye’de -sıradanıyla/aydınıyla- pozitivist modernleşmeci çizginin etki alanına giren çok geniş bir kesimin derin inancının böyle şekillendiğini görmek gerekir.

 

Nitekim her seçimden sonra, bazısı inceltilmiş, fakat çoğu oldukça açık sözlü yazılar gelir bu kesimden; “halkımızın realitesi bu” diye yakınırlar17/25 Aralık’tan üç ay sonra yapılan seçimlerde “halkımız yolsuzluklara rağmen AKP/Erdoğan’ı desteklemiştir”… Haziran 2015 seçimlerinden sonra kaos ve istikrarsızlık korkusu baş gösterince yine “halkımız, dürüst yönetim ve demokrasi ideallerini satmış AKP’ye teveccüh göstermiştir”…

 

Bu “halk analizlerinin” temelinde, muhaliflerin halka demokrasi ve adil yönetim vadettiği; fakat halkın bunu önemsemeyip kendi dar dünyaları içinde tanımladıkları sıradan çıkarları için hiç de adil ve demokrat olmayan bir siyaseti onayladığı var sayımı yatıyor. Yani; aslında muhaliflerin halkın gözünde hiç de adil ve demokrat bulunmadığı ihtimali üzerinde nedense durulmuyor. Dışarıdan nasıl görünüldüğü; bir öz bakış eksikliği olup olmadığı sorusu akla gelmiyor.

 

Oysa muhalefet iki majör sınavdan geçti.

 

Birincisi; 17/25 Aralıktır. Birbiriyle ilgili olmayan birkaç dosya üzerinden beklenmedik biçimde bir operasyon başlatıldı. Bakan çocukları peş peşe gözaltına alındı ve hemen ardından Türkiye’nin en güçlü siyasi figürü olduğu var sayılan Başbakan’ın, ailesine -ve tabi kendisine- dayandı süreç. Bu ülkenin hayat bilgisi en cılız kalmış, en sağır, en kör, en doğru düşünemeyen, en-en-en “bidon kafalı” insanı bile, bu işte bir iş olduğunu; bu memleketin polisinin/savcısının/hâkiminin hukuk adına, temiz eller uğruna, vatan-millet- Sakarya aşkına böyle bir işe kalkışamayacağını bilir. Hırsızlıktan önce, bu olağanüstü durum merakını tahrik eder. Bu cesaretin arkasındaki iradeyi anlamaya çalışır. “Neden” den önce “Kim” bu seçtiğim yöneticileri yıkmaya çalışıyor sorusu sorar.

 

 Peki, eğer bu söylediklerim doğruysa; halk yolsuzluklardan önce operasyonun arkasındaki iradeyi merak ediyorsa; Erdoğan, kürsü kürsü dolaşıp bu soruya cevap verirken onu can kulağıyla dinliyorsa… Bu halkın “demokratik ve dürüst yönetim” istemediği, duyarsız olduğu anlamına mı gelir? Yoksa tam tersi mi geçerli?

 

Evet; muhalifler demokratik değerler adına, hukuk ve adalet için mücadele ettiklerini söylerlerken, darbecileri ve darbeyi gizlemeyi göze alarak halkı küçümsediler. Halka, devleti kimin yönetmek istediği sorusuyla değil, sadece yolsuzlukla ilgilenmesini önerdiler. Halk da, muhaliflerin hırsızlığı değil aslında kendi seçtiklerini uzaklaştırmayı önemsediğini bütün ruhuyla kavradı. Bürokrasiyi ele geçirmiş bir örgütün hükümete/ inandığı, sevdiği bir lidere savaş açtığına inandı. Bu durumu yolsuzluktan daha fazla önemsedi. Özetle: muhaliflerin dürüst olmadığına, gerçeği olduğu gibi anlatmadığına, seçilmişliğe saygı göstermediğine karar verdi.

 

 Sonuçta, bu majör sınavda halk muhaliflerden daha demokrat ve adil davrandı. Mart seçimleri, halkın demokrat ve dürüst olmayan muhalefete verdiği okkalı bir cevaptı.

 

Şimdilerde ikinci majör sınav yaşanıyor. Halkın değerlerini, duyarlılıklarını küçümseyenler bu kez de Kürt şehirlerindeki savaştan tek başına iktidarı sorumlu tutan; hükümeti hukuku çiğnemekle, şiddet ve zulüm üretmekle suçlayan bir dil içinden sesleniyorlar. Batı’nın sessizliğini sadece Türk milliyetçiliği ya da “bana dokunmayan yaşasın” cılıkla açıklıyorlar. Yine en demokrat kendileri; yine adiller, yine hakkaniyetin sözcülüğü onlara ait. Halkın payına yine dar çıkarcılık ve haklara duyarsızlık kaldı.

 

Farkında değiller ama bu sınavda da çuvallıyorlar. Bu halkın çoğunluğu hiç de uzun sayılmayacak bir sürede Kürtlerin hakları olduğuna; varlıklarını reddetmenin ahlaki olmadığına; daha düne kadar “bebek katili” gibi sıfatlarla anılan Kürt liderinin barış için muhatap alınabileceğine ikna oldu. Bugün kabul etmediği şey haklar değil savaştır. Ve bu savaşı PKK’nın çıkarttığını düşünüyor. PKK’ya dönüp hiç söz etmeyen ya da onu değişmez mazlum sandalyesine oturtan muhalif dili haklı bulmuyor. Silahla, bombayla, hendekle öz yönetim ilanının hukuki olup olmadığı üzerine tek cümle kurmayanların, hükümetin sokağa çıkma yasağıyla Anayasa suçu işlediğini söylemelerini ciddiye almıyor.

 

Başlıktaki soruya yeniden dönebiliriz. Demokratlık pek öyle eğitimle garantiye alınabilir bir şey olmadığı gibi, demokrasi de elitlerin tercihi üzerinden tanımlanan, onların beğenisiyle hüküm verilecek bir rejim değil.

 

Kısacası, demokrasi basbayağı avamın var olduğu, anlam taşıdığı bir ilişkiler dünyasının adı. Sıradan olanın tercihine imkân tanımakla; onu önemsemekle başlıyor demokrasi.

Küçümsemekle değil…            

                   

 

- Advertisment -