[29 Kasım 2015] Ortalığı altüst eden ölümünün üzerinden daha yirmi dört saat geçmeden, yeni ortaya çıkan kamera kayıtlarından, Tahir Elçi’nin muhtemelen rastgele atılan bir kaza kurşununa kurban gittiği sonucu çıkıyor. Üstelik, atanın PKK’lı olması da büyük bir olasılık, ama özel olarak Tahir Elçi’ye nişan almak diye bir kastından söz etmek imkânsız. Zaten iki veya üç polis vurmuşlar. Kaçtıkları sokağı silâh sıka sıka geçip, YDG-H’nin önceki günlerde hendek kazdığı ve barikat kurduğu bölgeye ulaşmaya çalışıyorlar.
Bunu gözler önüne seren kayıtlar YouTube’da da var, Hürriyet’in web sitesinde de var. Önyargılı olmayan herkes seyredip görebilir, kendi analizini oluşturabilir. Olay Dört Ayaklı Minare’nin bulunduğu sokağın dışında, caddede başlıyor. Bir gün önce, bir “beyaz Toros”tan (bu da hayli ironik) bir polis aracına ateş açılmış. Polis bu arabayı ve içindekileri arıyor. Bu fasıl, Dört Ayaklı Minare önündeki (bitmek üzere olan) toplantıdan tamamen bağımsız. Telsiz haberleşmelerinden, “geliyorlar” diye bir ses duyuluyor. Beyaz Toros şüphelilerinin içinde olduğu, takip edilen bir taksi gelip hemen sokağın başına yakın bir yerde duruyor. Orada bekleyen sivil polisler, sanırsınız ki derhal çapraz ateşe alacak. Hayır, öyle olmuyor. İki sivil, iki taraftan araca doğru yürüyüp sağ-sol ön kapılarına yanaşıyor. Silâhlarını bile çekmiş değiller. Anlaşılan kimlik soracaklar. Bilmiyorum, angajman kurallarına mı uygundur, yoksa fazla naïf bir davranış mıdır? Her halükârda, arabanın içinden saniyesinde ateş açılıyor ve iki polis peş peşe yere düşüyor (biri oracıkta ölmüş, diğeri sonradan). Sonra ön kapılardan iki kişi fırlıyor ve Dört Ayaklı Minare’nin sokağına doğru koşmaya başlıyor. Herhalde Tahir Elçi’nin de bulunduğu törene ve gruba ateş açmak için değil (orada öyle bir toplantı olduğunu bildikleri bile şüpheli); niyetleri, sokağın öbür ucundaki “silâhlı özyönetim” (!) alanına sığınmak. Koşarken rastgele ateş ettikleri de duyuluyor. Bu arada Tahir Elçi ve etrafındaki sivil polisler merakla sokağın başına doğru bakıyor. Maalesef Tahir Elçi saklanmıyor veya siper almıyor, yere dahi yatmıyor, hep ayakta duruyor. Kaçan iki kişi yel yepelek onlara doğru geliyor ve hemen önlerinden geçiyor; fotoğraflarda çok net görülüyorlar; biri “beyaz Toros” olayından aranan YDG-H’li Mahsun Gürkan diye teşhis ediliyor. Polis belki şaşkın; çok yakın mesafeden dahi vuramıyorlar. Çat pat silâh sesleri ortasında, Tahir Elçi’yi yerde görüyoruz. Hemen dibindeki sivil polislerden biri tarafından vurulmuş olması, eh, imkânsız değil ama çok zayıf ihtimal. Hem farkedilirdi, hem de yakın mesafeden barut yanığı vb otopside çıkardı. Bir alternatif, kaçan YDG-H’lileri korumak uğruna, sokağın dibindeki hendek-barikat bölgesinden de ateş açılmış olması, ama orada da özel olarak Tahir Elçi’yi vurma amacından söz edilemez. İster öyle ister böyle, galiba sonuçta bir serseri kurşun gidip binde bir şans onu bulmuş. İlk başta herkesin kendi ruhsatlı silâhı sandığı, daha sonra kaçan YDG-H'lilerden birine ait olduğu ve sokak başında öldürülen polislerden ilkini vurmada kullanıldığı anlaşılan bir tabanca, yanında yatıyor.
