Nazım Kadri Ekinci (*)
Yazımın ilk bölümünde (Serbestiyet, 24 Eylül), PKK’nın özyönetim anlayışının ilham kaynaklarına değinmiştim. Şimdi, yıkılmış, merkezi otoritesi kalmamış Irak ve Suriye’den esinlenen bu modeli Türkiye’ye getirelim. Burada T.C. devleti, nasıl ve hangi nedenle, bazı şehirlerde içeriye ve dışarıya ulaşımı olmayan birer ada gibi kalacak olan askeri garnizonlar dışında bütün varlığını alıp çekilecek? Hayret verici olan, Abdullah Öcalan’ın açtığı yoldan giderek PKK/KCK yönetiminin fantastik bir kurgu haline getirdiği, özellikle genç militanlar nezdinde uzansan yakalayabilecekmişsin gibi yakın duran bu çekilmenin, bunca ateş ve ölüm sonrasında müzakereyle gerçekleşebileceğine inanılması. Buna engel Tayyip Erdoğan’mış gibi bir algı yaratılmaya çalışılması ise ayrı bir muamma.
Gerçekten bu gece Tayyip Erdoğan’a emri hak vaki olsa, devlet içinde PKK ile arzulanan müzakereyi yürütmeye gücü ve rızası olan başka birilerinin mevcudiyetine mi inanılıyor? Avrupa KCK yetkililerinin basına yansıyan bazı demeçlerinde, IŞİD ile mücadele eden tek güç olmaktan medet umarak “ABD bizimle T.C. devleti arasında arabulucu olsun” mealinde açıklamalar yer aldı. Yani diğer iki parçada olduğu gibi ABD destekli bir çıkış, en azından akıllara gelmiş. IŞİD ve Tayyip Erdoğan fani; T.C. ise baki, uzunca bir öngörülebilir gelecekte. Bunu görmek çok mu zor? Gençlerin aceleciliği ve tez canlılığı aynıyla PKK/KCK üst yönetiminde de var anlaşılan. Şimdi de biz Abdullah Öcalan ile görüşülerek müzakereye başlanması şartıyla ateşkese hazırız deniyor. Son savaş tam da T.C. devleti PKK’yi bir müzakere tarafı olarak görmeyi reddettiği için çıkmışken, müzakereyi barış şartı olarak ortaya koymak pek anlamlı olmuyor. Savaşın nedenini çözüm olarak dayatmak ancak kesin bir askeri zaferle olabilir ki, o yönde hiçbir belirti yok. Bu şartlarda PKK “düşmemek için hareket etmek gerekir” prensibi ile en iyi bildiği şeyi yaparak süreyi uzatmaya çalışıyor. Bunu yaptıkça da yukarıda özetlediğimiz Kürdistan toplum yapısı gerçeklerinden giderek ayrışıyor.
Bu şartlarda ne olur, göreceğiz. Ama şunu söyleyebiliriz: Bu aşamada Başkan Apo’ya gidelim önerisi etik de değildir, vicdani de değildir, anlamlı da değildir. PKK mücadelesinin geldiği aşamanın, bu aşamadaki kazanımlarının ve en önemlisi, bu temelde bundan sonra ne yapabilirim konusunun kapsamlı ve nesnel bir değerlendirilmesini kendi içinde yapıp esastan bir zihniyet değişikliğine gitmeden, Başkanın yapabileceği bir şey yoktur. Nasıl Başkan PKK’yı silâh bırakmaya ikna edemezse, T.C. devletini de alanı PKK’ya bırakıp çıkmaya ikna edemez. Burada kritik olan, geleceğin doğru değerlendirilmesi ve geçmişin ölü ağırlığına takılıp kalınmadan ucu açık bir siyaset süreci anlayışına gelinmesidir.
İktisatçılar iyi bilir. Doğru karar almanın temel prensibi, İngilizce let bygones be bygones, yani yaklaşık olarak “geçmiş geçmişte kaldı/kalsın” diye ifade edilir. Şimdi geçmişten, akıl almaz fedakârlıklardan, şehitlerin anısından vb nasıl vazgeçeriz denecektir. Burada söz konusu olan geçmişi unutmak, değerlerden vazgeçmek değil, onun giderek kapalı bir inanç sistemine dönüşüp mevcut potansiyelin, şartların ve geleceğin nesnel bir değerlendirmesinin yapılmasına engel olmasına karşı çıkmaktır. İnanç sistemi içinde yaşayanlar için ucu açık bir yaşam ölmekten zordur. Ama ucu açık bir siyaset anlayışına gelmeden de hiçbir siyasi çözüm olamaz.
