Rojawa bölgesinde her IŞİD saldırısından sonra HDP sözcüleri aynı söylem sıralamasını tekrarlıyorlar. Önce Türkiye’nin IŞİD ile ortak hareket ettiği, bölgede savaş istediği, seçim yenilgisinin acısını Kürtlerden çıkarmak istediği türünden çok sert sözler duyuyoruz. Ardından Türkiye ile IŞİD bağlantısı arka plana doğru çekiliyor. Bu konuda emin olmadıkları veya elde yeterli delil olmadığı söyleniyor. Nihayet söz konusu somut bağlantı iddiası tamamen unutuluyor ve Türkiye’nin tepkisinin kasıtlı olarak yeterli olmadığı öne sürülüyor. Nihayet yeniden Türkiye’nin İslamcılığı üzerine soyut ideolojik formata geri dönülüyor. Ve bütün bunlar sadece tek bir gün içinde oluyor!
Kamuoyu HDP’lilerin bu ‘oynak’ söylemine alıştı. Nitekim bu tutarsız söylem sadece savaş hallerinde ortaya çıkmıyor. HDP’nin barış söylemi de aynı dertten muzdarip. Ne var ki barış halinde tutarsızlığı yaratan şey sözcü yelpazesinin genişleyerek Kandil’i de içermesi. Dolayısıyla Demirtaş ne söylerse söylesin Kandil’den biri birkaç saat geçmeden muhakkak bir ‘düzeltme’ mesajı yayınlıyor. Demirtaş laik kesimin emanet oylarına teşekkür ettiğinde birileri böyle bir oyun olmadığını hatırlatıyor. AKP ile hiçbir şekilde işbirliği yapılmayacağını söylediğinde ise, bu kez başka bir Kandil sözcüsü bu tutumun yanlışlığını belirtiyor. Demirtaş’ın de kendi içinde pek tutarlılık meraklısı olduğu söylenemez. Seçim öncesinde Erdoğan’a kişiliğini de ima eden ağır ithamlar yönelten HDP lideri, geçenlerde şöyle demeyi daha uygun buldu: “Cumhurbaşkanı’na özel bir husumetimiz yok. Siyasetin önünü açan ve kendi sınırlarına çekilen Cumhurbaşkanı’nı destekleriz.”
Bütün bunları nasıl yorumlamak lazım? Birinci tespit Kandil içinde bir kopuş ima etmemekle birlikte artık iki farklı stratejik bakışın varlığıdır. Liderliğin bir bölümü çok daha sol ideoloji içinden bakıyor ve silahlı mücadeleye öncelik veriyor. Diğer bir bölümü ise çözüme Türkiye’de sivil siyasetin güçlenmesi ile yaklaşılacağını düşünüyor ve diğer partilerle işbirliğini anlamlı buluyor. Seçim sonuçlarının bu ikinci grubun hoşuna gittiğini, ancak ilk grubu rahatsız ettiğini öne sürmek mantıksız olmaz. Bu ilk grup için muhtemelen HDP’nin yüzde onluk barajı ancak geçebilmesi daha iyiydi. Çünkü yüzde 13, hele bir sonraki seçimde aynen korunur veya yükselirse, HDP’nin Kandil’den özerkleşmesi sürecinin başlangıcı olabilir. Bu denklemde Öcalan’ın da büyük ihtimalle Kandil’deki ikinci gruba yakın olduğunu varsayabiliriz.
İkinci tespit HDP’nin kalıcılığının ve işlevinin şu an kurulacak olan koalisyonla epeyce bağlantılı olacağı, bunun da Kandil içinde ve Öcalan’la Kandil arasındaki dengeyi etkileyeceğidir. Bu bağlamda ‘kötü’ alternatif muhakkak ki AKP/MHP koalisyonu… Çözüm sürecinin rafa kalktığı, Türkiye’nin eski merkeziyetçi ve kimlikçi sağ/sol bölünmesine geri döndüğü bir ortamda HDP’nin sivil varlığının pek anlamlı olmayacağı açık. Dolayısıyla Demirtaş bir süredir AKP/CHP koalisyonunu destekleyeceklerini söylüyor. Bunu sadece Türkiye’ye barışın gelmesi için yapmıyor. HDP’nin ayakta kalması, özgürleşmesi ve bu arada kendi kişisel kariyerinin sürmesi için de yapıyor. Kandil’in bir bölümünün ise açıkça söyleyemeseler bile AKP/MHP koalisyonundan çok daha memnun olacaklarını tahmin edebiliriz.
HDP henüz rüştünü ispat etmiş bir parti değil. Bunun için zamana ve uygun ortama muhtaç. AKP/CHP koalisyonu böyle bir imkan üretmesi açısından da son derece hayırlı olacak ve HDP’yi şu anki ‘oynaklığından’ kurtaracaktır.