Ana SayfaYazarlarKürt siyasetinde iç farklılaşma

Kürt siyasetinde iç farklılaşma

 

Acaba seçimden önce Demirtaş’a, Öcalan’a ve Kandil’in yöneticisi Bayık’a sorsaydık, HDP’nin ne kadar oy almasını ve bu oyu kimden almasını isterlerdi? Demirtaş için cevap basit. HDP’nin lideri seçim stratejisi olarak çözüm sürecini sahiplenme yerine AKP karşıtlığını tercih etmişti. Dolayısıyla tabii mümkün olduğunca çok oy almayı ve bu oyu laik/sol çevrelerden alarak ‘Türkiyeli’ bir parti olduklarını kanıtlamak isteyecekti. Sonuçlar Demirtaş’ı yarı memnun etmiş olmalı. Yüzde 13 istenen bir şeydi ama bunun yüzde doksanının Kürtlerden gelmesi bir hayal kırıklığı oldu.

 

Öcalan açısından durum biraz daha karmaşıktı. ‘Türkiyelileşmek’ siyasetini üreten kendisiydi ve doğal olarak o da laik/sol seçmene ulaşmayı istemiştir. Ne var ki Öcalan halen tutuklu ve dış konjonktürün belirsizliğini de hesaba kattığımızda bu tutukluluk çok uzun sürebilir. Yani Kürt siyasetinin doğal liderinin hareket alanı sınırlı kalmaya devam edebilir ve bu da siyasi etkisinin bir miktar ‘sistem dışı’ kalmasını ima eder. Bu nedenle Öcalan’ın ‘sistem içi’ aktörler olan HDP ve Kandil’in fazla güçlenmemesini istemesi şaşırtıcı olmaz. Böyle bakıldığında HDP’nin barajı geçmesi muhakkak ki Öcalan için de olumlu oldu. Sivil siyasetin meşruiyetinin artması liderin de göreceli önemini artıracaktır. Ama yüzde 13 belki de ‘biraz fazla’ oldu, çünkü Demirtaş’ın gereğinden fazla önemli hale gelmesine ve Batı dünyasının bunu kullanmaya kalkmasına yol açabilir. Ayrıca oyların esas olarak Kürtlerden gelmesi ‘Türkiyelileşmek’ projesinin pek karşılığının olmadığını gösterdiği ölçüde Öcalan’ı üzmüş olması muhtemel.

 

Bayık ise bir yandan HDP’nin barajı geçerek PKK adına Meclis’e girmesini istiyordu ama belki Demirtaş’ı fazla öne çıkaran bir sonucun da ‘rahatsızlık’ yaratabileceğini düşünüyordu. Kandil için sivil siyaset askeri gövdenin uzantısı olduğu sürece anlamlı ve işlevsel. Aksi halde kontrolün kaybedilmesini ve hareketin çeşitli unsurları arasındaki denge ve bütünlüğün bozulmasını ima edebilir. Diğer taraftan fazla ‘Türkiyelileşmenin’ de mücadeleyi sulandırma ve dış etkilenmeye maruz bırakma ihtimali vardı. O nedenle muhtemelen Bayık için daha iyi bir sonuç HDP’nin Kürtlerin partisi olmaya devam etmesiydi. Sonuçta HDP’nin barajı Kürtlerin oylarıyla geçmesi Kandil açısından iyi oldu, ancak yüzde 13 oy onları da bir miktar tedirgin etmiştir.

 

Toparlarsak, barajın geçilmesi dışarıda bırakıldığında, Kürt siyaseti açısından bu seçimde iki kriter olduğu söylenebilir: Barajın yüzde kaçla geçildiği ve oyun hangi kesimden alındığı. Demirtaş ve Bayık için biri iyi biri kötü oldu. Öcalan açısından ise ikisi de kötü oldu. Nitekim seçimden sonra üç farklı strateji görüyoruz. Demirtaş daha fazla Türkiyeli olmak üzere hem Cumhurbaşkanı’na yönelik ‘özel’ bir husumet taşımadıklarını, hem kendilerine verilmiş olan laik kesim ‘emanet’ oylarına sahip çıkacaklarını söyledi. Ne var ki Kandil’den anında müdahale geldi… AKP ile işbirliği olamayacağını ve ‘emanet’ oy diye bir şeyin olmadığını, bunların Kürt oyu olduğunu vurguladılar. Öcalan ise sessizliğini korudu ama ona yakın Karayılan muhtemel bir koalisyonda yer almaya çalışmanın doğru olduğunu, HDP’nin laik kesime borçlu olmadığını söyledi.

 

Normalleşme Kürt siyasi hareketini de kuşatıyor. Artık orada da farklı bakışlar, çıkarlar ve stratejiler göreceğiz. Kendimize bir ev ödevi verebiliriz: Kürt hareketi doğal olarak IŞİD’e karşı. Ama acaba söz konusu üç aktör arasında tam bir uyum var mı? Yoksa orada da farklı çıkarlar söz konusu mu?

 

- Advertisment -