Zihniyet değişimi gerçekten kapsamlı bir çaba gerektiriyor. Zihinsel dönüşüm Abdullah Öcalan için de geçerlidir. T.C. devleti için de geçerlidir. Burada Kuzey İrlanda anlaşması iyi bir örnektir. Oradaki çözümden bizim için çıkarılabilecek en önemli ders, mevcut durumun tesbiti ve gelecekte değişebileceğinin kabulüyle ucu açık bir sürecin benimsenmiş olmasıdır. Şöyle ki, anlaşmada, mevcut durumda Kuzey İrlanda halkının çoğunluğu İngiltere’nin bir parçası olarak kalmayı istiyorken, azımsanmayacak bir bölümü de İrlanda Cumhuriyeti ile birleşmeyi istiyor tesbiti yapılıyor. Şimdilik çoğunluğun istediği olacak, ama ileride çoğunluk diğer taraf lehine değişirse, İrlanda ve İngiltere hükümetleri gereğini yaparak İrlanda’nın birleşmesini sağlayacaklardır deniyor. Dolayısıyla IRA, İngiltere’ye karşı “burayı bırak, çık” ısrarından vazgeçerek, bundan sonra çoğunluğu sağlamak için çalışmak üzere açık uçlu bir siyasete razı olmuştur. İngiltere de gelecekte çoğunluğun değişebileceğini ve değiştiğinde de sonuca saygı duyacağını kabul ve beyan etmiştir. Bu kapsamda değerlendirilmesi gereken en önemli husus, etkili bir parlamenter siyaset ile Türkiye’de böyle bir dönüşümün mümkün olup olmadığıdır. Son otuz yıla bakarak, en azından bazı alanlarda PKK savaşının da etkisiyle, Türkiye’de böyle bir potansiyelin olduğu ve Kürtlerin bu potansiyelin gerçekleşmesi konusunda çok büyük ağırlığı olabileceği konusunda ben iyimserim. Herkes bu kadar iyimser olmasa da herhalde potansiyelin varlığını teslim edecektir.
Şimdi varsayalım ki mümkündür ve PKK anlamında özyönetimin içerdiği sorunlara bir bakalım. “Müzahir” partilerin çoğunluk oylarını aldığı şehirlerde tüm yönetim PKK’ye geçecek; gerilla güçleri gelip orada “asayiş” olacak; bu özyönetimlerin kendi hukuku olacak — ama onun dışında her şey aynı kalacak. İsteyen Türkiye’nin her yerine gidecek, çalışacak; muhtemelen şimdilik Suriye’de hâlâ olduğu gibi memurların maaşları ve tarıma yapılan transferler de merkezden gelecek — gelecek ama T.C. devletinin bu bölgelerde garnizon adacıklar dışında hiçbir egemenlik hakkı olmayacak.
Türkiye’de, Irak’ta olduğu gibi ABD marifetiyle aktarılan bir petrol zenginliği yok. Kürt kantonlarında gelir vergisini kim toplayacak? Ülkenin bütününde mali bütünlük nasıl sağlanacak? Demokratik-özerk Marmara kantonları “bizim vergilerimizi Kürt kantonlarına aktaramazsın, biz vergi vermiyoruz” derlerse, bu onların demokratik hakkı değil midir? T.C. devleti Kürt kantonları dışında vergi alıp bunu Kürt kantonlarına aktarabilecek kadar hükümran olacak, ama Kürt kantonlarında hiçbir hükmü olmayacak! Bu olacak şey midir? Kürt kantonlarında hangi ticaret hukuku geçerli olacak? Batı kantonları ile ticari ihtilaflarda hangi mahkemeler yetkili olacak? Birisi Marmara’da suç işleyip Cizre’ye gelirse takip edilip yargılanması hangi mekanizma ile sağlanacak? Eğer genel bir hukuk düzeni geçerli olacaksa, bunu hayata geçirecek merkezi otoritenin, demokratik özerkliğin öngördüğünün çok ötesinde hükümranlık hakları olması lazımdır. Aksi Lübnanlaşmak olur ve o şartlarda, Batı anlamında demokratik bir toplumda refah artışı yoluna girilemez. Oysa yukarıda anlatılmaya çalışıldığı gibi, Kürdistan’daki kahir çoğunluk tam da onu istiyor. Yani PKK anlamında demokratik özerklik, onlar için mevcut durumdan geriye gidiştir, Kürtlerin Batı’dan kopması demektir. Ve halkın da bunu sezgisel olarak anladığı kanaatindeyim.
PKK anlamında özyönetim kurgusunun içerdiği bunlara benzer binlerce soru var. Sorun bu kapsamda düşünülmüş müdür? Hiç sanmıyorum. Yalnız geçtiğimiz günlerde DBP belediyelerinin Diyarbakır’da yaptığı özyönetim toplantısında umut veren bir sonuç ortaya çıktı. Bu da, Türkiye’nin ancak birçok kritik maddesine çekince koyarak imzaladığı Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na yapılan referanstır. Bana göre bu Şart, Türkiye’de ucu açık bir siyaset sürecinin nüvesini oluşturmaya adaydır. Kürtler ve onlarla ittifak içindeki demokratik kesimlerin Şart’ın tamamının kabulünü sağlamak üzere siyaset yapmasının ve son tahlilde bunun sağlamasının zemini ise Meclistir. Aslında Şart’ın ruhuna uygun, ya da belki daha doğrusu ruhu Şart’ın ruhunu kapsayan bir anayasal düzenleme olmadan, Şart’ın uygulanması şansı da yoktur. Yani amaç Şart’ın hayata geçirilmesini mümkün kılacak bir anayasal düzenleme için çalışmaktır.
Bu, sabır gerektiren uzun bir mücadele istiyor. Haziran seçimlerinde ortaya çıkan tablo bunun mümkün olabileceğine dair umut verdi. Benzer bir tablo Kasım’da da ortaya çıkacak gibidir ve bu yolda sağlanacak her kazanım, yaşanabilir ve demokratik Türkiye yolunda bir adımdır.
————————————————————————————————–
(*) Harran Üniversitesi İktisat Bölümü öğretim üyesi; kadirdb@hotmail.com.