Hal böyleyken, bir tarafın bunu nasıl karşıladığı çok açık. Bir facia değil, kendileri açısından bir fırsat gibi değerlendiriyorlar. Aynen Diyarbakır, Suruç ve Ankara bombalarında olduğu gibi, HDP yönetimi bunun devletin işi olduğunu daha ilk saniyesinden itibaren “biliyor.” Zaten öncesinde Selâhattin Demirtaş’a sözümona “suikast” iddiası var. Çoktan çürütüldü; mermi izi değil başka bir “sert cisim çarpması” (belki başka bir arabanın tekerleğinden fırlayan taş) olduğu anlaşıldı, anlatıldı; ama onlar illâ aksine inanmayı sürdürüyor. İkisini birleştiriveriyorlar. İdris Baluken, Ertuğrul Kürkçü ve diğer bazı HDP’liler, Demirtaş’a yönelik “suikast” politikasının Elçi’yle devam ettiğinden, bunun “planlı bir suikast” olduğundan, Elçi’nin “uzun menzilli keskin nişancı silâhı”yla vurulduğundan dem vuran demeçler sıralıyor. Türk solu da zaten baştan beri o kanıda. İnternetteki e-mailleri okuyor ve doğrusu hayret de etmiyorum artık. Örneğin biri “Hrant Dink’in ve Tahir Elçi’nin katilleri”nin “aynı” olduğunu beyan etmiş. Hep aynı ezberlenmiş kalıplar, jestler, refleksler tekrarlanıyor. Şimdi Tarık Ziya Ekinci de (Ankara katliamı hakkında yaptığı gibi) çok teorik bir açıklamada bulunur belki, bunları hep devlet yapar, dolayısıyla bunu da devlet yapmış olmalıdır mealinde (materyalistiz derler ama onlara göre olgulara bakmaktansa genel aksiyomatik hükümlerden hareket etmek önemlidir). Hafızalarına böyle kaydediyorlar. Birkaç hafta veya ay sonra “Selâhattin Demirtaş’a başarısız suikast girişimi”nin ardından bu sefer “Tahir Elçi’nin devlet tarafından öldürülmesi”nden böyle söz edecekler. İleride çocuklarına böyle aktaracaklar.
Fakat devletten ve/ya hükümet kanadından ve/ya Türk milliyetçiliğinden söz edeceksek, burada çok büyük bir sorumlulukları var kuşkusuz. O da, Ekim ayındaki bir televizyon programında, (mealen) “PKK bir terör örgütü değildir, zaman zaman teröre de başvuruyor ama ciddi bir desteği olan silahlı bir siyasî örgüttür” dediği için aleyhinde başlatılan düşmanca tezvirat kampanyası sonucu, hakkında soruşturma açılması ve yargılanmaya başlaması. Bu rezillik, ahmaklık ve aptallık yüzünden, şimdi hükümet “hedef gösterdiniz, vurdular” demagojisine maruz kalıyor.
PKK ve HDP’ye gelince, lâfı çok uzatmadan kısa bir bibliyografya vereceğim. Yakın zamanda Serbestiyet’te (a) doğrudan doğruya Kürt bölgesinden, Şahan Şahin’in Barışa barikat (Yüksekova raporu) yazısı yayınlandı ve aynı gün, genelde AKP karşıtlığıyla bilinen Levent Gültekin’in Diken için yazdığı çarpıcı bir Diyarbakır-Sur değerlendirmesi aynen aktarıldı (ikisi de 24 Kasım 2015). (b) Etyen Mahçupyan peşpeşe iki önemli yazı yazdı: PKK ne istiyor? (gene 24 Kasım; İngilizcesi için bkz What does the PKK want?, 28 Kasım) ve PKK ne yapıyor? (26 Kasım; İngilizcesi için bkz What is the PKK doing?, 29 Kasım). (c) Oral Çalışlar da aşağı yukarı aynı sırada PKK’nin strateji ve taktiklerine eğildi: Putin, Erdoğan ve bölgenin geleceğinde Kürtler (27 Kasım). (d) Ceren Kenar ve Cengiz Alğan, şu Demirtaş’a suikast iddiasını irdelediler; sırasıyla bkz Patolojik yalancılığın sonu (24 Kasım) ve Tuhaf bir “suikast” hikâyesi ya da HDP yönetiminin son çırpınışları (28 Kasım 2015).
Hepsi son beş gün içinden, toplam yedi makale. Çok sürmez okuması; en fazla bir saatinizi alır. Ufkunuz açılır. Büyük tabloyu derli toplu görürsünüz. Hararetle tavsiye ederim.